Ramazan’ın kıymetini bilelim

Serdar Demirel

Vicdanı kararmış dijital çağ, bizden çok şey alıp götürmektedir...

Meselâ cep telefonu. Bu cihazı elinden düşürmeyen bir genç nesille karşı karşıyayız. Bu küçücük âlet bile, sanal bir dünyanın kapısını aralamaktadır. Buna bilgisayar ve hâliyle interneti de kattığınızda daha diğer teknolojik âletlere dokunmadan çok karmaşık bir dünyadan bahsettiğimiz hemen anlaşılacaktır.
Her geçen gün sanal ve bir o kadar da kısır bir hayat döngüsünün içine çekiliyoruz. İtiraf etmek zor gelse de, hayatımızı kolaylaştırmak için hayatımıza giren teknoloji, maalesef ürettiği sanal dünyayla bizleri bağımlı kölesi kılmayı başarmaktadır. Özgürlüğün bu denli kutsandığı bir çağda köleleşmek ne de büyük bir çelişki!
Hayatımız bütünüyle nasibini alıyor bundan.
İnsanlar sosyal paylaşım alanlarını sanal paylaşım alanlarına taşımaya başlayalı beri aile içi ilişkiler, arkadaş edinme şekilleri, evlilikler, dost meclisleri, sohbet toplantıları, bilgilenme süreçleri vs. hep etkilendi, değişti, ve değişiyor...
İnternet; size çiğ köfte tarifi, sağlık sorunlarınızla ilgili bilgiler, film, müzik, belgesel, günlük haberler, devâsa kütüphâneler ve hatta dinî konularda cevabını aradığınız sorulara bir dokunuşta şipşak cevap veren binlerce site imkânı sunuyor.
“Ee, kötü mü bunlar?”, diyeceksiniz. Teknolojinin kendisinden şikayetçi değilim elbette. Kusuru çağda değil kendimizde aramamız gerektiğini bilirim çünkü. Zaten sorun da bizde. Dijital teknolojinin hayatımızı dönüştüren gücüne kontrolsüz yelkenleri açmamızda. Sâbit kalması gereken değerlerimizin bu sürece kurban verilmesinde.
Süreç din algımızı yaralamaktadır meselâ. Değişen din algımızın dinî duyarlılıklarımızı da değiştirmesi görmezden gelinemez. Belki de bu hızlı dönüşüme karşı yeterli donanıma sahip değiliz. Bizi bize rağmen çekip sürüklüyor süreç...
Bu yüzden bir daha idrak etmekle rızıklandırıldığımız Ramazan Ayı’nın kıymetini bilelim. Birey ve toplum hayatının çok hızlı dönüştüğü bir zaman diliminde, sâbitelerimizi bize hatırlatan bu güçte başka ne var ki?
Bir ay da olsa, bizi bize bırakmamak üzere hayatımıza doğdu yine, çok şükür! Geçen bir yıl içinde dijital dünyanın kirlettiği dünyamızı temizlemek üzere. Maddiyatın baskısı altında inleyen ruhlarımızın sesini dindirmek üzere. Durup dinlenmeden peşinde koştuğumuz sınırsız ihtiyaçlarımızın ne kadar da sınırlı olduğunu göstermek üzere. Ve bu zeminde katı materyalizmin maskesini düşürmek üzere.
Efendim, temel biyolojik ihtiyaçlarımız sınırlıdır. Bugün insanı yoran asıl şey, mahdut biyolojik ihtiyaçlarının peşinde koşması değildir. Asıl yoran şey, kendisine ihtiyaç gibi gösterilen sınırsız psikolojik ihtiyaçlarının peşinde koşmasıdır. Kapitalizmin kışkırttığı, psikoloji disiplininin yönlendirdiği insan psikolojisinin derinlerinde yatan zaafların uyarılmasıyla ortaya çıkan o ihtiyaçlar...
Kapitalizmi büyüten de bu değil midir?
İhtiyaç oranında mal üretimi ihtiyaç oranında mal tüketimiyle buluşsaydı eğer, kapitalizm var olmazdı. Çünkü sayılı biyolojik talebe mal sunmanın kâr marjı, kapitalizmi beslemeye yetmez. Her zaman daha fazlasını ve hatta mümkünse sınırsız kârı hedeflediği için insanın mahdut hakiki ihtiyaçlarından çok nâmütenâhî psikolojik ihtiyaçlarını kışkırtır. Pazarlardaki sayısız ürünün varlığını başka türlü açıklamak mümkün değildir zaten.
Ramazan Ayı ise, gerçek ihtiyaçlarımızın ne kadar da sınırlı olduğunu gösterir bize. İnsanın tükettiği kadar değil, ürettiği değer kadar var olduğunu ögretir. Sanallaşarak kuruyan hislerimize su akıtır.
Bu mübârek iklim, bireyselleşmenin yalnızlık kuyusunda atomlarına parçalanmış insana kişiliğini onarma imkânı sunar. İnsana sosyal bir fıtrat üzerine yaratıldığını hatırlatmakla kalmayıp, sosyalleşmenin yollarını da gösterir. Dijital teknolojinin iki ayrı ucunda gerçekleşen sanal paylaşımları azaltarak, iftar sofralarıyla, cemaat namazları ve teravihlerle gerçek paylaşımları çoğaltarak.
Dijitalleşmenin ruhlarımızı kirlettiği bu çağda ne kadar da Ramazan Ayı’na muhtacız, ah bir bilsek!
Not: Mübârek Ramazan Ayı’nızı en içten dileklerimle tebrik ederim!

VAKİT