Yaşar Değirmenci / Yeni Akit
Ramazan’ı şuurlu bir Müslüman olarak değerlendirelim
Ramazan ayı ve Kur’an-ı Kerîm birbirinden ayrı düşünülemez. Ramazan, bunun için müjdedir, mü’min gönüllere. En büyük fırsattır bizlere. Bunca günahımız, hatamız varken nefsimize ve arzularımıza bu kadar tâbi olmuşken; yegâne hayat rehberi Peygamberimizden gelen bir mesaja sımsıkı sarılıp, tekrar tekrar okumalıyız. Her zaman, her hal ve şartta tazeliğini, koruyan, bize yol, yön gösteren kitabımızdan bu okuma; sadece kuru kuruya okumak değil, muhabbetle, hasretle, tefekkürle, düşüne düşüne anlamaya çalışarak okumaktır. Nitekim Kur’an, hayatı okumaktır. Kur’an-ı Kerim, Cenâb-ı Hakk’ın ziyafet sofrasına oturmaktır. Cenâb-ı Hak’la hasbihâl etmektir. Dünya ve ahireti anlamaktır.
İmkân bulan her mümin Ramazan’da hem lafız hem mana olarak Kur’an’ı baştan sona okumalı (hatim indirmeli), lafzını okuyamayanlar manasını, manasına vakit bulamayanlar lafzını okumalıdırlar. Bunların hiçbirini yapamayanlar televizyon, radyo, hafızalı telefon gibi aletlerden Kur’an dinlemelidirler. Ramazan’da başlayan Kur’an ve tefsir sohbetleri/okumaları belli aralıklarda yıl boyu devam etmelidir.
Allah, Kur’an’ı ve dolayısıyla İslâm’ı koruyacağını vaat ediyor. On beş asırdır süregelen bunca yıkıcı ve bozucu faaliyete rağmen İslâm, kitaptaki saflık ve sahihliği ile dimdik ayakta, öğreniliyor ve yaşanıyor.
İbadetler kullar içindir, Allah’ın ibadetlerimize ihtiyacı yoktur. Bir kutsî hadiste de ifade edildiği gibi bütün insanlar kâfir olsa bu, Allah’ın büyüklüğüne zarar vermez. Tamamı mümin ve itaatkâr olsalar bu da, O’nun büyüklüğüne bir şey katamaz. İbadetler beşerin, ilâhî plâna uygun insan haline gelebilmesi için vâsıtalar, vesileler olarak buyurulmuştur. Bedenin ve ruhun (zihin ve şuurun) iştirakiyle yapılan ibadetler; insanı Allah’a yaklaştırmakta, bu yakınlıktan farklı bilgiler, inanç ve ahlâk elde edilmektedir.
İçinde yaşadığımız hareketli, gürültülü, maddî âlemi kadar manevî ve ahlâkî âlemi de kirlenmiş dünyada ferdin, tek başına, yalnızca ferdi irade ve imanından güç alarak kulluk çizgisinden sapmaması veya kulluk vazifelerini aksatmaması âdeta imkânsız hale gelmiştir.
On bir ayın kirliliği üstümüzde. Bu kirlilik el kirine, ayak kirine benzemez. Onları yıkarsın gider. Bu kirlilik yürek kiri, zihin kiri, akıl kiri, hepsinden öte tasavvur kiri. Bilinç kirlenmesi çağın amansız bir hastalığı. Bilinci ve yüreği kirlenen insan, bu kirliliği bir biçimde elinin dokunduğuna bulaştırıyor. Sözü, düşünceyi, duyguyu kirletiyor. Kirli zihinle Kur’an okusa, zihnindeki kirlenmişliği ona da bulaştırıyor. İbadet etse, tadını alamıyor. Tıpkı dünyanın en nefis yemeği pis bir kaba konulunca nasıl yenilmez oluyorsa, işte öyle. Bilinç ve akıl, kalp ve duygu kirliliği kirlenmiş bir organ kadar kolay temizlenmiyor. “Yıkarsın gider” diyemiyorsunuz. Bu, diğerinden bin beter bir kirlilik. Kirlilik manevi olunca, ondan arınmanın yolu ve yordamı da manevi olmak zorunda.
İşte ibadetler, insanı arındırmanın usulleri, onu yaratan Allah tarafından belirlenmiş.
Çünkü insanı yaratan, onun zaaflarını herkesten, hatta kişinin kendisinden de daha iyi bilir. Kur’an’ın buyurduğu gibi “O hiç yarattığını bilmez mi?” Bildiği içindir ki, insanı manevi kir ve paslarından temizleyecek reçeteleri de en güzel O yazar. Vahiy, işte bu reçetelerden oluşmuş ilahi bir şifa hazinesidir. Kur’an Allah’ın, kullarına en büyük lütfu, eşsiz nimetidir ve bu ödül Rahmet Peygamberi aracılığı ile ümmetine Ramazan ayında verilmeye başlamıştır.
Oruç aynı zamanda bir irade terbiyesi, Kur’an da ilâhî emrin alındığı yer, bulunduğu kaynaktır; emri alıp güçlü bir irade ile uygulamanın ödülü ise iki cihanda saadettir.
Elbette Kur’an müminin başucu kitabıdır, o bir düzgün hayat, makbul kulluk kılavuzudur, bu sebeple her zaman okunmalıdır, fakat Ramazan’la olan sıkı ilişkisi sebebiyle bu ayda daha ziyade okunmalı, dinlenmeli; üzerinde, Ramazan ruhaniyetinin bahşettiği ilhamlı bir zihin ve gönül ile düşünülmelidir.
Kur’an’ın Ramazan ayında gelmiş olması ve her Ramazan gecesi Cebrail’in Hz. Peygambere gelerek Kur’an’ı müzakere etmeleri, karşılıklı birbirlerine okumaları güzel bir geleneğin de kaynağı olmuştur. Bu geleneğe “mukabele” denilmektedir.
Orucun amacı, insanda “sorumluluk şuurunu” uyandırması, diri tutmasıdır.
Kime karşı sorumluluk şuuru? Önce insanın kendi varoluşuna karşı sorumluluk şuuru. Çünkü insan yaratılmışların tacı, Allah’ın şaheseri olarak bir amaç uğruna yaratılmıştır. Dolayısıyla kendi varoluşunun amacını sormak, aramak ve bulmak zorundadır. İşte insanın kendisine karşı sorumluluğu budur. İnsan; kendisine karşı sorumluluğunun bilincine varırsa, Allah’a karşı sorumluluğunun bilincine de varacaktır. İşte bu, Kur’ânî ifadesiyle “takva”dır.
Takvaca yaşamak da “şuurlu bir Müslüman” olarak yaşamaktır.
Rabbim hayatımızı takvaca yaşamayı ve yaşatmayı nasip etsin.