Taha Kılınç / Yeni Şafak
Ramazan takvimi-I
İnsanoğlunun fıtratında iki uç, bir arada ve daima rekabet halindedir: İnsan hem sonu gelmez emeller ve hayaller peşindedir -irfan geleneğimizde buna “tûl-i emel” denir- hem de bir gününü bile tutarlı biçimde planlayamayacak kadar sabırsız ve aceleci bir varlıktır. İçindeki sonsuz istekler onu dünyada sürekli ve hırslı bir çaba içinde davranmaya zorlarken, sabırsızlığı ve aceleciliği yüzünden hedeflerine yeterince odaklanamaz. İçlerindeki bu iki zıt kutbu ortada bir yerde buluşturabilenler ise, tutarlı bir şahsiyet kazanacak, kalıcı eserler verecek, iz bırakacak ve çığır açacaktır. İmtihanımızın düğümlendiği noktalardan biri tam burasıdır.
Fıtratımıza katılan bu maya, bilhassa kitap okuma serüveninde bir handikap olarak karşımıza çıkar. Hem çok fazla şey okumak isteriz, sürekli kitap satın alırız, kütüphaneler kurarız, dört yanımızı kitaplarla doldururuz… Hem de kitaplar arasında dolaşırken bir türlü istediğimiz kıvamı yakalayamayız, kitapların sayısı artarken okunacak metinler masamızda ve kütüphanemizin raflarında mahzun mahzun bizi seyreder…
Peki, dengeyi nasıl bulacağız? Okuma konusunda istikrara nasıl kavuşacağız? Fıtratımızdaki sonu gelmez emellerle sabırsızlığımızı hangi düzlemde buluşturacağız? Faydası tartışılmaz okuma eylemini, en verimli biçimde nasıl hayata geçireceğiz?
Bu soruların hepsine cevap olarak, okumanın usulüne ve tabiatına dair bazı noktalara işaret etmek istiyorum:
Evvela, yayınlanan her kitabı okumaya ömrümüzün yetmeyeceği gerçeğiyle yüzleşeceğiz ve meseleyi zihnimizde normalleştireceğiz. 200 yıllık ömrümüz olsa, soluk almadan devamlı okusak, sadece ibadetlere vakit ayırıp zamanımızın kalanını tümüyle kitaplara hasretsek bile, yazılan ve basılan eserlerinden arkasından hiç yetişemeyeceğiz. Bu gerçeği soğukkanlılıkla kabullenmek, kitaplara ve yazılı metinlere daha makul bir noktadan bakmamıza yardımcı olacaktır. Özellikle “kitap kurdu” tabir edilen insanların çoğu bu dengeyi kuramaz ve hiç kazanamayacakları bir yarışın stresiyle ömürlerini geçirirler. Bilgiye, ilme ve irfana mağlup olacağımız hakikati, dünyanın sırlarından biridir.
Kitap satın alma ve biriktirme işinin bir hastalık derecesine varmamasına dikkat edeceğiz. Bunun çaresi de, kitapları ehliyle paylaşmaya alışmaktır. Biriktirilen, köşeye yığılan ve paylaşılmayan her şey, bu kitap bile olsa, bir süre sonra insan ruhuna darlık vermeye başlar. Paylaşılmayan şeyler, zamanla başa bela olur. İnfak, ruhu hafifletmek ve eşyayı yerli yerine koymak için verilmiş bir emirdir. Ve kitaplar da muhakkak infak edilmelidir. El sürmediğimiz, faydalanıp bir köşeye kaldırdığımız veya artık ilgi alanımızın dışında kalmış kitapları başkalarıyla paylaşmak, kitaba karşı daha dengeli ve fıtrî bir alakanın oluşmasına yardımcı olacaktır.
Kitapları “bizi ilgilendirenler” ve “bizi ilgilendirmeyenler” olarak tasnif edecek, ömrümüzün kısalığını da düşünerek ilgi alanlarımıza yoğunlaşacağız. Eline geçen her şeyi plansız ve düzensiz biçimde okuyan insanlar, abur cuburla beslenen kişilere benzer. İntizamsız ve hedefsiz okumak, beklenenin aksine, zihnin ve kalbin bulanıklaşmasına yol açar. Her işte olduğu gibi, okumada da somut hedefler, pratik sonuçlar ve bir yol haritası önemlidir. Bunları belirlemeden yola çıkan kişi, malumatlar yığınının ortasında istikametini kaybedebilir.
Okumanın sürekli bir eylem olduğunu hiç unutmayacağız. Her gün en az 30 dakikamızı, düzenli ve istikrarlı bir biçimde okumaya tahsis edeceğiz. “En hayırlı amel, az da olsa devamlı yapılandır” ölçüsü, okuma için de pekâlâ geçerlidir. Bayram demeden, tatil demeden, her gün sabit bir vakti okumaya ayırmazsak, ufkumuzun pencereleri açılmayacaktır. Günümüzde kitap okumaya odaklanmak için sakin bir vakti gözetmek, çok yaygın bir bahanedir. Ancak çoğu kez böyle vakitlerin hiç gelmediğini, vakit içinde vakit oluşturmak gerektiğini fark etmek durumundayız.
Ve son olarak, okuduklarımızı kalıcı hale getirmek ve zihnimize yerleştirmek için başkalarıyla paylaşacağız. Bunun kitap özeti çıkarmak, küçük denemeler ve kritikler yazmak, arkadaşlar gruplarında içerikleri anlatmak, yazılan bir metinde o içeriği kullanmak gibi çeşitli yöntemleri bulunabilir. Okuduklarımızı aktarmak hem bizi geliştirecek hem de çevremizdeki insanlara fayda sağlayacaktır. Okunanların hayatın içine aktarılması, bilginin kalıcı hale getirilmesinin en kestirme yoludur.
***
“Peki, ne okuyalım?” sorusunun cevapları için, nasipse 16 Mart Cumartesi günü “Ramazan takvimi-II” başlığı altına bu köşede buluşalım.