8.Enfal Suresi 35. ayet, “müşriklerin Kabe’nin yanındaki namazlarının ıslık çalmak ve el çırpmak suretiyle olduğu” şeklinde meallendiriliyor. Kanaatimce bu meal yanlış olup, doğru meali “müşriklerin kabenin yanındaki namazları kendilerince Allah katında kabul oluyorken (mukaen); şirkleri, kötü amelleri ve üzerlerine düşen salih amelleri yapmamaları nedeniyle Yüce Allah’a ulaşması engelleniyor (tesdiyeten); onların namazları dağın yanında bağırıpta, o bağırışı yankıyla geri dönen kişinin durumu gibidir” şeklinde olmalı. Bu meale, mukaen teriminin olmak manasındaki kane kökünden, tesdiyeten teriminin ise, engellenmek–alıkoymak manasındaki sade kökünden geldiği kanaatiyle ulaştım.
Müşriklerin namazlarının kabul edilmemesinin nedeni, hem 8.Enfal Suresi 34’ten 36’ya, hem de 9.Tevbe Suresi 17’den 22’e kadar olan ayetlerde ayrıntılı olarak açıklanıyor. Şirk, bozuk - kötü (fasid-sui) amel işlemeleri ve üzerlerine düşen salih amelleri yapmamaları. Bu ayetlerde, şirkten ari olmayan bir iman, bozuk (fasid) ameller ile infak ve cihad gibi toplumsal ıslah çabası içermeyen amellerin, Allah için yapılan namaz ve hac gibi sembolik ibadetlerin - amellerin kabulüne engel olduğu açıklanıyor. Şirk ve bozuk (fasid) amel, namaz ve hac gibi sembolik ibadetlerin kabulüne engel olduğu gibi, diğer salih amelleri de geçersiz kılıyor.
2.Bakara Suresi 183’ten 187’ye kadar olan ayetlerde, Ramazan ayında tutulan oruçla ilgili gerekli ve yeterli bilgi verilmiştir. 177’den 183’e kadar olan ayetlerde iman ve güzel ahlak, namaz ve infak, kısas, vasiyet gibi konularda bazı hükümler açıklanmışken, müteakip 188. ayette, Müslümanlar insanların mallarını haksız bir yolla yememeleri konusunda uyarılmışlar iken, 189. ayette ise ayın evreler halinde görünmesinin hikmetleri açıklanmıştır. Ayette, hac dönüşü evlere arkalardan girmek gibi hikmetsiz uygulamaların Allah katında bir değeri olmadığı vurgulandıktan sonra, aslolanın bu tür hikmetsiz batıl inanışlar değil, hakka uygun hikmetli davranışlarla Allah’ın azabından korunmak olduğu vurgulanmıştır.
Takip eden ayetlerde ise, Allah yolunda cihadın farziyeti, saldırıya karşılık vermede aşırı gidilmemesi, Allah yolunda gerektiğince infak edilmesi, başlanılan hac ve umrenin tamamlanması ile ilgili emirler yer almıştır. Sadece 2.Bakara Suresi 177’den 203’e kadar olan ayetlerin okunması bile, islamın hayatın her alanında yaşanması gereken bir din olduğunu açıkça ortaya koyuyor aslında.
Günümüzde, halkımızın kahir ekseriyetinin oruç ve ramazan ayı ile ilgili sembolik - şekli hususlara titizlikle riayet ettiği gözlemlenmekte, gerek oruç tutanların sayısı, gerekse oruçla ilgili hususlarda bilinçlenme ve riayette bir ilerleme kaydedildiği görülmektedir. Lakin, aynı ilerlemenin kulluğun her boyutunda gösterildiğini söylemek maalesef mümkün değildir.
Öncelikle, müşriklerin namazlarının kabulüne engel olan ilk husus olan şirk konusunu ele alalım. Şirk konusunda değil halk bazında, geleneksel islami anlayışa sahip cemaatler bazında bile halen çok büyük şirk unsurlarının (evliya ve yatır inanışları, nuru Muhammed anlayışı vs.) tevhid ve gerçek din diye benimsenmekte ve ısrarla savunulmakta olduğu görülmektedir.
Oysa yüce Allah, 4.Nisa Suresi 48. ayette, şirki (vazgeçilip tevbe edilmedikçe) affetmeyeceğini, bunun dışındaki günahları dilerse affedebileceğini beyan etmiştir. Öyle ki, 6.Enam Suresi 88. ayette, eğer şirk koşsalardı peygamberlerin bile amelleri heba olurdu diyerek, konunun önemine vurgu yapılmıştır.
Müşriklerin namazlarının kabulüne engel olan ikinci husus olan bozuk - kötü ameller (fasid -sui amel) işlemeleri hususuna gelince, zina, çıplaklık, faiz yemek, iftira, gıybet, vs. gibi bu tür kötü ameller, maalesef halkımızın düzenli namaz kılan ve oruç tutan kesimi arasında bile, çeşitli derecelerde olmak üzere çok yaygın olarak işlenmektedir.
Mesela, fiili zina düşük düzeylerde işlenmekte iken, islami örtüye riayet etmemek halkın yarısından fazlasında hakim uygulama haline gelebilmektedir. Müstehcen neşriyat, sesli ve görüntülü yayınlardan uzak durmamak noktasında bu oran % 90’lara kadar ulaşabilmektedir.
Müşriklerin namazlarının kabulüne engel olan diğer husus olan, üzerlerine düşen zekat, cihad gibi sosyal ıslah amaçlı salih amelleri işlememeleri hususuna gelince; halkımızın bu taraklarda pek bezinin olmadığı; hele cihadı islami bir amel olarak bile görmediklerini müşahade etmekteyiz. Tüm bu durum ortada iken, insanların huzur ve sükunetle ramazan ayında oruç tutup, kendilerini Allah’ın sevgili kulları olarak görmeleri, yanılgı değilse nedir?
Uzaklara gitmeye gerek yok, hemen yanı başımızdaki Suriye’deki Müslümanların başlarına gelenler ve değil halkımızın ekserisinin, islami cemaatlerin ve hatta tevhidi İslamcıların bile bu duyarsızlığı ve hatta zaman zaman mazlumları suçlamaları neyle izah edilebilir?
Şu günlerde Burma’da (Myanmar) Budist putperestlerce yüzlerce Arakanlı Müslüman katledilip, kızlarına tecavüz edilirken, Kudüs adım adım Yahudileştirilirken, Filistin ve Mescidi Aksa’nın korunması birkaç milyon Filistinliye bırakılmış iken; halkımızın bu ramazan teveccühü, beleşten cennet kazanma arzusundan değilse, hangi saikten kaynaklanıyor olabilir?
Yarı çıplak sokaklara çıkıp da oruç tutmak, müstehcenlik ve zina içerikli filmlerin karşısında yada kahvelerde kumar oynayarak sahur beklemek, ramazan ve oruçla nasıl bağdaştırılabilir?
Evet halkımızın bu durumu ölümcül bir yanılgıdır. Tıpkı 9.Tevbe Suresi 19. ayette açıklanan, müşrik Arapların hac görevlerini yapmaları nedeniyle kendilerini Allah yolunda cihad eden mü’minlerden üstün görmelerine benzeyen bir yanılgı. Günümüzde halkımızın ekserisinin, gençliklerinde 25.Furan 43 ile 45.Casiye Suresi 23. ayetlerde açıklandığı gibi heva ve heveslerini ilah edinerek yaşadıktan sonra, ihtiyarlayınca kılmaya başladıkları namazlar ve yaptıkları haclarla Allah indinde kıymet kazandıklarını düşünmeleri gibi büyük bir yanılgı.
Bir ömür boyu Allah’ı hesaba katmadan gönlünce(!) yaşayanların, hayattan her türlü heveslerini aldıktan ve artık hevalarının arzusu bittikten sonra hacca gidip, tertemiz olduklarına inanarak ve kendilerini gerçek dindarlar hissederek memlekete dönmelerindeki ömürlük yanılgının, senelik periyotta tekerrür eden bir yansımasıdır ramazan yanılgısı.
Genelde bu memlekette insanların çoğunluğu heva ve heveslerince (gönüllerince!) yaşar, hevesleri sönüp gidecek bir yerleri kalmayınca, cami köşelerinde pineklemeye başlarlar. Üstelik de, okudukları takvim yapraklarından öğrendikleri “dini” bilgilerle ahkam kesmeye, hayatlarını Allah’a adayan Müslümanları beğenmemeye ve eleştirmeye başlarlar.
Tüm bu ölümcül yanılgılarda en büyük sorumluluk, öncelikle diyanet teşkilatı ve personelinindir. Kendileri az çok amel iman ayrımının yanlışlığını bilmekte iken, maalesef halkın yukarıda saydığımız yanılgılarına yeterince müdahale etmemekte, suya sabuna dokunmadan, devletin ve cemaatin öfke ve gazabını çekmeyecek sudan meselelerden bahisle günü kurtardıklarını sanmaktadırlar.
Aynı hatayı günümüzdeki en büyük ve medyatik geleneksel islami cemaatte de görüyoruz. İnsanların gönlünü kazanarak büyümek uğruna, nabza göre şerbet verme taktiğiyle, halkımızın ramazan ve diğer yanılgılarını, açıkça eleştirmemek suretiyle dolaylı olarak meşrulaştırmakta; halkımızın bu tür yanılgılarla avunmasına çanak tutmaktadırlar.
Biz tevhidi Müslümanlar olarak, bu yanlış tutumlardan uzak durmak, halkımızı ramazan ve diğer yanılgılar konusunda açıkça (mubin) olarak uyarmak zorundayız. Bu halk kendince doğru bildiği şekilde islamı yaşadığını sanmakta olan gafil (gerçek islamdan habersiz), uyarılmaya (inzar) ihtiyacı olan bir halktır.
Halkımız bir şekilde iman ve amelin ayrı olduğuna, günahların imana zarar vermeyeceğine, günahkar olarak yaşayıp ölse bile, eninde sonunda bir şekilde (şefaat, cehennemde günahları nisbetince yanıp cennete geçme gibi) cennete gireceğine inandırılmış, inanmıştır. Ne yazık ki, hiç çıkmamak üzere cehenneme girmesine sebep olacak bu ölümcül yanılgı konusunda ciddi bir uyarıya (nezir–inzar) muhatap olmamaktadır.
Uyarılmak bir yana, resmi yada gayri resmi, kendilerini uyarmakla görevli kişi ve mercilerce çeşitli hesaplar neticesi, çeşitli ninnilerle iyice uyumaları ve uyanmamaları sağlanmaktadır. Bizler de aynı hatayı tekrarlamamalı, halkımızı tüm imkanları ve yolları kullanarak uyarmaya çalışmalıyız ki; 7. Araf Suresi 164. ayette açıklandığı üzere, belki halkımız sakınır, sakınmasa bile bizler için Rabbimiz katında uyarı (inzar) görevimizi yaptığımıza dair bir özrümüz olur.