Kur'ân-ı Kerim'de Ramazan, Kur'ân ve oruç, aynı âyette birlikte zikredilir: "Ramazan ayı ki, insanlar için dupduru bir hidayet kaynağı, ayrıca apaçık hidayet delilleri ve hakkı bâtıldan ayıran ölçüler olarak Kur'ân o ayda indirildi. Artık sizden kim bu aya şahit olursa onu oruçla geçirsin." (Bakara Sûresi/2: 185)
Âyet-i kerime, bir tercihe göre, manâ itibariyle başında bulunan müpteda (başlatıcı) "Bu" veya "O" zamirini hazfedip, "Ramazan ayı" tabiriyle başlamakla Ramazan ayına dikkatleri çeker ve bizi, doğrudan doğruya bu mübarek ayla karşı karşıya getirir. Sonra da, bu ayın önemini ifade sadedinde Kur'ân'ın (doğruyu bulmaya niyeti olan) bütün insanlar için hidayet kaynağı, ayrıca, apaçık hidayet delilleri ve hakkı bâtıldan ayıran ölçüler olarak Ramazan ayında (genel kabûle göre) Levh-i Mahfuz'dan dünya semasına indirildiğini, dünyayı şereflendirdiğini beyan buyurur. Ardından da, hem takip, hem sebep ifade edebilecek bir tarzda "Artık sizden kim bu aya şahit olursa onu oruçla geçirsin." emri gelir. Âyet, öyle bir üslûba sahiptir ki, Ramazan ayı, asıl şerefini Kur'ân'ın o ayda indirilmesinden almakta ve sanki bu şereflenişin şükrü olarak insanlara o ayda oruç emredilmektedir. Nitekim, orucun önceki ümmetlere olduğu gibi Hz. Muhammed Ümmeti'ne de farz kılındığını ifade eden iki önceki âyet, orucun farz kılınmasının hikmetlerinden olarak takvaya, günahlara karşı korunup, nefsi günahlardan uzak tutup, Cenab-ı Allah'ın koruması altına girmeye dikkat çekerken, üzerinde durduğumuz âyet ise "Umulur ki, şükredersiniz!" fezlekesiyle biterek, şükrü nazara vermekte, orucun şükür manâsı taşıdığını da vurgulamaktadır. Yani, Ramazan, asıl şerefini Kur'ân'da bulmakta ve oruç, bir yanıyla Kur'ân için şükür manâsı taşımaktadır.
Bir âyet-i kerimede Peygamber Efendi-miz'in kavminden "Bu kavim, Kur'ân'ı mehcûr kıldı!" (Furkan Sûresi/25: 30) diye şikâyet ettiğini, Âhiret'te şikâyette bulunacağını okuyoruz. "Mehcur", kendisinden hicret edilen demektir. Hicret, Allah'a tevhid üzere ibadet edilemeyen küfür diyarından yapılır. Ayrıca, cihad gibi iki boyutu olan hicretin de bir boyutunu ifade eden "Muhacir, günahlardan hicret edendir." hadis-i şerifinde beyan buyurulduğu üzere, günahlardan yapılır. Evet, Kur'ân'a şeytanın ezandan kaçtığı gibi kendinden kaçılacak günah muamelesi yaptık; kendisine sırt dönüp uzaklaşılacak küfür diyarı muamelesi yaptık. Âsi ümmet olarak, Kur'ân'ı arkamıza attık ve Kur'ân bir vadide hayat dolu olarak akıp giderken, biz, başka vâdide cemadât gibi donduk kaldık. Donduk kaldık da, üzerimizden yol geçmeyecek dağlar gibi iken, her gelenin ezip geçtiği çakıl yığınlarına döndük.
Kur'ân ve dolayısıyla oruç ayı, oruç ayı olarak takva ve şükür ayı olan her Ramazan, Kur'ân'a bir defa daha özür elimizi uzatma ayı olmalıdır. Ümmet olarak Kur'ân'sız geçen asırlarımıza istiğfar, fert fert Kur'ân'sız geçen günlerimiz için tevbe ayı olmalıdır. Sırtımızı dönüp, geriye bakmadan kendisinden kaçtığımız Kur'ân'a tam bir tevbe ve inabe ile dönüp, onu kucaklama, bağrımıza basma, onunla bütünleşme ayı olmalıdır. Tokluktan ve rahatlıktan büyümüş karınlar ve kırmızılaşmış yüzlerle değil, açlığın tadıyla ve Kur'ân'dan uzak kalmanın ızdırabıyla solmuş yüzler ve boşalmış, içine çekilmiş karınlara hakim kalblerle Kur'ân'ı keşfetmeye çalışma, onu hayatımıza hayat yapma adımını atma ayı olmalıdır. Kur'ân'ı ibadet için her gün eline almayan eller, kirli ellerdir; her gün okumayan ağızlar, kirli ağızlardır; onunla hemhal olmayan, Allah'ın her birimize gönderdiği, her an göndermeye devam ettiği bu Mektubu'nu kapasitesince anlamaya çalışmayan kalbler ve zihinler, isli, paslı ve ölü zihinler ve kalblerdir. Bu elleri ve ağızları temizlemeye, kalbleri ve zihinleri arıtıp diriltmeye, günahları yakmaya sadece oruç yetmez; bu temizlik ve diriliş, Kur'ân'la bütünleşmiş oruçlar ister.
Her bir Ramazan, yepyeni ve gerçekten diri bir hayat için fırsattır ve bu fırsatı kullanmanın yolu oruç ve Kur'ân'dır.
ZAMAN