“Ey iman edenler, Allah'tan korkun. Herkes yarın için neyi takdim ettiğine baksın. Allah'tan korkun. Hiç şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Allah’ı unutan, bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın.” (Haşr, 59/18-19)
Modern hayat tarzı insanı sürekli bir koşuşturmaya, mücadeleye ve yorgunluğa sevk ediyor. İnsanların kahir ekseriyeti peşinde koştukları hedeflerle adeta boş bir kuyuyu doldurmaya çalışıyor gibiler. Ve bu tempo insana yaratıcısını ve yaratılış gayesini unutturuyor.
Dikkat etmezsek, teyakkuzda olmazsak bu tüketici temponun bizleri de kuşatması, içine çekmesi zor değildir. Bilincimizi uyanık tutma hususunda zaaf gösterdiğimizde, salih insanlarla beraberlik ve salih ortam arayışında gevşek davrandığımızda sıradanlaşma, asli hedeflerden uzaklaşma ve dünyevi kaygılara teslimiyet sonucuyla karşılaşmak kaçınılmaz sonuçtur.
Unutanlardan ve Unutulanlardan Olmamak İçin Çaba Sarfetmek
Hiç kuşkusuz içinde yaşadığımız toplumsal düzen bize Allah’ı hatırlatan, daha güzel bir kulluğa yönelten, takvaya sevk eden bir düzen değildir. Bilakis hayatın amacı hususunda yanlış öncelikler sunan, başarıyı sürekli biçimde mal, mülk, şöhret, konfor ve benzeri dünyevi kazanımlarla ölçen ve varlık sebebimizi asli manada değersiz olan şeyleri elde etmeye ve bunları tüketmeye indirgeyen bir yaklaşım dayatmaktadır.
Bu bakış açısı Allah Teala’yı lafzen yaratıcı, ilah, Rab olarak kabul etse de pratikte O’nun bildirdiği ölçü ve esaslar zaviyesinden hayatı takdir ve tanzim etmeye yanaşmaz. Hududullahın temel kriter olarak hayatı yönlendirmesini kabullenmez. Nefsi arzular ile muhkem ölçüler çatıştığında “yapacak bir şey yok” ya da “herkes böyle yapıyor” diyerek muhkem hükümleri kenara iter ya da tevil yoluna sapar.
Bu tutumun devamı ise hududullah hassasiyetinin marjinal alana sıkışması, giderek buharlaşmasıdır. Adeta yaşanılan gelişmelere, gündelik hayatta karşılaşılan pek çok duruma, soruna ilişkin olarak Allah Teala herhangi bir hüküm vazetmemiş, ölçü koymamış gibi bir davranış sergilenir ve devamında Allah Teala tümüyle unutulur.
Ve Allah azze ve celle kendisinden yüz çeviren, kendisini unutanları unutulmuşluğa terk eder ki işte bu tam bir hüsran halidir. (Haşr, 18-19)
Araf suresinin 51. ayetinde ise şöyle boyrulur: “Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, biz de bugün onları unutacağız.(felyevme nensahum kema nesu likae yevmihim haza)”
Elbette Allah’ın unutması bir şeyi hatırlamakta acziyet anlamında olmayıp, Rabbu’l-Alemin’in kendisini unutanları nimet, ihsan ve rahmetinden mahrum etmesi demektir.
Hayra Ulaştıracak Vesileleri Çoğaltmak
Bize Allah Teala’yı unutturan bir hayat tarzından, temposundan, atmosferinden kendimizi de, yakınlarımızı hassasiyetle muhafaza etmeliyiz. Bunun için namaza özen göstermeliyiz. Allah Teala’nın salih kullarıyla dostluğa, muhabbete yönelmeli, her işimizde Müminlerle beraberliğe önem vermeliyiz. Bize ahireti hatırlatacak, Rabbi unutturmayacak, gündelik hayat tempomuz içinde bizi O’nun rızasına uygun amellere sevk edecek vesileleri çoğaltmalıyız.
İşte Ramazan da bu çerçevede güzel bir vesiledir, değerlendirmeyi bilirsek günahlarımızdan, zaaflarımızdan arınmak ve eksiklerimizi gidermek için bir fırsattır. Rabbimiz layıkıyla istifade etmeyi hepimize nasip buyursun.
Yaklaşık üçte biri şimdiden geçti. Biliyoruz ki hızlı biçimde tamamı da geçecek. Ömrümüz gibi, nasıl geçip gittiğini anlayamayacağız. Bu yüzden acele edelim, ertelemeyelim, gevşek tutmayalım. Oruçla karşıladığımız Ramazan’ı nafile ibadetlerle, teravih namazlarıyla, infakla güzelce değerlendirelim. Yakınlarımızı, kardeşlerimizi arayıp soralım, onlara ikram edelim, davetlerine icabet edelim.
Mutlaka dargın olduğumuz, uzak düştüğümüz birileri vardır. Eğer bu mesafe Allah için, O’nun dinine düşmanlık, azgınlık sebebiyle zaten olması gereken bir mesafe değil de, şahsi birtakım ihtilaflar, kırgınlıklar, çekişmelerden kaynaklanan şeylerse, velev ki haklı da olsak görmeden gelelim, unutalım, yalnız Allah rızası için hakkımızı helal edelim. Resulullah (s) şöyle buyurmuştur: “En faziletli amel, seninle ilişkisini kesenle irtibat kurman, sana karşı cimrilik yapana vermen, sana ağır konuşanı bağışlamandır.” (Müsned)
Kusurları affedelim ki o dehşetli hesap gününde Rabbimiz de bizim kusurlarımızı, günahlarımızı affetsin, bizi bağışlasın! Cerir’den rivayet edildiğine göre Resulullah şöyle buyurmuştur: “İnsanlara merhamet etmeyen kimseye, Allah azze ve celle merhamet etmez.” [Buhari; Müslim]
Nefsimizin Telkinlerine ve Şeytanın Tuzaklarına Karşı Uyanık Olmak
Ve çok dikkat edelim, yapıp etmelerimizle ilgili olarak şeytan bizi aldatmasın, nefsimiz birtakım mazeretler sırlayarak bizi hayırlı amellerden alıkoymasın. Mesela yapmaya niyetlendiğimiz işlerle, yapmamız gereken vazifelerle ilgili olarak “mecbur değiliz, zaten bir şey değişmez” duygusuna bizi sürüklemesin. Ya da daha iyisini yapma, daha güzelini ifa etme, daha hayırlı olanı tercih etme imkanı varken bizi “bu kadarı yeter” vesvesesi ile kandırmasın.
Bilelim ki her iki hal de aldanma ve sonuç itibariyle kayıp demektir.
Mesela hayırlı bir çabaya davet ediliyoruz ya da kendimiz bir şeyler yapmaya, bir hayrın parçası olmaya niyetleniyoruz. Ama nefsimiz bize bunu zorlaştırıyor. İnfaktan nafile namazlara kadar her şekilde karşılaşabileceğimiz şeyler olabiliyor bunlar.
Birlikte yapacağımız bir dersi, bir eylemi, bir ziyareti düşünelim. Nefsimiz bize bunu gereksiz bir çaba, boşa yorulma vb. şekillerde sunabiliyor ve gözümüzde değersizleştirebiliyor. “Ne gerek var, vakit yok, meşguliyetin çok, olmasa da olur” şeklinde bizi geri durmaya itebiliyor. Böylece yapacağımız amelle ilgili olarak kalbimizi şevk ve coşku yerine atalet, anlamsızlık duyguları kaplıyor.
Bünyede sürekli bu tür duyguların birikmesi neticesinde ise geçmişte sağlam bir duruşu olan, bir dava hassasiyeti olan nice Müslümanın kendisini yorgun ve bezgin hissetmeye başladığına şahitlik ediyoruz.
Salih amellerin küçük görülmesi ve hayırlı çabaların bu şekilde değersizleştirilmesi sonuçta anlamsızlık duygusunu geliştiriyor ve hayır yolunda yapılan edilen hiçbir şeyden lezzet duymamaya sebebiyet verebiliyor. Ve nihayette kişiyi çoraklaştırıyor, değersizleştiriyor.
Oysa bizler Allah için atılan her adımın değerli olduğuna, bizi sonsuz ahret mutluluğuna taşıyacağına iman ediyoruz. Dolayısıyla nefsimizin fısıldadığı kötülüklere teslim olmamalı, her daim bilincimizi harekete geçirmeliyiz ki bu tür zaaflara yenilmeyelim.
Bazen de şeytan bizi yapılanla yetinmeye iterek hayırdan, salih amellerden alıkoyuyor. Rabbimize bahşettiği sonsuz nimetler için ne kadar şükretsek, O’nun lütfuna, keremine layık olmak için tüm hayatımızı secdeyle, tesbihle, zikirle, taat ve ibadetle doldursak yine de gereğince kulluğumuzu ifa etmiş olamayacağımızı biliyoruz.
Ama buna rağmen zaman zaman şeytanın telkinine, yönlendirmesine yenik düşüyor ve yapıp ettiklerimizi yeterli görebiliyoruz. İmkanımız varken, daha fazlasını yapma fırsatı varken başkalarına, bizden daha zayıf, daha zaaflı durumdaki birilerine bakıp ‘bu kadar yeter’ diyebiliyoruz. Bunun yanlış bir kıyas olduğunu unutuyoruz.
Örneğin namaz için kalktığımızda ve vakit konusunda bir sorun da yokken, “nasılsa farzı cemaatle eda edeceğiz, nafileyi kılmasak da olur” diye düşünebiliyoruz. Örneğin akşam iftar sofrasında kardeşlerimizle bir araya geliyor, sohbet ediyoruz ama birlikteliğimizi Teravih namazı ile taçlandırmayı ihmal edebiliyoruz.
Ümmet dayanışması adına ya da bir zulme, haksızlığa tepki verme kaygısıyla yapmayı düşündüğümüz bir eylemi “kısa bir süre önce aynı konuda bir şeyler yapmıştık” gerekçesiyle gereksiz bulabiliyoruz.
Halbuki tüm bu ve benzeri salih amellerin, ibadetlerin bize hayır kapılarını açacağını, bizi Rabbimizin rızasına yaklaştıracağını biliyoruz.
Hayırlı Amellerde Hırslı Olmak
Özetle yürüme imkânı varken oturanlara bakıp oturmanın, koşma imkanı varken yürümekle yetinmenin bir eksiklik olduğunu, bize kaybettirdiğini bilmeliyiz. Neden daha güzel bir kulluk yapma ve daha çok ecir elde etme fırsatı varken azı tercih edelim ki? Oysa Rabbimiz hayırlı amellerimizi çoğaltmamızı emrediyor.
Resulullah (s) hırslı olmayı bize öğütlüyor. Ebu Hureyre rivayetiyle Müslim’in Sahih’inde naklettiği bir hadiste şöyle buyruluyor: “Sana fayda verecek şeyler için hırslı ol. Allah'tan yardım iste! Âciz olma!..”
Rabbimiz bizi unutanlardan, ihmal edenlerden, yorulanlardan değil, yaşadığımız bu günleri en güzel biçimde değerlendirenlerden eylesin!