Ramazan ayında yaşadığımız güzellikler

Mehmed Paksu, Ramazan ayının sağladığı iklimin kaybettiğimiz değerleri hatırlamak adına çok önemli olduğunu aktarıyor.

Mehmed Paksu / Zafer Dergisi

Ramazan ayında yaşadığımız güzellikler

Ramazan ayının Cenab-ı Hak katında çok ayrı bir yeri vardır. Yüce Rabbimiz, Kendisine muhatap olarak seçtiği kullarına sonsuz rahmetinin en geniş tecellilerini bu aya özel olarak ayırmıştır.

Başta Kur’ân-ı Kerim olmak üzere diğer semavi kitapların bu ayda indirilmiş olması, Ramazan’ın kıymet ve kutsallığını daha artırıyor.

Mü’minler, İlahi bir ihsan olarak bu günleri birer güzel fırsat bilerek değerlendirme, Rablerine olan kulluk derecelerini gösterme, Ona muhatap olabilme gayreti içine girerek, tam bir ihlas ve şuurla ibadet ve duaya koşarlar.

Peygamberimiz Ramazan’dan bir gün önce Sahabilere yaptığı bir konuşmasında Ramazan ayının özelliklerini şöyle sayıyordu:

“Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.

“Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.

“Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.

“Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.

Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.

“Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir.

“Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını artıracak aydır.” (et-Tergib ve’t-Terhib 2:94-95)

Ramazan ayının ilk gününde Peygamberimiz bu ayı şöyle anlatıyordu:

 “İşte bereket ayı olan Ramazan geldi. Artık Allah’ın rahmeti sizi kuşatır. Bu ayda yeryüzüne bol bol rahmet iner. Günahlar affedilir, dualar kabul olunur.

“Allah sizin iyilik ve ibadette yarışmanıza bakar da, bununla meleklerine karşı iftihar eder.

“Öyleyse kulluğunuzla kendinizi Allah’a sevdirin. Bu ayda asıl şaki olan, Allah’ın rahmetinden nasibini alamayan kimsedir.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:99)

Ramazan çok bereketli bir ay, çok verimli bir mevsim, çok kazançlı ve kârlı bir ticarettir.

Hangi ibadeti yapsak bir koyup bin alıyoruz.

Dünyada böyle bir ticaret var mı hiç? Yüz lira sermaye koyacaksınız, hemen anında yüz bin lira kazanacaksınız. Yüz koyup, bir sene sonra yüz lira kazansanız bile çok yüksek bir kazançtır.

Ramazan ayında bir gün oruç tuttunuz, bin gün oruç tutmuş gibi oldunuz.

Bir sayfa Kur’ân okudunuz, bin sayfa okumuş gibi oldunuz. Bir Kur’ân hatmi indirdiniz diyelim, bin hatim yapmış gibi oldunuz.

Bir gece teravih namazı kıldınız, bin gece kılmış gibi sayıldınız Allah katında.

Ramazan’ın Cuma gün ve gecelerinde bu sevap binleri geçiyor.

Allah’ın verdiği mükâfatı hiçbir insan veremez, vermeye imkânı da yok zaten.

Demek ki, Ramazan bir âhiret pazarı, bir âhiret fuarı. İbadetlerimizin bereketlenmesi için ilkbaharda yağan Nisan yağmuru gibidir.

Ramazan ayı boyunca insan melek gibi oluyor. Melekler bir şey yiyip içmezler. Biz de gündüzleri oruç tutuyoruz, bir şey yiyip içmiyoruz. Geceleri namaz kılıyoruz, Kur’ân okuyoruz, zikir ve tesbihte bulunuyoruz, İslâmi ve imani sohbetler yapıyoruz.

Sahurdu, iftardı, teravihti derken melekler gibi gecemiz gündüzümüz ibadetle geçiyor.

Böylece bir âhiret insanı oluveriyoruz. Nefsimizin sözünü değil, kalbimizin sözünü dinliyoruz. Şeytanın sözünü değil, Rabbimizin emirlerini dinliyor, büyük bir zevk ve şevkle yapıyoruz.

Cenab-ı Hak yeryüzünü bir sofra haline getirmiş. Her çeşit nimeti o sofrada dizmiş. Sayıya gelmeyecek, bitip tükenmeyecek kadar bolca vermiştir.

Bahçeler dolusu yüzlerce tür meyveler, ağaçların elleriyle elimize sunulan nimet içinde nimetler…

İftar saatinde fırınlardan sokaklara yayılan pide kokusu ve bu tazeliğe kavuşmak için sıra sıra insan manzaraları…

Hele o Ramazan sofraları ve Medine’nin canım hurması…

İmkânlarımız kadarıyla yer alırlar sofralarımızda, burcu burcu tüterek, şirin şirin içimizi açarak, acısıyla, tatlısıyla, katısıyla sulusuyla iştahımızı çekiyorlar.

Hep beraber oturduk sofraya, ailemizle, dostlarımızla, sevdiklerimizle. Sadece biz değil, bütün oruç tutanlar, yeryüzündeki bütün Müslümanlar, mü’minler oturmuş bekliyorlar iftar sofrasında…

Neyi bekliyorlar?

Buyurun, açın orucunuzu, yapın iftarınızı” emrini…

Emir kimden geliyor?

Bütün bu nimetleri verenden, bize rahmetinden gönderenden…

Sofraya konan yemeklere akşam ezanı okunmadan önce neden el uzatamıyoruz. Neden bir yudum su bile alamıyoruz?

Çünkü o nimetler gerçek anlamda bizim değil. Eğer bizim olsaydı, istediğimiz zaman, istediğimiz kadar yerdik ve kimse de karışamazdı.

Yemek için bir emir bekliyorsak, demek ki, o yiyecekler ve yemekler bizim değil. Emir veren kim ise, gerçek sahibi de O.

Ramazan bir yardımlaşma ayıdır. Bu ayda kalpler yumuşar, gönüller genişler, cömertlik hisleri canlanır. Varlıklı olanlar fakirlerin halini, ihtiyaçlarını kendileri de aç kalınca daha iyi anlarlar.

Çevremizde, mahallemizde, sokağımızda, belki de komşumuzda fakir fukara insanlar vardır. Bu fakirler içinde bir tas çorbayı, bir somun ekmeği dahi bulamayanlar, alamayanlar bile bulunabilir.

Kendi yakınımızda ve mahallemizde olmasa bile, başka yerlerde, ulaşabileceğimiz bölgelerde çok fakir insanlar yaşıyordur.

Hayatta hiç aç kalmamış, açlık sıkıntısını çekmemiş, açlık nedir bilmeyen, yediği önünde, yemediği arkasında olan birisi bu acı hali nasıl anlar?

Bunun tek yolu Ramazan orucudur. Bir ay boyu oruç tutunca, bazı günler iyice acıkacak, acından kıvranacak, ekmek bulamayan o fakir insan gibi bir dilim ekmeği özleyecektir. Hani denir ya, “Tok, açın halinden ne anlar?” diye. İşte böyle anlar…

Oruç günlerinde, tok insanlar da acıkacak ve açların acısını anlayacaklar. Böylece onların içinde yardım etme duygusu belirecek. Açları doyurma, ihtiyaçlarını karşılama gibi bir güzelliği tanıma imkânına kavuşacaklar.

İnsan kendi cinsine karşı şefkatli davranmakla gerçek anlamda bir şükür kapısını açmış olacaktır. Çünkü kim olursa olsun, kendinden daha fakir birisini bulabilir. Ona karşı şefkatle sorumlu olduğunu anlar.

Bu açıdan Ramazan, fakir fukaranın gözetildiği, yoksulların yardımına koşulduğu, yalnız ve kimsesiz insanların elinden tutulduğu bir mevsimdir.

Hayır yaparken, sadaka ve infakta bulunurken, bu işi yapanlar bundan çok büyük bir haz duyarlar ve zevk alırlar. Çünkü en sevaplı yardım ve sadaka bu ayda verilen sadakalardır.

Enes bin Mâlik’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamber Efendimize soruluyor:

“Hangi oruç daha faziletlidir?”

“Resulullah (asm), ‘Ramazan’a hürmeten Şaban ayında tutulan oruç’ diye cevap verdiler. Yine soruldu:

“En faziletli sadaka ne zaman verilendir?’

“Resulullah (asm), ‘Ramazan ayı içinde verilen sadakadır’ buyurdu.” (Beyhakî, 4:305)

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı