HAMZA TÜRKMEN
Arınma ve Tavır
Hablullah’ın bizlere uzatıldığı aydayız. Ramazan Kur’an’la şereflenip aydınlandığımız oruç ayıdır. Oruç ise itikadi ve ameli her türlü bozukluk ve çürümeye; fıtri ve ihtiyari her türlü sapma ve yozlaşmaya karşı nefsimizi daha çok arındırma ve şahsiyetimizi daha çok olgunlaştırma ve güçlendirme ayıdır.
İçinde itikâf sünnetinin de bulunduğu Ramazan ayında muhasebe, özeleştiri ve oto-kontrol ibadetlerimizde ne kadar derinleştiğimiz önemlidir. Ayrıca öncelikli hedef ve gelecek tasarımlarımızın tayininde sünnetullah’a ve kitabullah’a ne kadar ayak uydurduğumuza da bir bakmalıyız.
Bütün bunlardan sonra Ramazan’da ve Ramazan sonrasında İslam’ı yaşama ve yaşatma mücadelesinde daha iyi bir tanıklık yapmak önem kazanmaktadır. Bu doğrultuda mü’minlerle dayanışmamız ve i’sar yükümlülüğümüz konusunda da Ramazan’ı donanımlı olarak tamamlamak gerekli bir kazanımdır. Bizleri fıtratla ve vahiyle barıştırıp öz suyumuzu yeniden çoğaltacak bu türlü kazanımlara ihtiyacımız bulunmaktadır.
Örnek aldığımız Rasulullah’ın (s) risalet keyfiyeti arınma, olgunlaşma ve tanıklık görevlerimizi oldukça anlaşılır kılmaktadır. Sadece Müddesir Sûresi’nin girişindeki ayet kümesine bakmamız bile, günümüze uyarlamamız gereken temel ibadetleri belirginleştirici mahiyettedir.
İlk hitap “bürünme” halinedir. Türkiye’deki “tevhidi uyanış süreci” içinde yer alan büyük ekseriyet sahih ölçü, perspektif, hedef, istikamet, örneklik konularında yaşanan yetersizlik veya öncelikli hedef konusundaki abartılı hayallerinin sönmesiyle oluşan bir durgunluk ve şaşkınlık hali içindedir. İslamcılık olarak da nitelenen bu çizgide yer alanlardan önemli bir kesim fıtri ve vahyi ideal ve görevler açısından bugünün Türkiye’sinde büyük bir kafa karışıklığını yaşar halde görünmektedirler. Dünkü zaaflarımızdan arınmak için muhkem kazanımlarımıza tutunacak, kendimizi düşünce istikameti ve harekette “temel kaynağımız”la yeniden inşa edecek bir dinamizm yeterince yaygınlaşabilmiş değildir. Bu beklenen ve olması gereken müspet gelişme yerine “tevhidi uyanış süreci” içinde yer almış olan büyük nicelik, kalplerin paslanması hali ile yüz yüzedir. Gelişimini tamamlayamayan bu sürecin günümüze aktardığı elamanların çoğunda, temel değerlerimiz açısından büyük bir atalet ve çok kültürlülüğe öykünme hali söz konusudur. Çözülme ya da içe kapanma tutumlarıyla buruşan bu durgunluk veya yabancılaşma hali açıkçası “müddessir” hitabını celbeder durumdadır.
Ramazanda Kur’an’la temasımızın ve nefsimizi dinçleştiren “savm”ın, benliğimizde nasıl bir inkılabı dirilttiğini ve “büründüğümüz örtüler”den bizi ne kadar sıyrılabildiğini sorgulayabilmeliyiz.
Ve sonra Rabbimizi tekbir edebilmek… Rabbimizi tekbir edebilmek, geç öğrenilip de bazılarının terk ettiği “tuğyan” ve “tağut” kavramlarının gaybi ve ameli alanlarda işaret ettiği her türlü yalancı, saptırıcı ve çözücü tuzağa karşı “vahyi kimliği” belirgin ve diri tutmaya çalışmak demektir.
Bunun içinde kimliğimize ya da elbisemize sıçrayan her türlü kiri temizlememiz gerekmektedir. Rabbimiz “siyab”, yani elbise temizliğine işaret ederken, vücut-giyim temizliği ile nefis ve şahsiyet temizliğine birlikte işaret etmektedir. Nefis veya şahsiyet temizliğini de kapsayan bu mecazi anlatımın en güzel tefsiri ise Â’raf Sûresin’de -26. ayet ile- karşımıza çıkmaktadır. Rabbimiz Ademoğullarına çıplaklıklarını örtecek ve onlara zerâfet katacak elbiseden (riş) bahsederken, en önemli elbisenin ise “takva elbisesi” olduğunu belirtmektedir.
Takvasız bir elbise ise, erkek olsun kadın olsun kişinin ruhsuz cesedini süslemesinden farklı değildir.
Belirtildiği gibi takvaya ermek için tabii ki “rucz”dan, yani sonsuz azaba yol açan günahlardan “hicret” etmeliyiz. Buradaki hicret bir terki diyar hali değildir. Nefsimizde yeşerteceğimiz bir köklü değişim halidir.
Bu keyfiyet, nefsimizi kuşatıldığımız şartların kötülüklerinden uzaklaştırmak halidir. Bu, küresel kapitalizmin hedefleriyle içkin medeniyet arayışından veya “muasır medeniyet seviyesine ulaşmak” hedefinden ayrışıp, fıtri ve vahyi hedeflerin özgünlüğü ile güçlendirilecek bir direniş, ıslah ve inşa projesine hicret etmek demektir. Bizler, Ankebut Sûresi’nde anlatıldığı gibi Lut (a)’ın yaşadığı ruczdan, lutilikten uzaklaşırken “Ben Rabbime muhacirim” dediği gibi Rabbimizin doğrularına, fıtratın doğrularına, Kur’an’ın doğrularına ve Rasulullah’ın ahlakına hicret vesileleri aramalıyız. İçinde yaşadığımız mübarek Ramazan ayını da böyle bir hicret için vesile edebilmeliyiz.
Bugün Müslümanım diyen birçok insan iyiliği, güzel ahlakı, takvayı ruczdan yeterince arınmadan, hatta rucz içinde kurabileceğini düşünebilmektedir. Bugün siyasi erk, muasır medeniyet seviyesine ulaşmaktan bahsetmektedir. Sünnetullahla ilgili “her ümmetin bir eceli vardır” ayetine rağmen bugün birçok Müslüman camia, medeniyet mücadelesini ön plana almaktadır. Ölmüş hale gelen Abbasi, Selçuklu, Osmanlı medeniyetini savunmak ve bunları yaşıyormuş gibi göstermek; giderek ilerlemeci mantığın etkisiyle teknolojik ve ekonomik gelişmişliği savunmayı, giderek bu hali üst değer olarak algılamayı getirebilmektedir.
Bugün ekonomik ve teknolojik gelişmişliği kapitalizm ifade etmektedir. Kapitalizm demek haksız kazanç demektir. Kapitalizm demek insan emeğinin ve yer altı zenginliklerinin sömürüsü, tabiatın kirletilmesi, sonu kanlı savaşlara varan pazar-piyasa mücadelesi ve insanlığın tüketim nesneleri haline getirilmesi demektir.
Bireysel, ailevi ve cemaatsel açıdan imkânlı olmak tabii ki önemlidir. Kur’an’a bütünsel olarak baktığımızda Rabbimiz fakirliği değil, infakta bulunacak bir iradeyi, yani çalışan ve helal kazanan bir zenginliği önerir. Ama Mehmet Akif’in “tek dişi kalmış canavar” dediği var olan medeniyetin teknik ve ekonomik cazibesi kirlerle doludur. Mevcut medeniyeti yani Batılı yaşam tarzını veya batılı para kazanma yollarını sorgulamayan, şerh ve sınır koymayan bir yaşam ve iktidar anlayışı, bu alanda ruczu yeterince dikkate almamaktadır.
Takvalı olmak, dava adamı olmak, devrimci olmak ancak kuşatıldığımız medeniyet ve sistem içinde alacağımız tavır ve tutumla test edilebilir. İtikadi olduğu kadar ekonomik ve siyasi ruczdan da; tuğyandan da zulümden de; senem ve vesen yerine geçen çağdaş ikonlardan, marka ve imajlardan da; jest ve mimiklere yansıyan popüler ve boş söylemlerden de; liberal tüketim alışkanlıklarından da hicret edemeyen, bu tür kirlerden elbisesini, kimliğini temizleyemeyen bir insanın takvası da, devrimciliği de, dava adamlığı da taklitten, çifte kimliklilikten öteye geçemez.
Elbisesini veya kimliğini temizleme eylemi ile “pislik”ten hicret etme çabası birbirini tamamlayan eylemlerdir. Temizlik, ruczdan hicret ve Rabbi tekbir etmek keyfiyeti iman etmenin, muslihun ve şahit olmanın, devrimci tutumun ilk adımlarıdır. Nefsinde güzel ahlak, takva ve hikmetli tutum ile İslam inkılabını gerçekleştiremeyenlerin şahitliği de devrimciliği de sorunludur, yüzeyseldir, taklitçidir.
Ramazan ayında kendi nefsimizi tutma, arındırma ve terbiye etme talimimiz hayırlara vesile olsun.