Yıldıray Oğur’un Karar’daki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı yazısı (11 Ağustos 2018) şöyle:
Vatanseverlik Yapmaya Çalışırken…
4 Nisan 2013 günü Meclis, Türkiye’de yabancılar, sığınmacılar, iltica hakkı, oturma izni, geri iade gibi konulardaki hukuki boşlukları dolduran ileri düzenlemeler içeren Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nu kabul etti.
Mayıs 2012’den bu yana Meclis gündeminde olan kanun, göçmenler ve insan hakları konularında çalışan sivil toplum örgütleri ile görüşülerek hazırlanmıştı.
5 Haziran 2012 günü İçişleri Komisyonu’nun kanunu hazırlayan alt komisyonundaki toplantıya davet edilen sivil toplum örgütlerinden biri de İzmir merkezli Mültecilerle Dayanışma Derneği’ydi.
Kanunun hazırlık sürecine de danışman olarak destek veren, İçişleri Bakanlığı’ndaki hazırlık toplantılarına katılan derneğin başkanı, mülteci hakları konusunda barolarda eğitimler veren, sınır dışı edilen Özbek, Afgan, Çeçen göçmenlerin davalarına bakan İzmirli tanınmış bir avukat ve aktivistti. Daha sonra adını duyacağımız titriyle Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç.
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=457
Sık sık iltica ve sınır dışı vakalarına bakan Kılıç’ın telefonu 7 Ekim 2016 günü çaldı. Tavsiye üzerine kendisini ulaştıklarını söyleyen İzmir Alsancak’taki Diriliş Kilisesi’nden aradığını söyleyen bir kişi Alsancak Karakolu’nda hakkında sınır dışı kararı verilen bir rahip ile ilgili yardımcı olup olamayacağını soruyordu.
İş yoğunluğu olduğunu söylemesine rağmen arayan kişi ısrar edince karakola gitti.
Karakola vardığında rahip ve eşi, sınır dışı edilmek için Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde gönderilmek üzere kapının önüne gelmişti. Ayaküstü beş dakika konuştular.
Bundan sonraki kısmını Büyükada Davası’nın tek tutuklu sanığı olarak bir yılı aşkın bir süredir İzmir 1 Nolu T Tipi Cezaevi’nde tutuklu olarak yatan Taner Kılıç’ın gönderdiği mektuptan okuyalım:
“Kapıda ayak üstü 5-6 dakika kadar görüştük. Boynunda kaç kolyesi olan eşi de yanındaydı. Sınır dışı kararı her ikisi içindi. Cep telefonları ellerindeydi. Evlerinin kapısına “Karakola gelin” şeklinde semt polisi bir not bırakmış. Onlar da karı-koca kollarını sallayarak karakola gelmişler. Ve orada kendilerine haklarında bir sınır dışı kararı olduğu söylenmiş. Bana “20 yıldır Türkiye’de yaşadıklarını, Türkiye’yi sevdiklerini, ABD’de bir evlerinin olmadığını, çocuklarının Türkiye’de doğup, büyüyüp halen okumakta olduğunu, yanlış hatırlamıyorsam Türkiye’den ev aldıklarını ve uzun süreli yaşamak istediklerini, ABD’ye dönmek istemediklerini, hem de bu şekilde sınır dışı edilmelerinin çok onur kırıcı olduğunu, bu sınır dışı kararına karşı dava açmak istediklerini söylediler. Ben de 15 gün içinde dava açılabileceğini, sınır dışı işlemini tedbiren durdurabileceğimi, dava açılmaz ise işlemi kabul etmiş sayılacaklarını, üstelik belli bir süre Türkiye’ye giriş yasağı uygulanacağını söyledim. Ama tedbiren durdurulan sınır dışı işlemine karşı n kendilerini hemen Geri Gönderme Merkezi’nden çıkartmayı garanti edemeyeceğimi, duruma göre aylarca orada kalabileceklerini, oranın şartlarının da cezaevlerinden daha kötü olduğunu söyledim. Bana “sınır dışı olup, davayı öyle açsak olur mu” diye sordular. Ben de bunu tavsiye ettim. Böylece Geri Gönderme Merkezi’nin kötü koşullarında daha uzun kalmayıp ABD’de davanın sonucunu bekleyebilirler ve davayı kazandıklarında Türkiye’ye geri dönebilirlerdi... Vekalet bilgilerimi her ihtimale binaen cep telefonuna sms ile gönderdim... Benim bir daha irtibatım olmadı... Daha sonra irtibata geçen kilise sekreteri Umut Bey başka bir avukatla devam etmek istediklerini söyledi, bir borçları olup olmadığını sordu, ben de istemiyorum dedim. Bir daha görüşme olmadı. Ben tavsiye ettiğim gibi yapmışlardır ve ABD’ye gitmişlerdir diye düşünmüştüm. 8-10 ay kadar sonra Cumhurbaşkanı’nın ABD ziyaretinde Trump ile görüşmesinde rahip meselesinin konu edildiğini medyadan öğrendim. Medyada çıkan rahibin ismini kontrol ettiğimde 7 Ekim’de 5-6 dakika ayak üst görüştüğüm kişi olduğunu anladım ve şaşırdım.”
Avukat Kılıç’ın karakol çıkışında görüp beş dakika ayaküstü konuştuğu rahip, meşhur Rahip Brunson ve eşiydi.
Bu tanıklığın en şaşırtıcı tarafı, evlerine semt karakolundan gelen çağrı ile ellerinde telefonları, sırtlarındaki çantalarında daha sonra içinden çıkan yazışmalar iddianamede aleyhine delil olarak kullanılacak flash diski ile semt karakoluna giden ve burada sınır dışı kararını öğrenen Brunson ve eşinin Türkiye’den ABD’ye gönderilmemek için gösterdikleri çaba.
Halbuki, 2013 yılında Meclis’te kabul edilen Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’na göre Brunson çifti, sınır dışı kararının kendilerine tebliğ edildiği 7 Ekim 2016 günü, 15 gün içinde karara itiraz haklarından feragat ettiklerine dair bir belge imzalasaydı, ilk ABD uçağıyla ABD’ye gitmelerinin önünde hiçbir engel yoktu.
Ama onlar sınır dışı kararına 15 gün içinde itiraz etmek için avukat tuttular ve bunun sonucunu da Geri Dönüşüm Merkezi’nde beklemeyi tercih ettiler.
Yani PKK ve FETÖ’yle irtibatlı bir CIA ajanı iken yakalanan, 23 yıl kendini saklamış çok kritik, kripto bir casus olduğu iddia edilen Rahip Brunson, ABD’ye gitme fırsatını kullanmayıp, Türkiye’de kalmaya çalışmıştı.
O gün ABD’ye gitseydi, bütün bu olanlar kimsenin adını duymadığı bir papaz ve eşinin sınır dışı kararı olarak tarihte yerini alacaktı.
Nitekim Brunson çifti, açtıkları davanın sonucunu beklemek için 12 gün boyunca Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde kaldıktan sonra, eşi Norine Türkiye’den ayrılmamak şartıyla serbest bırakıldı Papaz Brunson ise 8 Kasım 2016 gününe kadar yani toplam bir ay daha burada tutulduktan sonra bir gece yarısı emniyete götürülüp FETÖ üyeliğinden tutuklandı.
Bu arada neler olduğunu, sınır dışı kararına itirazının sonucunu bekleyen bir papazdan nasıl FETÖ üyesi bir papaz çıkarıldığını bilmiyoruz.
Bir buçuk yıl sonra çıkan iddianamesinde ise FETÖ ile ilişkisine delil olarak karşısına, gizli tanık ifadesi, FETÖ imamıyla telefonlarının Alsancak-Çankaya- Konak’taki baz istasyonlarında dört yıl boyunca 293 kez sinyal vermesi dışında avukat Taner Kılıç’la irtibatlı olmak da çıkarıldı.
Çünkü Taner Kılıç, iddianame çıkmadan önce 6 Haziran 2017 günü Bylock kullandığı iddiasıyla tutuklanmıştı.
İrtibattan kastedilen ise üç telefon görüşmesi ve beş sms. Bunların hepsinin tarihi de sınır dışı kararı üzerine avukat olarak Kılıç’la görüştüğü 7 Ekim 2016 günü.
Bu görüşmeler de Brunson’un Kılıç’a “Karakola ne zaman geliyorsunuz” diye soran telefonları ve vekaletname için atılan SMSlerden ibaret.
Uluslararası Af Örgütü Türkiye Yönetim Kurulu Başkanı Taner Kılıç’ın telefonunda Bylock olmadığını ispatlayan iki bilirkişi raporu mevcut. Bu raporlardan biri bu konudaki en önemli uzman kabul edilen Koray Peksayar’a ait, diğeri İngiltere’den bir laboratuvardan alınmış. Peksayar mahkemede verdiği ifadede teknik olarak telefonda neden bylock olmadığını anlatmıştı. Ama iki rapora rağmen, Taner Kılıç’ın geçen ay çıkarıldığı mahkemeye hala emniyetin telefonunda bylock olduğuna dair raporu ulaşmadı. Kılıç, bir kez tahliye edilmesine rağmen, akşamında itiraz üzerine yeniden tutuklanmıştı.
Kılıç’ın FETÖ’ye irtibatına delil olarak kız kardeşinin bir Zaman gazetesi yöneticiyle evli olması gösteriliyor. Benzer durumda bakanlar olmasına rağmen bu hısımlıktan bir ilişki çıkaranlar, FETÖ ile en başından itibaren kavgalı Kürt İslamcı çizgideki bir Nurcu hareket olan Zehra Vakfı’nın Taner Kılıç’a sahip çıkan ve kendi gönüllüleri olduğunu söyleyen açıklamasını ise görmüyor.
http://zehra.com.tr/durust-bir-insan-haklari-savunucusu-av-taner-kilic_h111553.html
Taner Kılıç’ın adı yaptığı bu beş dakikalık görüşme nedeniyle günlerdir medyada Brunson’un FETÖ ile bağlantısı haberlerinde geçiyor. Muhtemelen tahliye edilmesine rağmen akşamında tutuklanmasının arkasında da Brunson davasıyla olan bu beş dakikalık ilişki var.
Bu arada Türkiye ile ABD arasında tarihin en büyük krizine neden olan Brunson’un bir diğer tutuklanma nedeni olan “askeri casusluk için belge temini” suçlamasına delil olarak iddianameye giren bir rapor için mahkemeye İngiltere’den bir yazı geldi.
Yine gizli tanığın savcılığa teslim ettiği ve A.A. adlı bir Mormon Kilisesi mensubu tarafından Brunson’a verildiğini iddia ettiği rapor, Türkiye’deki benzin istasyonları üzerine ayrıntılı bir saha araştırması. İddianameye göre ise bu “gizli ve ancak askeri casusluk amacıyla elde edilen” bir belge.
Ama Manchester merkezli, özellikle petrol sektöründe yaptığı piyasa araştırmalarıyla bilinen Kalibrate şirketinin Küresel Araştırma Yöneticisi Ian Garland imzasıyla mahkemeye ulaştırılan yazı başka bir şey söylüyor.
Garland, mahkemeye sunduğu yazıda bu raporun şirketleri tarafından 2004 yılında Türkiye’de benzin istasyonu yatırımları ilgili bir saha araştırması olarak hazırlandığını söylüyor.
Kendisi de bir Mormon olan Garland, raporu hazırlamak üzere Türkiye’deki iki Mormon’la çalıştıklarını söyleyerek, onların adlarını da vermiş. İsimlerden biri gizli tanığın Brunson’a bu raporu vererek casusluk yaptığını iddia ettiği A.A., diğeri ise Türkiye’deki Mormon kilisesinden ayrıldıktan sonra onlarla hukuki sorunlar yaşamış bir isim. Ve muhtemelen bu isim davanın meşhur gizli tanıklarından biri.
Yani ayrıldığı eski kilisesiyle meseleleri olan bir kişi, gizli tanık oluyor, bizzat kendisinin hazırladığı ve karşılığında para aldığı bir ticari sektör araştırma raporunu, husumet içinde olduğu eski arkadaşının hazırladığı bir casusluk belgesi olarak sunuyor, bununla yetinmeyip, bu kiliseyle hiçbir ilişkisi olmayan Brunson’a da bu raporun verildiğini iddia ediyor.
Ve savcılık da bütün bunları araştırmadan gizli tanığın dediklerinden hareketle iddianamesine koyuyor ve papaz Brunson’u casuslukla suçluyor.
Muhtemelen bütün bunları yaparken ülkeyi dış güçlere karşı koruduklarını, büyük bir vatanseverlik yaptığını düşünmüş olmalılar.
Ama işini iyi yapmak yerine, girişilen bu vatan kurtarmacılık, dünya tarihinin en ciğeri beş para etmez devlet başkanlarından birine gün aşırı ülkemize laf söyleyecek malzeme vermek ve Türk lirasının değerini dolar karşısında düşürmek gibi Türkiye’ye ağır bir maliyete dönüştü.
Vatanseverlik bu olmamalı...