Fatma Türk Toksoy / Düşünce Günlüğü
Rahatlatıcı bir namaz imiş teravih
Terâvih, “rahatlatmak, dinlendirmek, nefsi dinlendirmek, fasıla vermek” manasına gelen “Tervihâ” kelimesinin çoğuludur ve “Fasılalarla kılınan namaz” demektir. Tadı çıkarılarak, dualarla niyazlarda bulunularak, ferahlatan, Cenâb-ı Hakk’a yakaran ilahilerle coşup, huşu içinde zikir ve salavatlarla ilahiler eşliğinde yorulmadan zevkle kılınan bir namazdır.
Günümüzde bu manasından fersah fersah uzaklaşmış, uzaklaştırılmış…Artık hızlı hızlı kılınıp bir an evvel bitirilen, rahatlatan değil, yoran bir namaz haine gelmiştir. Terâvih namazında Peygamberimiz (sav) dört rekâtta bir selam verdikten sonra oturup ashâbıyla sohbet edermiş. Sonra diğer dört rekâta geçer onu da kıldırırmış. Bu uygulama zaman içinde değişikliğe uğramış dinlenme fasılları yerini zikir ve salavatlarla değerlendirme şekline bırakmıştır. Hanefi mezhebine mensup olanlar bu namazı; dinlenerek kılmışlar, dinlenme fasıllarında da salavat ve zikirlerle değerlendirmişlerdir.
MUSİKİŞİNAS İMAMLARDAN ENDERUN USULÜ
Acele kılınacak bir namaz değildir terâvih. Ama Osmanlının son dönemlerinde cemaat Karagöz temsillerine, direklerarası eğlencelere vaktinde katılabilmesi için bazı imamların teravih namazını hızlıca kıldırdığı söylenir. Günümüzde de teravihin manasına uygun düşmeyecek şekilde namaz kıldıran “jet” imamlarımız vardır, bizleri gitmemiz gereken menzillere yetiştiren (!)…
Terâvih namazının bizlere unutturulan bir uygulama şekli daha vardır… Osmanlı’da Enderun Usûlü Terâvih adını verdiğimiz bu uygulama çok şükür bugün, bazı camilerimizde yeniden icra edilmeye başlandı. Enderun usulü teravih namazının kaynağı, Buhûrizade Mustafa Itri Efendiye dayanmaktadır. Ramazan’ın ilk yirmi günü “Hoş geldin Ramazan” ilahileri son on günü ise “Elveda Ramazan” ilahileri okunan bu namazı her imam veya müezzin eda ettiremez. Çünkü Kur’an’ın, tesbihatın, duaların tecvid ve kıraat kaidelerini bozmadan makam ile okunması belli bir musiki birikimi ve donanım ister. Yani bu namazı güzel sesli ve makam bilgisi olan, mûsikişinas bir imam ve müezzinler topluluğunun kıldırması gerekir. Saraydan, yani saray okulu olan Enderun’dan yetişen hocaların kıldırdığı bu namaz bu sebeple Enderun Usûlü Terâvih Namazı olarak adlandırıla gelmiştir günümüze kadar. Padişah hangi camiye giderse, Hünkâr İmamları da orada hazır bulunup, padişaha ve halka namaz kıldırıyorlardı. Bu arada bir küçük dipnot, II. Mahmud’un Enderun teravihine kendi besteleriyle katıldığı rivayet edilir. Yine Sultan III. Murad Kadir gecesini Ayasofya Camii’nde eda edermiş.
Ünlü Mesnevî şârihi İsmail Hakkı Bursevî, terâvih namazı kılıp, tesbihler çekip zikir ve ibadette bulunan Müslümanların kalplerinin nur ile dolacağını, sefa bulacağını belirtir şu mısralarıyla:
“Kıl terâvîhi safâlar bulagör
İt tesâbîhi vefâlar bulagör
Zikr ü tâ‘at nûrı ile tolagör
Hamdü-lillâh geldi mâh-ı ramazân.”
ÜÇ BİN OKKA ATİNA BALI
Osmanlı’da teravih namazından sonra bütün cemaate şerbet dağıtılması da adettendi. Bu gibi hayırların yapılması da vakıflar aracılığıyla idi. Mesela Sultan IV. Mehmed’in annesi, Sultan İbrahim’in hasekisi Hatice Turhan Sultan’ın Yeni Cami (Yeni Valide Camii) Külliyesi yanında bir vakfı vardı. Bu cömert sultan, vakfiyesinde bu hayrın nasıl yapılması gerektiğini ayrıntısıyla anlatmış ve ona göre de ödenek ayırmıştır. Bu vakfiyede belirtilen hükümlere göre caminin üç kapısında bekleyen görevlilerce camiden çıkan herkese şerbet dağıtılıyordu.
Şerbetlerin Atina Balından yapılması şartı vardı. Bu Atina balı hangi şehirden gelmekteydi derseniz birkaç rivayet vardır bu konuda. Birincisi eskiden Rize’nin Pazar ilçesinin o dönemdeki adı Atina imiş ve oranın da balı dünyaca ünlüymüş. İşte bu bal bizim Atina’dan geliyormuş.
İkinci rivayete göre de yine o zamanlar bizim olan Osmanlı’nın Eğriboz Sancağına bağlı olan Atina Kazasıdır. Günümüzde burası Yunanistan’ın başkentidir. İşte bu Atina’da Evliya Çelebi’nin “Deli Dağ” diye bahsettiği Hymettus isimli bir dağ vardır. İşte bu dağın bitki örtüsünü havasını suyunu ve balını çok öven Evliya Çelebi “balının güzelliğinde bu dağın güzelliği etkilidir” diye bahseder. Bir kısım araştırmacılarımız da buna dayanarak bu balın Eğriboz’daki Atina’dan getirtildiğini söylerler. Öyle ya da böyle bu Atina balından her yıl üç bin okka yani yaklaşık olarak üç bin altı yüz kilo bal satın alınırdı, bu şerbet için ve caminin her bir kapısından otuz üç okkalık baldan şerbet yapılarak dağıtılırdı.
Ramazan’ın yaza rastladığı dönemlerde ayrıca dağlardan kar getirtilerek, soğuk olması için, bu şerbetin içine konulurdu. Bütün bunlar en ince ayrıntısına kadar Hatice Sultan’ın vakfiyesinde yazmaktadır. Şimdi envaî çeşit içeceklere kolayca sahip olduğumuz için bu şerbetin ne kadar makbul olduğunu hayal bile edemiyoruz. Düşünün bir kere, yüzlerce yıl önce bulunması hatta alınması bile imkânsız olan bu pahalı Atina balından yapılan şerbeti ve bu şerbetten içenlerin ağızlarında kalan tatla yaptıkları tatlı duaları…
Bilvesile başı rahmet, ortası mağfiret, sonu edebi azaptan kurtuluş olan Ramazan-ı Şerifinizi tebrik ediyorum, hayırlara vesile olsun…