Sümeyye Sakarya / Tezkire
İslamcılar zombi mi? - 4 Ilımlı İslam-cılık
Post-İslamcılık yorumcuları İslamcıların mezkûr dönüşümü “nasıl” gerçekleştirdiğini tartışırken en çok duyduğumuz kelimelerden birisi de “ılımlı” (moderate) oldu. Zira bu dönüşüm bir ılımlılaşma (moderation) olarak değerlendirildi. Hatta 2000’lerde, 1990’larda başlayan bu yorumların bir tefsiri de kabul edebileceğimiz, yeni bir ılımlılaşma, ılımlı İslamcılık literatürü ortaya çıktı. Post-İslamcılık yazınının dönüşüm mekanizmalarına odaklanmış bir versiyonu olan bu literatürün en çok başvurduğu açıklama ise katılım-ılımlılık (katılım-itidal, inclusion-moderation) hipoteziydi. Hipoteze göre, İslamcılar “normal” siyasete katıldıkça, sisteme dahil oldukça veya buna izin verildikçe daha ılımlı hâle geldiler, ılımlı İslamcılar oldular. Nitekim bu da çoğunluk tarafından post-İslamcı bir dönem kabul edildi, zira hem artık İslamcı adının tek başına yeterli olmadığı bir durum söz konusuydu hem de İslamcıların başarısız olup karşı oldukları sisteme adapte olmaya çalıştıkları ortaya çıkmıştı.
Ancak dediğim gibi bu iddialar akademiyle sınırlı kalmadı ve başta Teröre Karşı Savaş politikalarının belirlenmesini ve meşrulaştırılmasını sağlayan düşünce kuruluşları olmak üzere, Müslümanları oryantalist referanslarla terbiye etmeye niyetlenmiş ev Müslümanları dahil pek çok grup tarafından İslamcıların zombileştirilmesine ve Müslümanların teröristleştirilmesine hizmet edecek şekilde kullanıldı ve hâlâ da kullanılmaya devam ediyor. Mesela, Dünya Çakır’ın başta RAND Corporation’ınki olmak üzere, Amerikan dış politikasını etkileyen düşünce kuruluşlarının Orta Doğu’da demokrasi ve İslamcılık üzerine raporlarını incelediği çalışması, akademi, politika analizi ve politikanın pratiği arasındaki bu geçişliliği çok net bir şekilde gösteriyor. Çalışmaya göre, RAND Corporation, 11 Eylül’den beri Amerikan’ın Orta Doğu’ya demokrasiyi getirme politikasında İslamcıların ılımlılaşmasını, daha doğru bir deyişle ılımlılaştırılmasını şiddetle savunuyor. Örneğin, kuruluş, 9/11’den Sonra İslam Dünyası (The Muslim World After 9/11) adlı ilk raporunda, ABD’nin “ılımlı ağlar oluşturulmasını teşvik etmesinin” önemini vurguluyor, çünkü “İslam için verilen savaş, İslam’ı din korsanlarından kurtarmak için liberal grupların yaratılmasını gerektiriyor.” Bunun gerçekleştirilmesi için de raporun yazarları, “radikal grupların etkisine karşı ılımlı, seküler Müslüman örgütler tarafından” yürütülen faaliyetlerin fonlanmasını öneriyorlar.[1] Bu önerilerini desteklemek için ise, katılım-ılımlılık hipotezinden yaralanıyorlar. Hipoteze göre, İslamcıların siyasete dahil edilmesi ılımlılaşmalarına yol açtığı için, radikalleşmenin engellenmesi adına da İslamcıların sisteme dahil edilmesi lazım. Dolayısıyla da yazarlar, İslamcıların, demokratik, “normal” siyasete, “şartlı” olarak katılmalarını destekliyorlar. Katılımın şartı ise İslamcıların şiddeti kınaması ve demokratik süreci benimsemesi.[2] Bu özetten de görülebileceği üzere, ılımlı-radikal Müslüman ikiliği Teröre Karşı Savaş politikalarının tasarlanmasında temel bir role sahip. Zira, ılımlı Müslümanların radikallere karşı güçlendirilmesi, İslami terörün ortadan kaldırılması konusunda, yani Teröre Karşı Savaş’ta hayati önem taşıyor. Ilımlılaşma sürecinde Müslümanlardan istenen ise, dinin bireyselleştirilip özel yaşama sınırlandırılması (privatization), “siyasetten ziyade İslam’ın toplumsal ve kültürel yönlerine odaklanılması, çoğulculuğa ve hoşgörüye bağlılık” gibi davranışlar.[3]
İslamcılık üzerine hazırlanan müteakip rapolar da radikal ve ılımlı kategorilerini kullanmayı sürdürüyor. Mesela, 2005 tarihli Ilımlı ve Radikal İslam (Moderate and Radical Islam) adlı raporda, yazar Angel Rabasa, politikacıların Müslüman grupları ılımlı ve radikal olarak sınıflandırılabilmeleri için daha ayrıntılı bir matris formüle ediyor. Yönetim biçiminin İslami veya laik olması, şeriatın mı yoksa insan-yapımı hukukun mu tercih edildiği gibi hukuki-siyasi yönelimler, kadın hakları ve dini azınlıklara yaklaşımlar, grupları tanımlayabilmek için matriste sunulan araçlardan. Bu araçlara göre ılımlılar “demokrasiyi ve hoşgörüyü savunan ve şiddeti siyasi hedeflere ulaşmak için bir araç olarak reddedenler” iken, radikaller ise “demokrasiye ve çoğulcu değerlere karşı çıkan ve şiddeti benimseyenler” olarak tanımlanıyor.[4] Fakat görülebileceği üzere, bu tanımlar hâlâ çok geniş ve demokrasinin, hoşgörünün ve çoğulcu değerlerin ne olup olmadığı da matrise ve orada sağlanan ipuçlarına bakarak karar verilmesi gerek meseleler.
Çakır’ın raporlar üzerinde yaptığı detaylı inceleme, Teröre Karşı Savaş’ta liberal değerlere bağlı demokratik bir Müslüman öznelliği teşvik etmek için “ılımlılığın” formülleştirilerek seferber edildiğini ortaya koyuyor. Kendisinin bu incemelerle vardığı sonuçlardan biri de, aslında ayrı epistemik ağlar gibi duran akademik ve politik grupların iç içe geçtiği gerçeği.[5] Bu anlamda Çakır’ın çalışması, ılımlılık argümanlarının Teröre Karşı Savaş söylemi altında Müslümanların terörize edilmesine, teröristleştirilmesine, yani zombileştirilmesine nasıl hizmet ettiğini göstermesi açısından oldukça mühim. Ilımlının ve radikalin sınırları büyük ölçüde post-İslamcılık literatürünün geliştirdiği çerçeve ve teorik araçlar üzerinden çizildiği için de, aynı iddiaları onlar için ileri sürmek de mümkün. Zira, demokrasi, şeriat, laiklik, İslam devleti gibi kavramlar ve en önemlisi bunların İslamcılıkla ilişkisi bu literatür tarafından inşa ediliyor. Dolayısıyla Çakır’ın analizi, İslamcılık literatürü ile Müslümanları teröristleştiren ve İslamcıları zombileştiren Teröre Karşı Savaş söylemi arasında doğrudan bir bağlantı kurma imkânı da vermiş oluyor.
Ancak bu literatürün ılımlı-radikal Müslüman veya İslamcı matrisi, teröristi yani imhası insan güvenliği ve varoluşu için gerekli olan zombiyi tespit etmek konusunda büyük bir kolaylık sağlasa da, hâlâ gri ve riskli alanların mevcut olduğuna da işaret ediyor. Zira ılımlıdan radikale geçiş her zaman mümkün. Isırılma ihtimali olan her insanın zombiye dönüşme riski olduğu gibi, her Müslümanın, hatta Müslüman olma ihtimali olan her insanın da bir radikale ve teröriste dönüşme riski var. Raporlardaki “radikalleşme karşıtı” politika önerileri bir yandan bu riskin öngörüldüğünü gösterirken, aslında bir yandan da İslamcıların ve genel olarak Müslümanların başka bir açıdan da zombileştirildiğini ortaya çıkarıyor: tıpkı bir zombi virüsü gibi, ölümcül bulaşıcı bir hastalık olarak İslam ve İslamcılık. Bir sonraki yazıda da bunu ele alalım.
- [1] Rabasa vd., aktaran Dunya D. Cakir, “The Onto-Politics of Moderation: Studying Islamist Politics and Democracy in the Middle East”, içinde Middle East Studies after September 11: Neo-Orientalism, American Hegemony and Academia, ed. Tugrul Keskin (Brill, 2018), 125.
- [2] A.g.e., 125.
- [3] Rabasa vd., aktaran a.g.e., 126.
- [4] Rabasa, aktaran a.g.e., 127.
- [5] A.g.e., 130.