Suriye’de 2011 yılında intifada süreci başladığında, Kürtlerin en ön safta bu sürece katılacakları, bu tarihi fırsatı kaçırmayacakları şeklinde bir beklenti söz konusuydu. Ne ki Kürtler; hem bu insanlık dışı rejimin vatandaşları olarak, hem de Kürt olmalarından kaynaklı çifte zulüm görmekteydi.
Şöyle ki; 1958 yılında Mısır ve Suriye’nin “Pan-Arabizm” ideolojisi temelinde oluşturdukları ve 1961’e kadar sürdürdükleri Birleşik Arap Cumhuriyetinin kurulmasını müteakiben Suriye’de Kürtlere yönelik baskı ve inkâr politikaları başladı. 1963 yılında Baas Partisi'nin iktidara gelmesiyle birlikte bu baskı sistematik şekilde artarak devam etti. Suriye Cumhuriyeti ismi, Suriye Arap Halk Cumhuriyeti şeklinde değiştirildi. O dönemde yaklaşık 250 bin Kürt (2010 yılında sayı 500 bin civarındaydı) kimliksiz bir şekilde, ecnebi statüsünde, eğitim ve sağlık imkânlarından faydalanamıyor, memuriyet yapamıyor, mülk alıp satamıyor ve diğer tüm kamu imkânlarından mahrum bir şekilde yaşıyordu. Dahası, sosyalist bir rejim olduğu için karneyle dağıtılan gıdalardan da bu sözünü ettiğim Kürt nüfus faydalanamıyordu.
PYD’nin dolayısıyla PKK’nin Esed ve İran’la ilişkileri hep şaibeli ve kuşku uyandırıcıydı ama böylesine bir vasatta muhaliflere arkalarını dönmeye ve Esed’e destek vermeye gerekçe ve yüz bulamayacakları tahmin ediliyordu. Ancak, Suriye’deki iç savaşın seyri belirginleştikçe PYD tüm bu tahmin ve beklentileri boşa çıkaracak şekilde tarafsız olduğunu iddia ederek muhalefet bloğundan ayrıldı. Bu tarafsızlık hali kimi kesimler tarafından Esed işbirlikçisi şeklinde itham edilmelerine sebep olurken, onlar; Statü kazanıyoruz söylemiyle kendi tutumlarını savunmayı tercih ederek bu günlere gelindi. Hâlihazırda ABD ile DAİŞ karşıtlığı gerekçesine dayandırılan ittifakları devam ediyor. ABD uzunca bir süredir Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen eğit-donat programı çerçevesinde bu bölgeye DAİŞ tehlikesiyle izah edilemeyecek düzeyde silah yığınağı yapıyor.
Yaşanan bu süreçte ABD ve Batı nezdinde PYD’yi Suriye denkleminin kilit aktörü durumuna getiren saik neydi? Zira Kürtlerin Suriye’deki varlığı yeni değil. Ayrıca bu insanların Baas rejimi altında maruz kaldıkları gayrı insani muamele zaten bilinen bir husustu. Yıllardır bu insanların yaşadıkları zulmü ve hak ihlallerini görmezden gelen Batı’nın birden bire alevlenen PYD aşkını gerçekten de iyi niyetle izah etmek mümkün değil. Dahası, tarihin hiçbir döneminde Batı’nın insani duygularla ümmet coğrafyasına müdahil olduğu vaki değil.
Bu durumda PYD’yi Batı nezdinde cazip kılan tek bir ihtimal akla geliyor: PYD’nin seküler bir güç olarak ilgi çekmesi. Evet, Batı'nın bu örgüte olan ilgisi, bir insan hakları savunusundan çok daha fazlasını ifade etmektedir. Söz konusu insani kaygılar olsa, on milyon Suriyeli evinden barkından muhacir oldu, şehirleri viraneye döndü. Dahası, bu gün Gazze’de sergilenen soykırım ve vahşet ortada. Batı bu insanlar için bu güne kadar ne yaptı?
Batı, PYD’yi, seküler bir güç olarak kabul ederek, Ortadoğu’nun geleneksel yapılarından farklı bir seçenek şeklinde değerlendirmek istiyor. PYD, bölgedeki diğer gruplardan farklı olarak, dini referanslardan uzak, seküler bir söylem ve yaklaşıma sahip. ABD ve genel anlamda Batı’nın PYD'yi sadece bir terör örgütüyle mücadeledeki işbirlikçisi değil, aynı zamanda bölgedeki laik ideolojiyi temsil eden bir güç olmasından kaynaklı olarak desteklediği açıkça ortadadır. PYD ile Batı arasında henüz isim konulmamış bu işbirliği; İsrail’in ve Batı'nın bölgedeki uzun vadeli çıkarları ve nüfuzunu sürdürme amacıyla örtüşen bir stratejik ortaklık şeklinde okunmalıdır.
Sadece Suriye sahasında değil, Türkiye’de de PKK ve türevi diğer oluşumlar aynı amaca hizmet etmektedir. Türkiye’de PKK’nin sivil partilerinin döne dolaşa AK Parti karşıtlığı temelinde Türk Solu limanına demir atması, PYD’nin de gah Esed’le, gah Rusya’yla, gah ABD’yle ama her hâlükârda Türkiye karşıtı bir cephede konumlanması, bu sözünü ettiğim seküler kodlar sebebiyledir.
PYD’nin Kürtleri Suriye’de mütemadiyen Sünni muhalefet karşıtı ve Türkiye düşmanlığı cephesinde konumlandırması akıl ve izandan yoksun ve sonu da hüsranla neticelenmeye mahkûm bir politikadır.
Muhaliflerin iki gün önce Halep’e yönelik gerçekleştirdikleri operasyon gösterdi ki Esed aslında İran ve Rusya’nın suni teneffüsle yaşatmaya çalıştıkları bir mevtadır. Suriye’nin geleceğinde yeri ve karşılığı kalmamıştır.
Sonuç olarak, Batı'nın PYD’ye duyduğu ilgiyi, insani kaygılardan öte, bölgedeki uzun vadeli çıkarlarını güvence altına alma çabası olarak görmek gerekir. PYD, Batı'nın ideolojik hedeflerine hitap ederken, diğer yandan Türkiye ve Sünni muhalefet karşısında sürekli olarak Batı’nın desteğine ihtiyaç duyan ve Kürtleri de bölgede yalnızlaştıran bir çıkmaza sürüklenmektedir. PYD’nin Suriye sahasındaki politik tercihleri ve duruşu, yalnızca stratejik değil, aynı zamanda etik açıdan da yanlış bir yolda ilerlediğini gözler önüne seriyor. Bu sebeple, Kürtlerin barış ve huzuru, Batı’nın kirli hesaplarına hizmet ederek değil, Ortadoğu insanının birbirlerini anlayarak ve birlikte hareket ederek kardeşçe kuracakları ortak gelecekle sağlanacaktır.