‘Rusya - Ukrayna Savaşı’, 3. Yılına girerken..
Yarın (24 Şubat), Rusya’nın saldırısıyla başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı’nın 2. yılının tamamlanıp, 3. yılına girmesinin yıldönümü.. Savaşın nereye varacağı henüz de kestirilemiyor.. Tıpkı, siyonist İsrail ve arkasındaki Amerika’nın, 7 Ekim 2023’den sonra, ‘1-2 haftada sona ereceğini’ hesap ettikleri ve karşılarında bir devlet değil, hattâ düzenli ve görünür bir ordu bile olmadığı halde, en vahşice usûllerle yürüttükleri barbarca saldırılarının üzerinden 140 gün geçtiği halde , hâlâ da sonuç alamayışları gibi..
Hatırlayalım..
Dev bir askerî güce sahib olan Rusya, hem askerî, hem siyasî ve hem de etnik açıdan Rusya’ya mı, Ukrayna’ya mı aid oldukları hususunda bir karar verememiş büyük kitlelerin olduğu bir coğrafyada, Ukrayna’nın dayanamıyacağına kesin nazarıyla bakılıyor ve askerî uzmanlar ve yorumcular, Rus Ordusu’nun hattâ bir hafta sonra başkent Kiev’e varacağını söylüyorlardı.
Esasen, o saldırıdan bir gece önce, Putin de bu muhtemel zaferi müjdeler gibi konuşmuş, geçmiş asırların büyük Rus Çar’larının dünyasına ve büyük, Rusya Çarlığı ülkesinin, Ukrayna’yı da bulunduran zenginliğine hatırlatmada bulunmuştu. Ama, evdeki hesap çarşıya ne kadar uyacaktı, ya da uyacak mıydı?
Putin’in, Ukrayna’ya saldırmasını haklı göstermesinin kenarından da teğet geçilemez.. Çünkü, Rusya da, Amerika da, kapitalist ve komunist bloklar arasında, 2. Dünya Savaşı sonrasında, dünyaya hâkim olmak şeklindeki emperyalist duyguların sevkiyle meydana delen Doğu ve Batı şeklindeki iki kutuplu dünya anlayışından kurtulamamış ve 75 yıllık komunist uygulamanın bir dış askerî müdahaleyle değil, iç etkenlerle çökmesinden ve Sovyet Rusya’nın bünyesinden 16 yeni devletin ortaya çıkmasından sonra, özellikle Putin zamanında Rusya yeniden ayağa kalkmış ve eski ‘Soğuk Savaş’ anlayışı o netlikte olmasa bile, daha örtülü şekilde devam etmişti..
Bunda iki taraf da kendisine göre gerekçeler oluşturuyorlardı..
Putin, o çöküş yıllarında, Kırım’ın da Ukrayna’nın elinde kalmasına ses çıkaramadıklarını ve -kendi deyimiyle- ‘yutkundukları’nı ve Kırım’ı Rusya’ya bağlamak için münasib bir fırsatı yakalayınca, -Ukrayna iç hukuku açısından geçersiz olsa da- yaptırdıkları bir referandumla hedefe vardıklarını söylüyordu.
Böyle davranan, Putin, ‘gençlik yıllarında Saint- Peterburg’da öğrendiği ve ‘Kaçınılmaz bir kavga durumu olduğunda ilk yumruğu sen atacaksın..’ kuralını da belirtiyordu.
Eski bir KGB istihbaratçısı olan Putin’in bu gibi açıklamaları, NATO dünyasına da benzer ‘ilk yumruk’ taktiğine karşı tedbirleri aldıracaktı.
Nitekim, eski Sovyetler Birliği’nin Baltık cumhuriyetleri (Letonya, Estonya, Litvanya) NATO üyesi oluverdiler. Ukrayna ve Gürcistan da NATO üye olmak için hâlâ da çırpınıyorlar. Ayrıca, eski Sovyet Rusya’nın manyetik alanı içinde olan bütün Doğu Avrupa ülkeleri, şimdi NATO üyesi.. Ayrıca, Bosna, Sırbistan, Kosova da NATO’nun ‘Barış İçin Ortaklık Programı’na; İsrail ise, NATO’nun Doğu Akdeniz Dialogu’na üye..
Ayrıca Baltık’ın iki yakasında, İsveç 31. Üye oldu. Finlandiya da 32. üye olmaya hazırlanıyor.
Rusya bu durumda kendisinin kuşatılmakta olduğunu düşünüyor, tabiatiyle..
Ancak, bu işin içinden, güç gösterisi yaparak, hangi taraf, nasıl çıkacak, bilinmiyor. Çin de küçümsenmeyecek bir güç olarak Rusya’yla beraber olduğunu gizlemiyor. Bugün, Ukrayna Savaşı’nın içinden nasıl çıkacağını Putin de bilmiyor.
Putin, Amerikalı gazeteci Tucker Carlson’a 2 hafta önce verdiği ve dünyada büyük yankılar uyandıran mülâkatta, ‘Ukrayna Savaşı’nı biz başlatmadık, biz sadece bize karşı başlatılan savaşı durdurmak için harekete geçtik..’ demek noktasına gelmiş bulunuyor.
Bugün de, aslında Rusya’yla savaşan, Ukrayna değil.. Çünkü, Ukrayna’yı savaştıran, Amerika ve AB.. Yani, ‘hibrit’ dedikleri ‘savaş’ tarzı...
Dahası, o mülâkatta, 1998’de, o zamanki Amerikan Başkanı Clinton’a, ‘Biz de burjuvalaştık artık, üye olalım NATO’ya..’ dediğini; Clinton’un da ‘Neden olmasın?’ diye karşılık verdiğini, ama, birkaç saat sonra, akşam yemeğinde, ‘Ekibimle görüştüm.. Mümkün olmazmış..’ dediğini de aktarıyordu.
*
Putin, o mülâkatta, ‘Yeni bir İstanbul buluşması’nın olabilirliğine bile değindi..
Bu noktada, bu savaşın başından beri taraf tutmaksızın, iki tarafla da dostça konuşabilen tek ülke, sadece Erdoğan Türkiyesi; Amerika’yı rahatsız etse bile..
***
NOT: Cemâl Aydın bey dostum dün sabah, bir ızdırabını iletti: ‘Türkiye’nin kendi yapımı ‘KAAN’ isimli ilk ’Millî Muharebe’ uçağımız, dün ilk deneme uçuşunu başarıyla yaptı. Bu da ülkemizin uçak sanayiinde yeni bir çığır açtı önümüze.. Bu fevkalâde gelişme dış dünyanın yayın organlarında bile geniş bir şekilde yer aldı. Ama, ‘Szc’ ve ‘C.’ gazetelerinde tek kelime yok.. Böylesine bir ‘Tayyib düşmanlığı’ doğrusu anlaşılır değil.. Yazık..’
Bu düşmanlık açıktır ki, Tayyib Bey’in şahsına değil, onun bağlısı olduğu değerleredir.. Biz de onların değer olarak gördükleri ve emperyalizmin dayattığı değersizliklerine düşmanız..
STAR