Suriye’de işlenen kıyım ve yıkımları türküler ve oyun havaları eşliğinde keyifle izleyen çevreler İdlib’e intikal eden TSK birliklerine yönelik öldürücü saldırılar karşısında da hiç istiflerini bozmadılar. Hatta mesele Moskova’nın engin müsamahası, Putin ve Esed’in mağlup edilemez stratejik dehaları karşısında Tayyip Erdoğan’ın tükenmeye mahkûm inatçılığı şeklinde tasvir ediliyor hâlâ. Meğer “Türkiye için Rusya’yla iş birliğini bozmanın maliyeti çok yüksek”miş. Kimsenin yanlış anlamaması için üst perdeden şu tür ikazlar yapılıyor; “Moskova, Türkiye’yi ABD’nin yanına itmemek için meseleyi zamana bıraktı.” Evet, yanlış anlamadınız, bölgesel ya da küresel düzeyde her mesele Rusya cephesine göre, Rusya’nın önceliklerine göre tarif ve tasvir ediliyor.
Suriye’nin bütününde olduğu gibi İdlib’de de sorun terör sorunu olarak tanımlanınca ve terörle mücadele denilince de akan sular durduğuna göre Rusya ve İran’a sonuna kadar meşruiyet kazandırmak, Türkiye’yi ise niyetinden başlamak üzere her şeyiyle gayrimeşru ilan etmek çok kolay oluyor. Güya analiz adı altında yapılan propagandalar çerçevesinde Moskova ve Tahran’ın talebi son derece mantıklı ve haklı bir zeminde tanımlanıyor: “Esed rejiminin terörle mücadelesine destek olmak ve egemenliğini sağlamak.” Peki, buna karşın Türkiye’nin pozisyonu nasıl tarif ediliyor: “Terör gruplarını İdlib’de tutabilmek için sivilleri bahane ediyor.” Bu tanım ve tasvirler sadece Baas cephesine Şebbiha olarak yazılan Maocu veya Stalinist kökenden gelen sol-sosyalist kişi ve örgütlere ait değil ne yazık ki.
Rusya ve İran Cephesindeki Kemalistler
Bir dönem Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılanmış, 28 Şubat darbe sürecinde en kirli icraatlara imza attıktan sonra şimdilerde “güvenlik uzmanı” sıfatıyla ekranlarda görüş bildiren Kemalist generaller de aynı jargon ve perspektifle kamuoyu oluşturmaya girişiyorlar. İsmail Hakkı Pekin’den Naim Babüroğlu’na değin emekli generallerin Doğu Perinçek-Aydınlık formatında serdettikleri görüşler sadece askeri ve siyasi açıdan değil ahlaki ve hukuki açıdan da yüz kızartacak düzeyde. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanlığı da yapmış İsmail Hakkı Pekin’in takılıp kalmış bir plak gibi ekranlarda İdlib’i “bütün terör örgütlerinin toplandığı bölge” olarak tanımladıktan sonra “Rusya ve Esed bölgeyi terörden temizlemeyi hedefliyor” bağlaması hiç kimsenin dikkatini çekmiyor herhalde.
Benzer örnekler çok ama kamuoyunun en çok tanıdığı isimlerden bir diğerine, Naim Babüroğlu’na da bakmakta fayda var. Naim Babüroğlu’nun her gün kamuoyunun üzerine fışkıran çocuk ve kadınların cesetlerine hiç aldırış etmediği gibi TSK’nın saldırıya uğrayıp hayatını kaybeden askerlerini de hiç umursamadan kurduğu bir cümle şöyle: “İdlib birkaç yıldır Türkiye için terör üreten coğrafyaya, küçük Afganistan’a dönüşmüş durumda. İdlib’in kontrolünün büyük bölümünü El Kaide terör örgütü kontrol altına almış durumda. Rusya oradaki teröristleri biz etkisiz hale getireceğiz diyor.” İşte kafa bu, ahlak ve hukuk anlayışı bu; emperyalist ve despotik iktidarların literatürüne göre yapılan değerlendirmeleri analiz diye pazarlıyorlar.
Cuma günü yayınlanan yazımızda “Suriye ve Filistin Üzerindeki İpotekler Nasıl Kaldırılacak?” sorusuna cevap arıyorduk. Mezkûr yazıda Türkiye’nin İdlib etrafında TSK adına kurduğu 12 Askeri Gözlem ve Kontrol Noktalarının aşama aşama kuşatıldığını, Türkiye’nin garantörlüğüne rağmen İdlib’e havadan ve karadan saldırıların Rusya ve İran tarafından tamamen kuşatılan bir Türkiye getireceğini de vurgulamıştık. Amerika ve Avrupa’yla rekabet ederken bütünüyle mantıksız ve tepeden tırnağa ahlaksız Avrasyacılık, Esedçilik, İrancılık tezlerine sığınılmaması gerektiğini tekraren hatırlatalım. Suriye’de Rusya ve İran’ın askeri baskılarına teslim olacak bir Türkiye’nin değil, Orta Doğu’da, Doğu Akdeniz’de, Libya ve Balkanlar’da kendi ülkesinde bile muktedir olabilmesine imkân ve ihtimal kalmayacaktır.
Türkiye, Direnişi Güçlendirmeden Kazanamaz
Suriye’nin toprak bütünlüğü adındaki modern puta yaslanarak Esed rejiminin bekası, Rusya ve İran’ın bölgedeki hegemonyasının derinleştirilmesi için yüz binlerce insan katledildi, şehirler yakılıp yıkılarak milyonlarcası tehcir edildi. Suriye halkını yok sayan, Esed rejimine başkaldıran, Rusya ve İran ordularıyla savaşan direniş grupları asla terörist değil haysiyet ve şeref timsali kahramanlardır. Hem Türkiye’nin hem de direniş gruplarının Astana ve Soçi süreciyle birlikte eli ayağı bağlanmıştır. Türkiye’nin önündeki tek seçenek İdlib etrafındaki TSK’nın Gözlem ve Kontrol noktalarını derhal ve en güçlü bir biçimde takviye ederek yüksek caydırıcılık ifa edecek operasyonları planlayıp hayata geçirmesidir.
Rusya ve İran’ın Türkiye’ye biçtiği rol direniş gruplarını tasfiye etmesidir. Oysa Türkiye’nin direniş gruplarını tasfiye ederek değil en güçlü biçimde tahkim ederek hem kendi güvenliğini hem de Suriye halkının güvenliğini temin edebilir. Dokuz yıldır Amerika kadar Rusya ve İran da Esed rejimiyle birlikte direnişi bitiremedi, bitiremeyecek de. Filistin ve Afganistan’a bir bakalım. Enkaza çevirebilirler, ceset tarlaları, yüz binlerden müteşekkil mülteci konvoyları oluşturabilirler elbette. Ancak hiçbir zaman kontrol altına alamazlar, istedikleri gibi bir düzen kuramazlar. Irak’ta yıkım yaptılar ama istikrar sağlayamadılar.
Soçi ve Astana süreçlerinden hâlâ fayda uman, bunca gelişmeye rağmen Rusya ve İran’la Suriye’de çözüm üretilebileceğine güvenen kesimleri dikkatle takip edelim tabii. Ancak Türkiye için Rusya ve İran’la daha sıkı askeri ve siyasi ilişkiler öngörenlerin, Esed rejimiyle derhal masaya oturup iş birliği ve dostluk anlaşması imzalanması gerektiğini ölümüne savunanların Türkiye’deki askeri vesayet ve darbe sevdalıları olduğunu da unutmayalım. Dün İdlib’e intikal eden TSK’nın takviye birliklerine Rusya ve İran’ın desteğiyle Esed rejimi tarafından yapılan yoğun saldırılar neticesinde 5 askerin katledilmesi ve 7’sinin yaralanması karşısında bile hiç istiflerini bozmadıklarını gözden ırak tutmayalım.
Suriye ve Libya politikasını sağlam ve cesur ancak muhakkak yüksek ahlaki ve hukuki değerler etrafında kamuoyuna izah etmek gerekiyor. Fakat Hükümet bu işleri yaparken futboldan ekonomiye, israftan ulusalcı söyleme değin kamuoyunu rahatsız eden her türlü söylem ve davranıştan da özenle uzak durmalıdır.