secakirgil@yahoo.com
Sovyetler Birliği zamanındaki idarî bölünmelere göre, Kırım yarımadası, Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti içinde kaldığından; Sovyet Rusya komünist imparatorluğunun çeyrek yüzyıl öncelerde (1991’de) çökmesinden sonra, yine, -bağımsız bir devlet haline dönüşen- Ukrayna içinde ve amma, Özerk Cumhuriyet statüsünde tutulmuştu.
Ukrayna’da, C.Başkanı Viktor Yanukowitz’in yüzden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan kanlı protesto ve kargaşalardan sonra, başkent Kiev’den kaçmasına ve daha sonra da Rusya’ya sığınmasına ve sokaklardaki protestocuların temsilcileri oldukları iddia olunan kişi ve grupların devlet yönetimine gelmelerine müncer olan bu karışıklıkların, bu kadar kısa bir sürede, ülkenin bölünme eşiğine gelmesiyle noktalanacağına herhalde pek ihtimal verilemezdi.
Ama, o oldu..
Evet, şimdi Ukrayna, AB ile Rusya arasında bölüşülemeyen bir devlet olmaktan çıkıp, kendi içinde bölünme sarmalına girmiş bulunmakta ve dahası, Putin Rusyası, durumu kendi lehine çevirmek için, hadiselerin dışındaymış gibi gözükerek, baş aktör konumunda.. Özellikle de Ukrayna’yı kuzeyden güneye ikiye bölen Dinyeper nehrinin doğusunda kalan kitleler büyük çapta rusça konuştuğundan, Rusya, kendi soydaşlarını korumanın kendisi için bir hak olduğu kadar bir vazife de olduğunu söylüyor.
Bu da, Rusya ile -geçmiş asırlarda olduğu gibi- tekrar bir arada yaşama düşüncesi taşıyan rus etnisitesinden Ukraynalıları güç gösterilerine yöneltiyor ve kamu düzenini sağlamak iddiasıyla sahneye mahallî milis güçleri olarak çıkmaya teşvik ediyor. Rusya’nın dolaylı desteği olmasa, bu güçlerin örgütlenmesinin bu kadar etkili olamıyacağı ortada..
Ukrayna üzerinde oynanan bu satrançta, 6 Mart 2014 sabahı, Rusya tarafdarı olan ve 81 üyesi olan Kırım Özerk Cumhuriyeti parlamentosunun, büyük bir ekseriyetle (78 oy ile) Kırım’ın Rusya’ya iltihak etme kararı alması, bu kararın 16 Mart günü yapılacak referandumla, Kırım yarımadasındaki halkın görüşüne sunulmasının kararlaştırılması bu satrançın geleceğini tahmin etmeye çalışanları daha bir şaşırttı.
*
Bu gelişme, biraz da, Hatay devletinin 1939’da, Türkiye devletine iltihak etmesini, katılmasını hatırlatmıyor mu?
Hatırlayalım..
Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’ndaki ağır yenilgiyi takiben, tarih sahnesinden atılmasından sonra, 400 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kalmış olan Suriye, Fransa’nın sömürgesi olmuş ve o zamanlar Bilâd-ı Şâm (Şâm beldeleri) denilen Suriye coğrafyasında, Beyrut, Lazkiye, Hatay, Haleb, Der’a ve Şâm (Dımeşq) merkezli olmak üzere yığınla devletler kurulmuştu. Bu devletlerden Hatay’ın, Türkiye’deki laik devrimlere karşı bir bahşiş mantığıyla verilmesine Fransa’nın da gözyummasıyla, -ve Hatay Meclisi’nin aldığı bir kararla-, Türkiye’ye katılması sağlanmıştı.
Sanki, bugün Kırım’da aynı yol ve usûl takib ediliyor gibi.. Aynı neticeye ulaşılıp ulaşılamıyacağını ise, gelecek zaman dilimi gösterecek..
*
Ama, daha şimdiden, Kırım’daki kamu binalarına Rusya bayrakları çekilmiş bulunuyor ve değişim birimi olarak da Rusya parası ruple’nin kullanılmaya başlandığı bildiriliyor. Rusya Meclisi Duma da, bu gibi ‘iltihak / katılma’ kararlarının gerçekleşmesi halinde, kendisini hazırlıklı bir konumda bulundurmak için çalışmalar yapmaya, kanunî düzenlemelere başladığının işaretlerini veriyor.
Bu durum, Amerika ve Rusya’yı da karşı karşıya getirmiş bulunuyor.
Gerçi Rusya, Ukrayna’daki bu gelişmelerde kendisinin hiç bir dahlinin olmadığı iddiasında ısrar ediyor, ama, bu iddiaya herhalde kimse inanmıyor. Esasen, Sovyetler’den ayrılan bütün devletlerin, Rusya’ya aykırı siyaset izlemeye kalkıştıkları anda başlarına ne gibi iç karışıklıkların ve hattâ bizzat Rus ordusunca girişilen askerî müdahale belâlarının geleceğine dair en canlı örnek olarak, 2008’de Gürcistan’ın ezilip geçilmesi ve bölünmesi yetmektedir.
Putin, Hitler’in yolunu izlerken; Amerika boş mu duruyor?
Gürcistan’a yapılan Rusya müdahalesine bütün dünyanın seyirci kaldığı bir daha hatırlanmalıdır.
Bu gelişmelere karşısında, Amerikan eski Dışbakanı Hillary Clinton’un yaptığı izah ise, ister istemez zihinlerde ilginç çağrışımlar meydana getirici mahiyette.. Clinton, özetle, ‘Putin’in hareketlerinin, Adolf Hitler’in 1935’lerdeki adım adım siyasetlerini andırıyor.. O da, önce Çekoslovakya ve Avusturya’yı Almanya’ya katmış, arkasından da Polonya’ya saldırmıştı..’ diyordu..
Hatırlanacağı üzere, Hitler, Çekoslovakya ve Avusturya’yı topraklarına katarken, İngiltere ve Fransa, savaş çıkmaması için olan-bitene gözyummuştu. Daha sonra ise, Hitler ve Stalin, 25 Ağustos 1939’da -iki tarafın dışbakanları Ullrich Friedorich von Ribbentrop ve Wjatscheslaw Molotow arasında imzalanan bir gizli anlaşmayla- Avrupa’nın paylaşılmasını kararlaştırmışlardı..
O gizli anlaşmadan bir hafta sonra da, 1 Eylûl 1939 günü, Hitler, Polonya’nın, bir alman sınır karakoluna saldırdığı gibi gerçek dışı, uyduruk bir gerekçeyle Polonya’ya saldırmış ve alman orduları bir haftada Varşova’ya varmıştı.
Hitler, Holanda ve Belçika’yı kolayca yutmuş, Fransa’yı teslim almıştı. İngiltere’yi de pilotsuz uçaklarıyla bombardıman altında ezmekteyken.. 1941 sonunda ise, âniden, Sovyetler’e de saldırmış ve taa Hazar Denizi’nin kuzeyine Volgagrad’a (Sovyet döneminde adı Stalingrad olan şehre) kadar ilerlemişti, alman orduları.. Ama daha sonra da, devreye Amerika’nın girmesiyle Almanya korkunç şekilde yenilgiye uğramıştı, 1945’in ilk aylarında.. Savaşın başında Hitler’le birlikte olan Stalin de zafer kazanmış bir kahraman olarak, savaşın kazanan tarafında yer almıştı.
Ve bütün bu boğuşmalar, 60 milyonu savaş meydanlarında olmak üzere, yaklaşık 100 milyon insanın hayatına mal olmuştu.
Şimdi.. Ukrayna ve daha özelde, Kırım Buhranı da benzer büyük facialarla noktalanır mı?
Temenni edelim ki, öyle olmasın..
Ancak, Kırım’da ve arkasından özel bir statüye sahib olan stratejik bir liman şehri olan Sivastopol’da da alınan Rusya’ya iltihak kararlarının, Ukrayna’nın rusça konuşan bölgelerdeki öteki kitleleri de benzer kararlar almaya sevketmiyeceğine kimse garanti veremiyor.
Bu gelişmeler karşısında, Avrupa Birliği, nasıl bir tepki vereceğini kestiremiyor.
Aynı sıkıntı Amerikan emperyalizmi için de geçerli..
Amerikan Başkanı Obama, ülkesini savaşa sokmak istemiyor gibi bir hava vermeye devam ediyor; ama, tehdidlerini de sürdürüyor. Öte yandan, başka zamanlarda, yönetimlerin meşruiyetinden/ legalitesinden sık sık söz eden USA emperyalizmi, şimdi, Ukrayna’da sokaktan yönetim mekanizmasına geçen ve hukuken hiç kimseyi temsil etmedikleri ortada olan yeni yöneticilerin legal muhatab olarak kabul edilmesini istiyor; halkın oyu ile seçilmiş bulunan Yanukowitz’in ise, Ukrayna’nın geleceğinde artık yerinin olamıyacağını, Rusya bile açıkça dile getiriyor..
Yani, bilinen diplomasi kuralları açısından da karmakarışık bir tablo..
Kezâ, NATO da, Kırım’ın Rusya’ya iltihakının kabul edilemezliğine vurgu yapıyor.
Ama, NATO üyesi AB ülkeleri bir savaşa bizzat katılmak istemiyorlar. Onun yerine, -askerî bir karşı çıkış olacaksa- Amerika’nın ve onun münasib gördüğü öteki NATO üyelerinin devreye girmesini bekliyorlar.
Bu konuda, sırtına en fazla yük vurulmak istenen ülkenin ise, Türkiye olacağı açık.. Çünkü, Türkiye NATO üyesi olması dolayısiyle, otomatik olarak Amerika ve Batı ittifakı içinde.. NATO’da Amerika’dan sonra en güçlü orduyu beslemesi dolayısiyle de, gözler Türkiye üzerine çevrilebilir. Ancak, Rusya ve Türkiye, özellikle Putin- Erdoğan hükûmetleri döneminde, geçmişte olmayan şekilde yakın ilişkiler geliştirmiş bulunuyor. Bu yüzden de, Erdoğan Hükûmeti, -kendi diplomatik görüşlerini net olarak açıklamakla birlikte-, Rusya’nın Gürcistan Savaşı sırasında, hem NATO’yu, hem de Putin Rusyası’nı kızdırmadan, bir orta yol siyaseti izleyebilmiştir.
Türkiye, Rusya’yla ilişkilerini bozmadan şimdi de bir siyaset izleyebilir mi?
Bu yönde ilk işaretler ortaya çıkmaya başlamış bulunmakta.. Nitekim, T.C. Dışişleri Bakanlığı, Kırım Özerk Cumhuriyeti Meclisi’nin aldığı kararın kabul edilemezliğini, -tıpkı, NATO dünyası gibi- açıklamış bulunmakta..
İlginç olan, Kırım’da uzun yüzyıllar sonunda azlık duruma düşmüş bulunan tatar müslümanları adına görüş açıklamaya yetkili kurulların da, Rusya’ya iltihak’a karşı çıkmaları ve yapılacak referanduma karşı boykot uygulayacaklarını açıklamaları..
Bu, herhalde, tatar müslümanlarının, Ukrayna gibi zayıf bir sosyal bünye içinde kendilerinin daha rahat hareket edebileceklerini, Rusya’yla bütünleşme halinde ise, bugünkü statülerinden çok daha gerilere düşeceklerini düşünüyor olmalarından kaynaklanıyor olsa gerek..
Temenni edelim ki, bu buhran, bir dünya krizine ve hattâ yeni bir büyük savaşa dönüşmeden atlatılabilsin.. Aksi halde, savaş çılgınlığının kapısı bir kez açıldı mı, kimin ve neyin nerede duracağını, beşer planında kimse kestiremez.
*
Türkiye ve İran, Ukrayna konusunda da karşı karşıya mı?
İlginç ve tehlikeli bir diğer konu da, Türkiye, geçmiş asırlarda, uzun yüzyıllar kendi toprağı olan Kırım’ın Rusya’nın kucağına bir kez daha ve daha muhkem şekilde dönmek ihtimali karşısında tedirginlik yaşarken.. Komşusu İran’la, Suriye Buhranı konusunda olduğu gibi, Kırım konusunda da karşı karşıya geleceğinin işaretleriyle de karşılaşmış bulunuyor.
Çünkü, devlet gazetesi olan ve Genel Yy. Md.’nün, İnqılab Rehberi tarafından tâyin olunduğu Keyhan gazetesinin 6 Mart tarihli sayısında, ‘Ukrayna’daki gelişmelere bizim bakışımız..’ başlığıyla yayınlanan başmakalede, İran’ın Rusya tarafında yer alması gerektiği net olarak ifade ediliyor ve konuya, Rusya ile karşılıklı paslaşmaları açısından bakılması gerektiği belirtiliyor; ‘Rusya’nın bir çok problemlerini İran’ın yardımıyla hallettiği gibi; İran da, mütekabilen, Suriye, Afganistan, Irak, Lübnan, nükleer teknoloji vs. konularda Rusya’nın himayesini görmüştür, ve Ukrayna macerasında da Rusya, bizim düşmanımız olan Batı dünyası ile pençeleşmektedir; o halde biz de onun düşmanımızla bu pençeleşmesinden hoşnud olmalı ve Rus tarafdarı gibi eleştiriler yapılacak olsa bile, biz de ona destek vermeliyiz..’ gibi bir mantık yürütüldüğü görülüyor ve Dışişleri Bakanı M. Cevad Zarif’in, ‘Ukrayna’da olup bitenlerden üzgünüz..’ şeklinde ihtiyatlı bir dil kullanması da eleştiriliyordu.
Kaldı ki, bu devlet gazetesinde bu satırlar yayınlanırken, düşman bilinen Batı dünyasının İran’a uyguladığı ambargoların, kaldırılabilmesi için, nükleer teknoloji alanında ‘5+1’ diye meşhur olan müzakereler yapılıyor ve onların kararıyla, birçok nükleer santralın faaliyetleri durduruluyordu. Bu gibi makaleler devlete aid olmayan gazetelerde yayınlanmış olsaydı, bu kadar önemli sayılmayabilirdi, ama, mahiyetine değindiğimiz bir gazetede yayınlanınca..
Halbuki, 35 yıl öncelerde, ‘merhûm’ İmam Khomeynî, bu gibi mantık yürütenlere karşı, ‘Amerika, Sovyetler’den beterdir; Sovyetler, İngiltere’den beterdir; İngiltere, Amerika’dan beterdir; hepsi birbirinden beterdir, hepsi birbirinden kötüdür.’ diyor ve bu sözleri, İran şehirlerinin duvarlarına, ‘Lâ Şarqiyye - Lâ Garbiyye.. / Doğu’ya da hayır, Batı’ya da!’ sözleriyle birlikte, 1 metre büyüklüğündeki kocaman harflerle yazılıyordu.
O güzel ölçülerden sonra, gelinen bu nokta, ilginç değil mi?