’Psikolojik üstünlük’, ele yeni geçirildiyse!

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

Son günlerde, ülkenin Güneydoğu sınırlarının berisinden ve ötesinden, yığınla insan kaybı haberleri gelmektedir.. Laik rejim makamlarının resmî beyanlarına göre, ya hainler etkisiz hale getiriliyor ya da‚ ’aldatılmış gençler’ terör örgütünden kaçıyor ve terör örgütündeki  dağılma süreci gelişiyor. Ve bu arada da, asker ve diğer resmî güvenlik güçlerinin can kaybında laik rejimin kendi mantığına aykırı olarak, İslam’dan haksız olarak alıp kullandığı ’şehid’ terimiyle halka sunulan cenazelerde ciddî bir artış var.. İlginçtir, geçen sene seçim atmosferinde Hükûmet üyeleri protesto edilip generaller alkışlanırken, şimdi o görüntüler yok; sadece halk kitlelerinin geniş katılımıyla tertiblenen cenaze törenleri var..

Askerlik her yönüyle çetin bir meslektir.. Çünkü, bir dâva, inanç, ideoloji veya hangi şey, en aziz biliniyorsa; onun uğrunda, öldürmeyi ve öldürülmeyi göze almayı gerektirir..Ve elinizde silah vardır; öldürülmek için en hedef alındığınız kesindir ve öldürülmemek için bile öldürmek zorundasınızdır. Karşınızdaki de ’insan’ değil, imhası gerekli olan ‘düşman’dır.. Onun da, sizin gibi eline bir silah tutuşturulup karşınıza çıkarıldığını düşünemezsiniz.. Siz onu imha etmekte gaflet gösterirseniz, o sizi öldürecektir..

Geride kalanlar, her iki taraf da, kendi ölülerine sahib çıkarlar, ona yüksek mânalar ve manevî makamlar verirler, onun ismini ve ailesini yüceltirler..

Şehîd’,  kelime mânası olarak, bir şeyin ‘en üstün şahidi/ tanığı’  mânasındadır. Kişi, hangi dâva için hayatını veriyorsa, o dâvanın ‘en büyük şahidi’dir, çünkü o uğurda canını vermeyi göze aldığı kabul edilir, bir savaşa iradesi dışında bile sürüklenmiş olsa..

‘Şehîd’ terimi, İslâm ıstılahatında/ terminolojisinde ise; ancak, ‘Allah’ın dinini korumak ve yüceltmek yolunda mücadele ederken, dünya hayatından geçenler’e verilen bir sıfattır. Ya, ‘laik TC’nin resmî ideolojisi’ni korumak uğrunda verilen mücadelelerde dünya hayatını verenler için hangi terim, hangi mânada kullanılmalıdır? Kezâ, PKK’nın da zayıfladıkça, dine tutunmaya çalıştığına dair haber geliyor.. PKK’nın dinle nasıl alay ettiği hatırlatılıyor.

Doğru, marksist ateistlerin genelde din ile ve özelde İslâm  ile alay etmeleri yeni bir şey değildir ve bilinmektedir.. Ama, laik/ ateistler de farklı bir konumda mıdırlar, sanki? 

Buna rağmen, onlar kendi savaşlarını kazanmak için bütün güçleri devreye sokarlar. Ve din de bir yıkama-yağlama mekanizmasına, bir yağdanlık durumuna düşürülür..

Dün, TRT Int.’ten, 6 askerin cenaze töreni yansıtılıyordu, muhtelif şehirlerde.. Dün, ‘anneler günü’ diye bir gün de icad edilmiş imiş; bu yüzden daha bir duygu seli oluşturuluyordu..

Akçaâbâd’lı bir laz annenin ‘şehid olmişdur, ama, tayanamayrum..’ sözüne, Bingöl’lü bir ananın kürdçe ağıtları karışıyordu.. Bir ananın ise, oğlunun ’şehit olduğu’ haberi verilince, ‘Oğlum şehid olmadı.. Milletin çocukları birbirine öldürtülüyor.’ dediği medyaya yansıdı..

Bu arada, Gen. Kurmay’ın ‘anneler günü’ için hazırlattığı posterleri gördüm. Bu posterlerde, ana konumundaki hanımların başı hep açık olarak gösteriliyordu, dikkatli bir tercihle..

Asker kayıplarının bir listesi çıkarılsın bakalım, yüzde kaçının annesinin başı örtülü ve açıktır? Dürüst olarak, ‘Öyle bir ayırım yapmıyoruz..’ denilirse, o zaman, bu ayırım, niye? Gerçi, Gen. Kur. Başkanı, oğlu ölen asker annelerinin elini öpüyor Anadolu’da, ama, resmî anlayışlarında, milletin inanç ve şahsiyetinin bir parçası olan giyimine bu müdahale niçin?

Bir diger nokta da şu.. Gen. Kur. Başk. Büyükanıt, geçen gün, ’Psikolojik üstünlük ele geçirilmiştir..’ diyordu..

Bu çok önemli.. Çünkü, bu, tersinden okunursa, ’psikolojik üstünlüğün’ bu zamana kadar sağlanamadığı veya karşı tarafta olduğunun itirafıydı.. Daha bir kaç ay önce, KKK. İlker Başbuğ, ‘devlet’in dağa çıkışları engelleyemediği’ni itiraf ediyordu.. Ve 25 yıldır, ’bir avuç çapulcu’ diye gösterilen bir silahlı örgüte karşı, şimdi, ancak son bir kaç ayda ‘psikolojik üstünlük’ sağlandığı iddiasına ihtiyatlı yaklaşılmalı değil mi? 

 

*BİR ACAİB ‘ENFES’  ÖZGÜRLÜK ANLAYIŞI ETRAFINDA..

Dün, Star tv.de, R. Mengi, A. Altındal, Y. N. Öztürk ve Ş. Eygi konuşuyorlardı, saatlerce.. Y. N. Öztürk, kendisini geçmişte ‘reformcu’ olarak niteleyenlerden ’şerefsiz’ diye sözedip, kendisinin reformdan değil, ‘tecdid’den sözettiğini belirtirken, yıllarca Y. N. Ö.  hakkında çok ‘ilginç’ tesbitlerde bulunan Ş. Eygi Bey’in tepkisini anlamaya çalıştım; ama, renk vermedi..

A. Altındal ise, geçmişte, müslüman bilginleri ve hristiyan din adamlarının çağrıldığı tv. proğramlarında kendisini ‘laik’ olarak nitelerdi. Şimdi de,  fransız laikliğini bile beğenmeyip, TC. tipi laikliği öğüyor, İslâm hakkında ahkâm kesiyordu. Bu arada ’M. Kemal’e ‘gâzi’lik verildi, ama, ‘mareşal’lik verilmedi’ diyordu. Halbuki Fevzî Paşa’yla birlikte, o da ‘muşir’di. ‘Atatürk’ün dindarlığı’ üzerine konuşmak istendiğindeyse; Eygi’nin, ’o konuda konuşup da bu yaştan sonra hapse girmek istemem..’ demesine karşılık, R. Mengi’nin ‘Atatürk gibi büyük bir lider hakkında hapse girmeyecek şekilde güzel konuşmak gerekir.’ diye karşılık vermesi ise, müthiş bir ‘enfes’ bir özgürlük anlayışını sergiliyordu.. Sevmeye mecbursun!

Bu arada, kişi için, ölçünün, son ândaki durumu olduğunu hatırlamaksızın; M. Kemal’in ne kadar dindar olduğuna dair, 1923 öncesindeki bazı sözlerini aktaran Mengi, bir erkeğin, bazı hallerde 4’ü aşmamak üzere, birden fazla evlilik yapabileceğine dair‚ ’ruhsat’  bulunduğunu söyleyen Eygi’ye, laik bir edâ ile dikleşip, ‘Artık, İslam hukukuna bakmıyoruz, Medenî Kanun var..’ demekle yetinmeyip; ’aynı mantıkla, kadının da birden fazla erkekle evlenebileceği’ne dair lafları, M. Ar isimli bir mâlum sinema oyuncusunun tv. kanallarında söylediği gibi, çok rahatça dile getirmesi ilginçti. O zaman, Mengi’nin sadece elbisesinin kırmızı olduğunu daha bir hissettim.. Mengi, proğramı ‘Umarız, hoş vakit geçirmişsinizdir.’ diye kapatıyordu. Çok hoş vakit geçirilmişti, çoook; utanılacak nice laflar hatırlanmazsa..  

 

* ‘11 EYLÛL’E DE IŞIK TUTAN MÜTHİŞ BİR İDDİA VEYA İTİRAF..

Usâme Bin Laden'in oğlu Ömer, Alman ’Frankfurter Rundschau' gazetesinde 10 Mayıs günü yayınlanan röportajda, ‘CIA'nın, Usâme Bin Laden'i bulacak imkana sahib olup olmadığı’ şeklindeki bir soruya cevaben, 'Emin değilim. Açık söylemek gerekirse babamı yoğun şekilde aradıklarına inanmıyorum. Bazıları onu Allah'ın koruduğuna inanıyor;  bazıları da Amerika'nın Ortadoğu'daki savaşını haklı gösterebilmek için onun serbestçe dolaşmasına izin verdiğine.. Belki de, Amerikalıların şaşırtıcı derecede çabuk buldukları Saddam Hüseyn'den daha kurnazdır.' diyordu. Oğul Bin Laden, bu arada, Batılı ülkeleri sevdiğini, yakın akrabalarının da Fransa, İsviçre ve Belçika gibi ülkelerde yaşadığını’  da bildiriyordu..

Bin Laden’in arab dünyasının en büyük kumpanyalarından ve baba Usâme’nin de hattâ milyarlarca dolarlık bir servet sahibi olduğunu ve amma, Batı batakhanelerinde yıllarca  yaşadıktan sonra, şimdiki iştigal alanına geçtiğine dair iddiaları da hatırlamakta fayda var.