Geçen hafta farklı meşreplerden sayıları 300’ü bulan akademisyen, bürokrat, gazeteci ve siyasetçilerden müteşekkil “elit” bir topluluk, kamuoyuna yaptıkları bir çağrı metniyle barış sürecine müdahale ettiler.
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden ve Anayasa’dan çıkarılamaz” itirazını yükselterek, yaptıkları çağrıda; “Anadolu coğrafyasında Selçuklu ile başlayıp Osmanlı ile devam eden Türk Milleti’nin kesintisiz egemenliği..” vurgusu ile ulus devletin kurucu paradigmasının devamını talep ettiler.
Aralarında Prof. Halil İnalcık ve Prof. İlber Ortaylı gibi meşhur tarihçilerin de bulunduğu bu listeye imza atan elit tabakanın “Ümmet” mefkûresine dayalı Selçuklu ve Osmanlı’yı neredeyse bir ulus devlet kategorisine indirgemeleri başlı başına ibretâmiz bir hâdise olsa gerek.
Abdullah Öcalan’nın Nevruz’da okunan mektubu da çok ses getirdi. Mesajın örgülendiği bu coğrafyaya ait kavramlar, ulusalcıları ve özellikle de sol cenahtakileri telaşa verdi. Türk solunun aşamadığı “İslâm önyargısı” bir daha su yüzüne çıktı.
İsmail Beşikçi’nin, mesajın muhtevasına dair yaptığı itirazlarda; “İslam kardeşliği Kürtleri oyalama, kandırma sloganıdır” demesi müntesip olduğu kesimin İslâm idrakini ele vermeye yetiyor. Bu coğrafyada İslâm’dan, onun yoğurduğu ortak mâziden ve “kardeşlik”ten daha hakiki bir birleştiren olmadığı hâlde, Beşikçi ve yoldaşları acaba neden barışın en büyük imkânına itiraz edip durmaktalar?
Öcalan, tüm Türkiye halklarını birleştiren ortak değerlere referansta bulunarak kendisinin de peşinden koştuğu seküler paradigmanın krizini fâş ediyor aslında.
“1000 yıllık İslâm bayrağı altındaki kardeşliğe” atıfta bulunması, ulus devletiyle, “Biz” kapsamının kuşatıcılığının teke indirildiğini ve “Biz” kavramının kuşatıcı eski ruhuna dönülmesi gerektiğini, “Bizi bölmek isteyenlere karşı bütünleşeceğiz. Ayrıştırmak isteyenlere inat birleşeceğiz” demesi, paradigmanın iflasını işaretlemekten başka bir manası yok.
TBMM’nin kuruluşundaki ruh yeni dönemi aydınlatmalıdır, vurgusunu yaparak; “Hz. Musa, Hz İsa ve Hz Muhammed’in mesajlarındaki hakikatler bugün yeniden harekete geçiyor”, mesajını vermiş.
Okunan mektupta bu coğrafyanın birleştiren ortak değerlerine vurgu yaptığı için de sol cenah çok sevdiği Öcalan’ı eleştirmeye başladı. BDP Genel Başkanı Demirtaş da bunların düştüğü anakronizmi şöyle hatırlatmış kendilerine:
“... Şimdi 1000 yıl önce o topraklarda Kürtler ve Türkler karşılaştıklarında, o toprakları birlikte yurt edindiklerinde, o halkları bir arada tutan şey İslâmiyet’ti. Buna atıfta bulunmak niye rahatsız ediyor bazılarını?.. Soruyorum, bunlar Türklerle Kürtlerin ilk kez Cihangir’de mi karşılaştığını düşünüyorlar?”
Bunları söylediler diye Öcalan ve Demirtaş’ın İslâmcı bir çizgiye evrildiklerini iddia edecek bir sâf çıkmaz herhâlde. Ama hem onlar hem de hükümet biliyor ki, ulus devlet pratikleri Kürt meselesinin temel sebebidir. Bunun açtığı toplumsal travma İslâm’ın ürettiği ve bu topraklara ait hakiki değerlerle tedavi edilmek durumundadır, başka yolunun olmadığnı hep beraber acı tecrübelerle öğrendik çünkü.
Pragmatist yaklaşabilirler meseleye, bu da bir gelişmedir. Ama ulusalcıların, solcuların ve bilumum barışa karşı çıkan elit tabakanın İslâm’a inanmasalar da, en azından barışı sağlamak için başka yolun olmadığını görmeleri gerekir. Barış istemeyenlere bir sözüm yok, onlar vuruşarak geri çekilecekler, öyle gözüküyor.
Ama barıştan yana olanların, Türkiye’nin İrlanda ve İspanya gibi iç barışını sağlamış ülkelerden farklı olduğunu, Türkiye’nin ancak kendi kök değerleriyle hareket ederse başarabileceğini görmeleri gerekir.
Bunun için de İslâm karşıtı psikolojik bariyerlerinden kurtulmaları elzemdir. Sözün özü, köklerle barışıldığı zaman onlar da rahatlayacak, ülke de..
YENİ AKİT