Proleterya ve Burjuvazinin “Cemaat” Kardeşliği

“Vatana, millete, devlete hayırlı olsun!” diyelim ve hep birlikte haykıralım: Yaşasın Proleterya ve Burjuvazi’nin FG Cemaatiyle dayanışma ve kardeşliği!

Kenan Alpay, Cemaatin Hükümetle girdiği savaş sonrasında hangi ideolojik-mezhebî kesimlerle ortak bir zemine savrulduğunu yazdı:

Yeni Sınıf: Proleterya+Burjuvazi+FG Cemaati 

Bizim açımızdan her ne kadar fazla şaşırtıcı gelmese de yakın dönemde şahit olduğumuz siyasi cepheleşmeler klasik siyaset bilimi açısından hiç de anlaşılabilir ittifaklar olarak gözükmüyor.

Yakın siyasi tarih açıkça göstermiştir ki; sınıfların tanımı da ideolojilerin hedefleri de yeni baştan tartışılmayı bekliyor. Çünkü ezberletilen kalıpların, yürürlükte tutulan klişelerin, klasik dost ve düşman saflaşmalarının mevcut durumu izah edebilmesi mümkün gözükmüyor.

Sözde militarizm karşıtlarının 27 Mayıs’tan bugüne “Ordu-Gençlik El Ele” sloganlarıyla TSK’nın kucağında büyüdüğüne şahit olmuş, 28 Şubat’tan sonra da “Ne Şeriat Ne Darbe” sloganlarıyla biraz mahcup da olsa Kemalizme sadakat noktasında çizgiyi bozmadıklarını iyice anlamıştık.
 

Ulusolcu Nefret Sınıfı

Küresel sermayeye savaş açma numarasıyla sahne alanların son olarak Gezi Ruhu ortak paydasında ulusal sermayenin merkez üssü TÜSAİD’la safları sıklaştırıp nasıl da samimiyetle kucaklaştıklarını görenler hiç de şaşırtmamıştı bizi.

Peki, aydınlanma ve ilerleme adına gericiliğin kökünü kazımak adına bürokratik oligarşiyle birlik olup seferberlik ilan eden ulusolcuların şimdi de Fethullah Gülen Cemaati’nden gelecek stratejik destek ve taktik hamlelerle devrim hayalleri görüyor olmasına şaşan, hayret eden var mıdır? Şaşırıp hayret eden yoktur herhalde. Çünkü dün tankların arkasına sığınıp iktidar hayalleri kuranların bugünlerde tapeler üzerinden aynı hedefe kilitlenmiş durumda olduklarını idrak edemeyecek kadar akıldan yoksun kimse yoktur bu memlekette.

Halka rağmen halk için’ şiarı resmi ideoloji ve iktidar sınıflarının temel devlet siyasetiydi. Her türlü zulmü bu gibi sloganların eşliğinde icra ettikleri gibi kendilerince meşruiyet de elde ettiklerini vehmettiler.

Sınıfsız kaynaşmış toplum’dan anladıkları laik Kemalist muktedirlerin kurduğu düzenin ilelebet bekasıydı. Bütün imkânlarıyla ‘merkez” Batıcılara ‘çevre’yse bütün imkânsızlıklarıyla dincilere hasredilmişti. Düzene başkaldırma, itiraz etme hakkı yoktu. Düzeni bozmak ya da yeni bir düzen kurmaya kalkmak sadece Kemalistlerin değil ulusolcuların da liberallerin de hışmına uğramak demekti.

Gerek Türkiye’de gerekse İslam coğrafyasının diğer bölgelerinde yaşanan siyasal-sosyal hadiseler mevcut ulusalcı-sol hegemonik söylemin ne kadar boş ve çirkin bir karakteri haiz olduğunu bir kez daha gösterdi. Hiç de enteresan değil aslında. Türkiye’de darbe politikalarıyla, ihtilalci kadrolarla paralel seyredenler Mısır ve Suriye’de de aynı çizgi üzerinde yürüyorlar.

Siyasal İslam’ın İflası” projesinde hemen hepsi el birliği yapıyorlar. Sisi ve Esed cuntasıyla dayanışma içerisinde olanlar önce Gezi Ruhu sonra da 17 Aralık operasyonlarında birlikte boy gösterip ‘çevre’ye yani siyaset ve topluma karşı İttihatçı-Kemalist yöntemlerle meydan okudular.
 

Hepimiz Kubilayız, Hepimiz Berkiniz!

Her biri yerli malı Şebbiha olan kulağı kesik gazeteciler, eski tüfek aydın ve sanatçılar “Erdoğan muhaberat rejimi kuruyor” söylemiyle yeni bir suni heyecan dalgası inşa etmeye soyundular hızlıca. (...)

YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ >>>

 

Yorum Analiz Haberleri

Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...