Profesyonel Müslüman ve iman

Hilal Kaplan

Hz. Peygamber'in (s.a.v.) çoğumuzun bildiği bir hadisi şerifi vardır: "Ahir zamanda iman bir kor ateş haline gelecek." Kor bir ateşi elde tutmak nasıl zorsa, imanı muhafaza etmek de o nispette zorlaşacak anlamına gelen bu hadis üzerine sıklıkla düşünmek gerekir. Hemen her dönemde insanlar ahir zamanda yaşadıklarını hissetmişlerdir. Bugün de ahir zamanlarda yaşadığımızı mutlak biçimde ispat etmek mümkün değilse de, yaşamadığımızı da iddia etmek o nispette zordur. O yüzden imanı muhafaza etmeye de bu bağlamda bakmakta hayır vardır sanırım.

Bu hadisi şerifi yorumlayanlar genelde günahın modern zamanlarda ne kadar yaygınlaştığına dikkat çekerek imanın muhafaza edilmesinin zorlaştığını vurgularlar. Ancak kanaatimce günahın yaygınlaşmasından ve günah işlemenin kolaylaşmasından daha "yakıcı" olan vakıa günahın normalleştirilmesidir. Kim tarafından? Bizzat Müslümanlar tarafından...

* * *

"Din ile siyaset işlerini ayırmak gerekir."

"Paranın dini imanı olmaz."

"Dinin yüksek sanatla uğraşanların alanına müdahalesi kabul edilemez."

* * *

Siyasetle, ticaretle ve sanatla meşgul olan Müslümanların ağızlarından bu tür cümleleri duymak artık nerdeyse bir "norm" haline gelmiş durumda. "Norm" deyişim sadece sözün gelişi değil; zira dinin "hükmünün" yerini seküler "norm"un almasından bahsediyorum.

Bazı Müslümanların dini âdeta bir aksesuar, bir gösteren, bir sembol mertebesine indirgeyip siyasetle ve ticaretle meşgul olmalarını kanıksadık. "Maslahat gereği böyle yapıyorlar" derken içimizi bir kıymık kadar bile inciten bir hissiyatımız nerdeyse kalmadı. Hâlbuki ister dinî ister beşeri tüm ilim dalları insanların yapıp ettiklerinin zamanla kendi(lik)leri haline geldiğini gösteriyor. Buradaki "maslahat" Müslümanın siyasî veya ticarî anlamda güç kazanması ve kazandığı iktidar alanını dine hizmet edecek şekilde kullanması olarak görünüyor. Ancak dini, hayatının varoluşsal herhangi bir alanından dışlayan ve bu dışlamayı alışkanlık haline getiren Müslüman için "kötü" olanı "iyi" olandan ayırt etmesini sağlayacak herhangi bir müspet zemin kalmış mıdır?

İslâm, insanın nefsî istek ve arzularını yadırgayan bir din değil. Kur'an, günah işleyip tövbe eden kulların kıssalarıyla dolu olan bir kitap. İslâm, insanı tüm zaaf ve noksanlıklarıyla beraber tanıyan bir din; İnsan da bu zaaf ve noksanlıklarının farkına varıp Allah'a yöneldiği müddetçe övülen bir varlık. Peki, zaaf ve noksanlarımızın farkına varmamızı sağlayan, ahlâkî olarak iyi ile kötü arasındaki sınırı sezmemize imkan tanıyan melekelerimizi yitirdiğimizde ne yapacağız? Bence modern zamanlarda Müslümanların önündeki en büyük imtihan, günahla kurulan ilişkiyi içselleştirmek, günahı gündelik hayatın bir parçası ya da mitleştirilen "maslahat"ın/sağduyunun bir gereği olarak telakki etmektir.

Dini uhrevî alana sıkıştırıp, onu dünyevi olandan ayrıştırarak, hayatı parçalarına ayırarak siyaset ve ticaretle ilişkilenmek mebzul miktarda eleştiriye de tabi oluyor aslında. Zira hem ticaret hem de siyasetin öznelerinin sonuçta bu ayrımı nefisle direkt bağı kurulabilen "iktidar"ı devşirmek için yaptıkları daha rahat dillendirilebiliyor.

Peki ya Müslümanların yüksek sanatla ve sanat eserleriyle kurdukları ilişkiye bakışımız nasıl? İnşallah Çarşamba günü bu soruyla kaldığımız yerden devam edelim.

YENİ ŞAFAK