Ergenekon Duruşması’nda söz alıp ayağa kalkan uzun boylu bıyıklı adamın adı Oktay Yıldırım. Ümraniye’deki meşhur bombaların ele geçirildiği gecekondunun sahibi. Tahliyesini istemek için ayağa kalktı zannedilirken birden hakikat kavramı üzerine hiç de fena olmayan felsefi bir analize başladı. Düzgün cümleler kuruyor. Edebiyatla haşır neşir olmuş bir insan portresi çiziyordu. “Hakikat nesneldir, ama benim hakikatim özneldir” dedi ve şöyle bitirdi: “Ben sizden tahliyemi değil, nesnel olan hakikatin tecelli etmesine izin vermenizi bekliyorum başkanım.”
Ergenekon davasını en başından beri izleyen gazetecilere göre kendini en iyi savunan ve en iyi konuşan sanık o. Bu adamın memleketin en kitch mekânlarından Reina’da bir zamanlar koruma müdürlüğü yaptığına, son mesleğinin de bir güvenlik şirketinde bodyguardlık olduğuna kim inanır? Ama Güneydoğu’da çatışmada yaralanarak malulen emekli olmuş 37 yaşındaki bu genç adam, son birkaç yılını ulusalcı eylemlerde bildiri okuyarak, 301 mahkemeleri önünde bulunarak, ulusalcı sitelerde yazı yazarak, yine bu minvalde bizim sadece medyaya yansıdıklarını bilebildiğimiz düzinelerce toplantıya katılarak geçirmiş biri. Polisteki sorgusuna göre tek sabit geliri 1000 YTL’lik gazi maaşı.
Sanık bölümünün arkasında oturan kısa boylu, keskin bakışlı adamın adı Zekeriya Öztürk. 1961 doğumlu bu emekli binbaşı Ergenekon duruşmalarının en aktif sanığı. Bazı sanıklarla ve sanık avukatlarıyla sürekli kavga ediyor, mahkemeye dilekçeler veriyor. İşçi Partililere göre MİT’çi, MHP’li olduğunu söyleyen avukata göre de açıklamalarıyla MHP’yi karıştırmaya çalışıyor. Kendi isteğiyle o da genç yaşta ordudan emekli olmuş. Emeklilik tarihi Türkiye’de ulusalcı yükselmenin başladığı 2001 yılı. Ve o da Oktay Yıldırım gibi son birkaç yıldır tüm mesaiini ulusalcı kampanyalara, gazetelere, internet sitelerine, eylemlere, toplantılara veriyor. Kendisini araştırmacı-yazar olarak tanıtan Öztürk’ün evinden, Şemdinli’deki Umut Kitapevi’nin bombalanmasıyla ilgili soruşturmanın bin sayfayı bulan evrakı çıktı. Pek çok gazeteci de bile olmayan belgelerdi bunlar. Polise verdiği ifadede aylık gelirini 1000 YTL olarak göstermiş.
Duruşma salonunda hangisi olduğunu seçemedim. Bandırma’da yaşayan bir emekli astsubaymış Orhan Tunç. 1962 doğumlu, Bandırma’da kendi halinde yaşayan bu emekli astsubay iddianamedeki telefon dökümlerine göre pek çok kişi için ise askerlerle bağlantı noktası. TSK’ya işi düşen, “askerler ne düşünüyor” diye merak eden onu arıyor. Arada İstanbul’a gelip bazı toplantılara katılıyor, Ankara’ya gidiyor, son gelişmeleri öğreniyor. Adli tıpçı Doçent Ümit Sayın bir keresinde yine onu arayıp “Ülke elden gidiyor, ordu hâlâ bir şey yapmayacak mı” diye sorunca Bandırmalı kendi halindeki bu astsubay şöyle cevap veriyor: “Telefonda konuşamayız, seni teskin etmek için muhterem bir zatın Ankara’da ses kaydını da dinleteceğim, askerler artık çok rahatsız, üç gündür uyumuyorlar.” 1200 YTL emekli astsubay gelirinden başka geliri yok onun da.
Patlayıcı madde yapımında kullanılan sıvılarla yakalanmış Muzaffer Şenocak’ı dava salonunda henüz göremedim. Nasıl biri olduğunu da merak ediyorum doğrusu. En ilginç hikâye onun. Polis sorgusuna göre mesleği, serbest meslek. Sahiden de öyle. Eskişehir’de evinden cephanelik çıkan Fikret Emek’in Ankara’daki güvenlik şirketinde çalışmış. Afrika ülkelerinde sahte bir NATO kimliğiyle paralı askerlerin yetiştirildiği kurslara katılmış. Sorgulanan eski eşine ve evlenmeyi düşündüğü kadına ise “Özel Kuvvetler’de çalıştığını” söylemiş. Serbest meslek sahibi Şenocak’ın aylık geliri kendi ifadesine göre 400 YTL.
Ve, Veli Küçük. Son ifadesine göre sadece Avcılık ve Atıcılık Derneği üyesi olan ve “haksız yere sürekli basının üzerine geldiği” emekli tuğgeneral. Beş dakikalığına orduya destek eylemine katılmış, geçerken kalabalığı görüp silahıyla ve korumalarıyla Hrant Dink davasına girmiş, o kadar. Orhan Dink “O, davaya geldikten sonra her şey değişti” demişti ama “herkesin iftira attığı” bu tuğgenerale göre zamanın çoğu dünyadaki tek dikili ağacı olan Bilecik Türkmen köyündeki evinde geçiyor. Ama bu tuğgeneralin çok renkli bir emeklilik hayatı var. Herhalde vakti çok olduğu için son yıllarını sürekli siyasi toplantılara katılarak, konferanslar vererek geçirdi. Yoksa Avcılık ve Atıcılık Derneği’nden başka bir yere üye olmayan bu yaşlı tuğgeneralin Cumhuriyet Gazetesi’ni kalkındırma toplantısına katılması da, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal büstü yaptırıp, açılışını Denktaş’a yaptırması da, Almanya’daki toplantıda Dünya Azeriler Birliği başkanlığına seçilmesi de, Elçibey tarafından Bilecik’teki karargâhını ziyaret etmesi de, sürekli Bakü’ye gidip gelmeleri de, Can Ataklı’yı askerlerin tepkisi üzerine kovulduğu işine döndürmek için Emin Şirin’in onu araması da, Ordu’ya destek gösterilerinde, Kıbrıs mitinglerinde bulunması da, memleketin karanlık pek çok adamıyla “ahbap”, “çocukluğundan tanırım” kıvamında olması da hep tesadüf. Onu tüm bu siyasi aktivizm işlerini yapması için özgürleştiren aylık geliri de kendi ifadesine göre 3.200 YTL.
İki gündür canlı tanık olduğum Ergenekon duruşmasında hemen önümde yargılanan bu insanlar sahiden kim? Bu genç yaşta ordudan emekli olmuş, vaktinin çoğunu siyasi faaliyetlerde geçiren bu adamlar bu lüksü nereden buldular?
İşte bu soruya bir cevap bulmaya çalışırken bir arkadaşım sol literatürdeki “Profesyonel Devrimci” kavramını hatırlattı. 19. yüzyılda Auguste Blanqui’nün Fransa’daki devrimci hareketlere katılan İtalyan Carbonari militanlarından esinlenerek ilk kez geliştirdiği bu kavramı Lenin galiba Ne Yapmalı’da teorize eder. “Profesyonel Devrimciler” 24 saat devrimcilik yapan kişilerdir. İşleri devrimciliktir. Devrimci mücadelede koşturmaları, nerede bir örgütlenme, ajitasyon-propaganda faaliyet var koşturmaları için öncü parti tarafından ücretli emek boyunduruğundan özgürleştirilmiş, asgari masrafları parti tarafından karşılanmış militanlardır. Çünkü devrim, öyle iş çıkışı, hafta sonları hobi hükmünde devrimci faaliyetlere katılmakla yapılamaz.
Şimdi daha iyi anlıyorum galiba.
TARAF