Prens Selman’ın ‘Reformcu İmaj’ına Atılmış Bir Tokat Olarak Cemal Kaşıkçı Hadisesi

Yazısında Cemal Kaşıkçı hadisesini çeşitli açılardan yorumlayan Mehmet Rakipoğlu, bu hadisenin bir süredir reformcu imaj takınmış görünen Suudi yönetimine atılmış bir tokat niteliği taşıdığını ve zaten bozuk olan imajı daha da zedeleyeceğini söylüyor.

Sakarya Üniversitesi Öğretim Görevlisi Mehmet Rakipoğlu’nun Star Açık Görüş’te yayınlanan yazısı şöyle:

Cemal Kaşıkçı Hadisesi ve Düşündürdükleri

 2 Ekim günü Türk asıllı dünya çapında ünlü Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul konsolosluğuna girip ortadan kaybolması ve akabinde yaşanan olaylar dünya gündemine oturdu. Kaşıkçı’nın konsolosluktan saatler ve günler boyunca çıkmaması üzerine, kaçırıldığı veya öldürüldüğüne dair yorumlar yapıldı. Uluslararası kamuoyunun baskısı rağmen düşük bir ihtimal de olsa belki Kaşıkçı ile alakalı herhangi somut delile ulaşılamayacaktır. Dolayısıyla Kaşıkçı’nın akibeti ile alakalı varsayımların şimdilik bir faydası yok. Resmi deliller olmadan (ki muhtemelen birçoğu ortadan kaldırıldı) Suudi Arabistan’ı suçlamak da yerinde olmayacaktır. Ayrıca Suudi Arabistan gibi otoriter bazı rejimlerin uluslararası hukukta yer alan ve cezai yaptırımı olan anlaşmaların tarafı olmaması Suudilerin elini kolaylaştırmaktadır.

Ortadoğu’daki baskıcı rejimlerin bağımsız düşünürlere ve gazetecilere yönelik yıllardır uyguladığı “zorla ortadan kaybolma” hadiselerinin çokça yaşanmış olması bizlere Suud rejiminin Cemal Kaşıkçı’ya yönelik neler yapabileceğini göstermektedir. Nitekim Suudi Arabistan’ın Kaşıkçı’ya veya başka bir gazeteciye yurtdışında operasyon yapması pek sıradışı bir olay değil. Delil Grup Şirketi’nin CEO’su ve Suudi rejime muhalif olan işadamı Muhammed el-Muferreh’in zehirlenerek öldürülmesi “zorla ortadan kaybolan” isimlerden sadece bir örnek.

Ritz Carlton’da yeri hazırdı

Kaşıkçı’nın konsolosluğa randevulu girmiş olması ve 15 Suudi görevlinin Kaşıkçı’dan sonra gelmiş olması Suudi Arabistan’ın o gün için en azından bir planı olduğunu ortaya koyar nitelikte. Eğer Katar merkezli iddialar doğruysa ve Kaşıkçı konsoloslukta öldürüldü ve cesedi bir şekilde başka bir yere taşındıysa, Suudi Arabistan’ın yurt içinde estirdiği “devlet terörü”nü yurtdışına ve Türkiye’ye taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Suudi yetkililerin olaydan sonraki dört gün boyunca sessiz kalıp açıklama yapmamaları da düşündürücü bir gelişme olarak okunmalı. Ayrıca Kaşıkçı’nın konsoloslukta bulunduğu ve kaybolmasının gerçekleştiği günler boyunca kameraların çalışmıyor olması da tesadüften ibaret değildir. Suudi yetkililerin Kaşıkçı’nın konsolosluktan sağ olarak çıktığı yönündeki iddialarını, Kaşıkçı’nın nişanlısının konsolosluk önünde bekliyor olmasına rağmen çıktığını görmemesi ve Suudi yetkililerin Kaşıkçı’nın konsolosluktan ayrılışını kanıtlayamamaları çürütmektedir. Öte yandan I.Veliaht Prens Muhammed bin Selman olaydan birkaç gün geçtikten sonra Bloomberg kanalına verdiği röportajda Türk yetkililer isterse konsoloslukta arama yapabilir kavlinde açıklama yapması da Kaşıkçı ile ilgili gerekli işlemlerin yapılıp tedbirlerin alındığını göstermektedir. Aslında bu noktada “Kurulduğu gün ve kurulmasını sağlayan isyanlardan bugüne kadar şiddeti siyasi emellerine ulaşmak için bir baskı aracı olarak kullandığı bilinen Suudi Arabistan yönetimi, neden Kaşıkçı’ya yönelik Türkiye’de böylesi sansasyonel bir eylem yapmaya kalkışsın?” sorusu sorulmalı. Bilindiği gibi Suud rejimi, rejimin güvenliğine tehdit oluşturma potansiyeli taşıyan ve potansiyel tehdit olan her türlü unsura karşı en sert adımları atmaktadır. Özellikle son 1.5 yıldır dünya gündemini de sarsan Ritz Carlton otelindeki gözaltı ve işkenceler bu sert adımların en somut göstergesi olmuştu. Peki Cemal Kaşıkçı gerçekten Suud rejiminin güvenliğini zedeleyecek bir tehdit mi? Suud rejimi tarafından potansiyel tehdit olarak görülmesine sebebiyet veren nedir? Kanatimizce Kaşıkçı geleneksel olarak Suud muhalefeti kategorizisine dahil edilmeyecek kadar mutedil ve rejim yanlısı tutumlar sergilemiştir. Nitekim Washington Post gazetesi yazarı olan Kaşıkçı Suudi Arabistan’daki monarşi sistemini savunmaktaydı. Fakat Kaşıkçı’nın Yemen ve Suriye meselelerindeki rejimin tutumunu eleştirmiş olması ve İhvan-Katar eksenindeki Riyad’ın politikalarına yönelik yaptığı eleştirel yorumlar kendisinin rejim tarafından potansiyel tehdit olarak algılanmasına neden olmuş olabilir. Öyle ki Suudi rejim lüks hapishaneye çevirdikleri Ritz Carlton otelinde Kaşıkçı’ya da oda ayırmıştı fakat Kaşıkçı bu olaydan haberdar olup ülkesini terk etmişti.

Diğer taraftan Washington-İstanbul arası bir yaşam sürdüren Kaşıkçı’nın ortadan kayboluşundan üç gün önce BBC’ye verdiği röportajda yaptığı açıklamalar önemli. Kaşıkçı röportajda Prens Selman’ın gözaltı operasyonlarında tutuklanan ve Ritz Carlton otelinde işkenceye maruz kalanların sadece muhalifler olmadığını dile getirdi. Kendisinin de dahil olduğu muhalif olmayan fakat rejimin adamı da olmayan bazı “bağımsız” düşünürler, gazetecilerin de bu kervanda yer aldığını söyledi. Ve kendisinin ülkeye dönüp dönmeyeceği hakkında yöneltilen soruya “Bu şartlarda zor” şeklinde cevap vermişti. 1958 doğumlu Kaşıkçı rejim düşmanlığı veya monarşi karşıtlığı ile bilinmemenin yanı sıra daha önce zikredildiği gibi rejim yanlısı kimliği ile ön plandaydı. Aslında bu kimlik ve Kaşıkçı’nın Suud rejimi hakkındaki bilgileri, onun rejim tarafından tehdit olarak görülmesine neden olmuş olabilir. Kaşıkçı 1991-1999 yıllarında gazetecilik yapmış olduğu bölgelerdeki bilgileri Suudi Arabistan İstihbarat’ı ile paylaşmıştı, Londra ve Washington gibi iki önemli başkentte büyükelçilik görevinde bulunmuştu. Ayrıca Kaşıkçı Kraliyet ailesinden Prens Türki el-Faysal’ın da yıllarca danışmanlığını yapmıştı. Bunların yanında Kaşıkçı al-Arab kanalının da editörlüğünü ve genel yayın yönetmenliğini yaptı. Saudi Gazette, Okaz, al- Şark al-Avsat gibi gazetelerde çalıştı. Arabistan’ın en liberal ve reform yanlısı gazetelerinden biri olan al-Vatan’da da görevler aldı. Bin Ladin ile birçok defa röportaj yapan Kaşıkçı, Ladin’e şiddeti bırakması yönünde ısrarlarda bulundu.  Dolayısıyla Kaşıkçı eldeki verilerle rejim değişikliği talep eden revizyonist bir muhalif olmaktan çok eleştirel tutuma sahip bir gazeteci olarak görülebilir. Fakat Kaşıkçı’nın diplomatik tecrübesi Veliaht Selman’ın kurduğu devlet terörüne ve uygulamalarına engel olamadı. Suudi rejimi hakkında sahip olduğu bilgilerin yine rejim aleyhine kullanılabilecek olması Veliaht Selman’ın Kaşıkçı’ya yönelik dış destekli operasyon düzenlemesine neden olmuştur. Öte yandan Prens Selman’a yönelik eleştirileri de bulunan Kaşıkçı’nın ortadan kayboluşu kişisel bir hesaplaşmanın sonucu olarak da okunabilir.  Yurt içinde de çeşitli gazeteci, ilim adamı ve muhalife yönelik baskı, şiddet ve gayri İslami uygulamalarıyla gittikçe dünya medyasını meşgul eden Riyad yönetimi, ılımlı bir gazeteci olarak bilinen Cemal Kaşıkçı’ya yönelik de rejimi koruma adına sert politikalar izlemiş olabilir. Sefer el-Havali’nin öldürüldüğüne yönelik haberler bu minvalde okunabilir. Kaşıkçı hadisesi Suudi Arabistan’ın uluslararası ilişkileri için bir sınav olmasının yanında Türkiye- Suudi Arabistan ilişkileri açısından da bir sınav olacaktır.

Türkiye ile ilişkiler

Her ne kadar Suudi Arabistan konsolosluğu Türkiye toprağı olarak sayılmasa bile -eğer cinayet gerçekleşmişse- yaşananlar, Türkiye’nin güvenliğini ve meşruiyetini zedeleyecek türden servis edilebilir. Halihazırda Suud medyasının bir bölümü Kaşıkçı meselesi üzerinden Erdoğan ve Temim’i suçlamaktadır. Arabistan’ın Suriye’de PKK’ya verdiği destek, Katar meselesinde gösterdiği düşmanvari tutum ve bazı medya organlarında Erdoğan karşıtı propagandaya göz yumması Kaşıkçı olayı ile birlikte değerlendirildiğinde iki ülke arasındaki ilişkilerinin gerilmesinin mümkün olduğu söylenebilir. Söz konusu potansiyel gerilim Türkiye’nin Kaşıkçı hadisesini aydınlatıp kamuoyuna sunması ile –eğer Suudi Arabistan devletine ait bir suç tespit edilirse- daha da derinleşebilir, bazı Suudi diplomatlar istenmeyen adam ilan edilebilir. Böylelikle bölgedeki kutuplaşma ve şiddet artabilir.

Öte yandan Suudi Arabistan-Türkiye ilişkilerinin Kaşıkçı meselesi sonrası kopacak noktaya gelmesi ve gerilimin tırmanmasının düşük bir ihtimal olduğunu söylemek de mümkündür. Siyasi meselelerdense ekonomik kazançların öncelenebileceği bir konjonktürde her ne kadar sivil toplum ve uluslararası medya Suud rejiminin cezalandırılması yönünde bir slogan üretme yönünde bir duruş sergilese de Türkiye’nin Kaşıkçı meselesine tepkisi orta profilli olmaya daha yakındır. Cumhurbaşkanı Erdoğan “Olayın takipçisiyiz” şeklinde açıklamalar yaparak Suudi Arabistan devletine yönelik sert açıklamalarda bulunmak yerine daha orta yollu bir duruş sergilemiştir. Bu noktada Suudi Arabistan-Kanada krizi sonrası Riyad’ın verdiği aşırı tepki de Ankara’nın sert duruşunu engelleyen bir gelişme olarak görülebilir.

Reformcu imaj

Kaşıkçı hadisesiyle birlikte Suud rejimi, sert politika yanlısı Prens Selman ve ekibinin, başta İhvan yanlısı muhalifler olmak üzere Suud rejiminde siyasi değişim talebinde bulunan, rejimden bağımsız hareket etmeye çalışan ve politika eleştirme “cüretinde” bulunan aktörlere ve oluşumlara mesaj verdiği söylenebilir. Ayrıca ABD başkanı Trump ve BM üst düzey yetkililerinin Kaşıkçı’nın kaybolmasına yönelik endişe duyduklarını ifade eden açıklamalar yapmış olmaları da Riyad’ın köşeye sıkışmasına neden oldu. Hatırlanacak olursa geçtiğimiz hafta Trump’ın Suudi Arabistan hakkında yaptığı açıklamalar her ne kadar ilişkiler rayında gidiyor gibi görüntü verse de gerilime sebep olmuştu. Söz konusu durum şüphesiz Trump’ın iç siyasetten bağımsız bir dış politika güdemiyor olmasından kaynaklanmaktadır. Trump yönetimi kongre baskıyla Kaşıkçı meselesinde Arabistan’ı eleştirmek zorunda kalabilir ve bu durum Riyad-Washington ilişkilerinin gözden geçirilmesine sebebiyet verebilir. Son kertede Cemal Kaşıkçı hadisesi Suudi Arabistan’ın uluslararası arenadaki zedelenmiş imajına daha da zarar vermiştir. Batı’da reformcu olarak görünmek isteyen Riyad yönetiminin hukuk kurallarına riayet etmediği bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Yorum Analiz Haberleri

“Esed’in düşüşüyle Rusya 'süper güç' olmaktan çıktı”
Döktüğün kan yetmedi mi hala utanmadan konuşabiliyorsun?
"Suriye'den bize ne?" yaklaşımını besleyen körlük
Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango