Pozitif ayrımcılık

Ali Bulaç

Toplumsal bazı kesimlerin diğerlerine karşı kamunun adalet duygularını zedeleyecek ve toplumsal sürekliliği bozacak şekilde mağdur olmaları halinde, devletin söz konusu kesimleri -bunlar ya mağdur veya zayıf olabilir- takviye etmek üzere bazı düzenlemelerde bulunması gereklidir.

Devletin görevi, bütün kesimler arasında tam "eşitlik" sağlamak değil, "farklılıkları koruyarak adaleti tesis etmek"tir. Kamunun imkânlarından yararlanmak, gelir bölüşümünde ortaya çıkan adaletsizlikleri sağlamak bu türden düzenlemeleri gerektirir.

Söz konusu hukuki düzenlemeleri toplumun kendisinin takdir etmesi gerekir. Bunun yolu neyin nerede ve hangi kapsamda aksadığını toplumsal grupların kendi aralarında müzakere ederek tespit etmeleriyle mümkündür. Biz, 200 senedir, kendi sorunlarımız üzerinde düşünmeyi bir kenara bırakarak Batı'dan bize empoze edilen reformları yasalaştırmak ve uygulamakla meşgulüz. Kendi aklımızı tatile çıkardığımız için, başkasının aklıyla yaşıyoruz.

Son anayasa değişikliğinde, yeterince müzakere ve muhasebesi yapılmadan "pozitif ayrımcılığı" öngören bir madde geçti. Buna göre Anayasa'nın "kanun önünde eşitlik" başlıklı maddesinde yer alan "kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir" fıkrasına "Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı sayılamaz" ifadesi eklenmiş oluyor. Kısaca Anayasa, "kadın ve erkekleri eşit" sayıyor olsa bile, kadınlara bazı ilave avantaj ve imtiyazların tanınması halinde, bunlar "eşitlik ilkesi"ne aykırı sayılmayacak.

Varlık yapıları itibarıyla erkek ve kadınları eşitleştirmeye kalkışmak, varlığın asli ve ahlaki düzenine aykırı bir girişimdir. Söz konusu eşitleştirmeyi hayata geçirmiş bulunan Batılı toplumlar, yavaş yavaş bunun acı sonuçlarını üç alanda tatmaya başlamaktadırlar: 1) Erkek ve kadın arasındaki "merhamet ve şefkat"in kalkmasıyla yok olan "sevgi ve aşk"; 2) Birer eşit özne olarak toplumsal hayata çıkan kadının evle ve annelikle ilişkisinin kesilmesiyle nüfusta meydana gelen gerileme; 3) Bunun sonucunda eşcinselliğin yaygınlaşıp toplumsal hayat alanlarının eşcinsellerin eline geçmeye başlaması. Bundan erkek yanında, asıl büyük zararı kadın görmektedir.

Bizim gibi toplumlara "erkek-kadın eşitlik" ilkesini ve "pozitif ayrımcılığı" empoze edenler, bununla kendileri gibi toplumsal çözülmeye uğrayacağımızı biliyorlar. Biz de derin bir biçimde çözülüyoruz. Bu sürecin bizi nereye götüreceğini anlamak için verili toplumlara bakmak yeterlidir.

Bizim siyasilerimizin eline tutuşturulan reform paketleri tercihimize bırakılmış değildir. Bu reformlara itiraz etmeye kalkışan bir siyasi hareket sahnede kalamaz; anında "radikal İslam" yaftasını alır; Batılı medyanın eşliğinde mahkemeler harekete geçer ve silinir.

Fakat bir de içeride bu işin takipçileri yüzlerce dernek, vakıf ve STK vardır. Kadın hareketleri ve güçlü lobiler bu işin sıkı takipçileridir. Laik veya muhafazakâr-dindar yüzlerce ve binlerce kadın, sadece bu iş üzerinden para, şöhret, statü ve avantaj sağlamaktadır. AB ve ABD kaynaklı fonlar, bu STK'lara, dernek ve kuruluşlara cömertçe paralar pompalıyorlar.

Kadın ve erkek arasındaki farkın mutlak değil, görece olduğunu biliyoruz. Görece fark korunduğu sürece nesil devam eder. Aynı zamanda idari, politik ve ekonomik sistem, yani sosyal hayat da ehliyet ve liyakat sahibi kimselerce sürdürülür. Elbette bazı erkeklerden çok daha liyakat ve ehliyet sahibi kadınlar vardır ve bunlar kendi tercihlerine göre bir yerde görev almayı hak etmektedirler. Ama bu düzenleme başka bir şey: Düşünün, bir göreve sadece "kadın" olduğu için birini getirdiğinizde -bizim kadın profesörümüz, kadın milletvekilimiz, kadın bakanımız, kadın genel müdürümüz, kadın askerimiz var demek için- ehliyet ve liyakat kalkar, görev ve statüler cinsiyete göre dağıtılmış olur. Eğitimden bürokrasiye, askeriyeden siyasete kadar liyakatsiz ve ehliyetsiz kadınların yönettiği bir toplum halini alırız. Pozitif ayrımcılık, bizi kalitesiz toplumlar seviyesinde tutmanın başka yöntemidir.?

ZAMAN