"Suriye halkının halkı taleplerine, yaşadıkları acılara, verdikleri onurlu mücadeleye, sabrı ve metaneti kuşanan fedakârlıklarına Powell ve Rice’ın sözleri kadar önem vermeyen kâbus senaryolarıyla yatıp kalmanın hiçbir anlamı ve faydası yok."
Powell ve Rice Destekli Kâbus Senaryoları
Kenan ALPAY
Uzun bir zamandır İslam coğrafyasındaki siyasal-toplumsal dinamiklerin hareketliliği meselesini hemen her durumda emperyalist senaryolara havale etmek moda oldu. Fakat bu modanın İslami camianın içinden yetişen aydın-entelektüel kesimler arasında da yaygınlık kazanması telafisi mümkün olmayacak sıkıntıları asıl kaynağını teşkil etmektedir.
Nasıl ve neden sorusunun cevabı için ‘İslamcılık’ tartışmalarından arta kalan zamanlarda Ali Bulaç’ın Ortadoğu İntifadası üzerine serdettiği görüşlere bir kez daha bakmak yeterli olur sanırız.
Thing-Tang Literatürü ve Mantığı
Tunus, Mısır ve Libya’da Müslüman toplumların adalet ve özgürlük adına despotizme başkaldırdığı süreçte Ali Bulaç’ın ümitvar duyguları korku ve endişelerini nispeten dengeliyordu. Fakat isyan dalgasının Şam-Suriye kıyılarında da tsunami etkisi oluşturmasıyla birlikte ümitvar duygular dengeleyici olmak bir tarafa adeta silinip gitti. Sürekli endişe ve korku pompalayan fakat bunu yaparken despotik iktidarlara başkaldıran İslami hareketlerin sözcülerine değil de Batılı başkentler ve despotik iktidarlar tarafından üretilen psikolojik savaş argümanlarına kulak kabarttı Ali Bulaç.
Kritik soru şudur: Thing-tang’ler tarafından üretilen söylem ve projelere angaje basın-yayın kuruluşlarına verilen referanslar hangi akla hizmet ediyordu? Şu akla: Suriye meselesini Batı tarafından üretilen kaos teorisine dolayısıyla da Büyük Ortadoğu Projesine giden yolun önemli bir basamağı olarak algılanmasına. Yani bölgemizde dini, etnik ve mezhebi boğazlaşmanın yolu açılmış, bu yolda daha çok kan dökülecekmiş!
Bu kaygıların yeni bir ürününü görmek isteyenlerin Ali Bulaç’ın “Öfke ve nefret!” (6 Eylül, Zaman) başlıklı yazısına bakması yeterli. Bulaç’ın hiç eksik olmayan tersine giderek artan endişelerinin yeni bir vesikası olarak karşımızda duran mezkûr yazısında Colin Powell ve Condalizza Rice gibi ABD’nin dışişleri bakanlığı yapmış isimleri yine başköşeye oturmuşlar. Ne yarım asırlık Esed-Baas cuntasının yıkım ve kıyımlarına atıf var bu tezde ne de bu yıkım ve kıyımlara başkaldıran Suriye halkının ölümü göze alarak giriştikleri mücadeleye. Her şey ama her şey özelde Suriye’nin genelde İslam coğrafyası ve toplumlarının dışında planlanıyor ve yürürlüğe sokuluyor.
Bulaç’ın mantalitesine temel teşkil eden birkaç hususa dikkat çekmekte fayda var: İlki Bulaç’ın şu ifadesi: “Herkes bir başkasını şeytanlaştırır, nefret objesi haline getirir.” Şimdi bu haklı tespiti Baas-Esed diktası ve destekçisi İran açısından değerlendirelim.
Tanklarla, savaş uçaklarıyla üzerine bomba yağdırdığı Suriye halkını “Selefi-Vahhabi, tekfirci ve el-Kaideci teröristler” diyerek niteleyen Esed-Baas oligarşisi ve hamisi İran’ın resmi literatürde kullanmış olduğu bu düşmanlaştırıcı dili bir yerlerden tanımıyor musunuz? Neo-con’larla paralel işleyen bu dilin ve siyasetin bizatihi kendisi değil midir “mezhebi ve etnik çatışma korkusunu” pompalayan?
Mezhebi ve etnik çatışmayı kışkırtanlar orta doğunun işbirlikçi despotları arasında değil de ille Batılı başkentlerde aramanızın ne anlamı var? Nasrettin Hoca’ya kaybettiği anahtarlarını neden kaybettiği yer olan samanlıkta değil de kapının önünde aradığını soranlara verdiği “orası karanlık da ondan” cevabına benzeyen bu arayış fazlasıyla ironik ve acı vericidir.
Şüphe Uyandır, Sahipsiz Bırak!
Yazının Devamı İçin Tıklayınız...