Her cümlemizi tartmak, cümlelerimizin içine yerleştireceğimiz kelimeleri kuyumcu titizliğinde iyi seçmek mecburiyetindeyiz. Söylemlerimizin hukuki boyutundan daha önce ahlaki kriterini hesaplamakla vazifeliyiz. Ahlaki çerçeveye (etik değerlere değil) uygun olan zaten doğal olarak hukuken meşru, siyasal açıdan da kabul edilebilir olacaktır. Kışkırtıp yıpratacak dilden uzaklaşıldığı yatıştırıp onaracak dile sahip çıkıldığı oranda toplumda huzur ve güvenliğin, dayanışma ve kardeşliğin bağları kuvvetlenir çünkü.
Siyasal mücadelelerin kızıştığı zamanlarda konuşmak kolay değil ancak konuşmaları kolaylaştırdığımız, önünü açtığımız oranda “kızgın demiri soğutmak” mümkün olacaktır. Ne var ki bir zamandır Yeniçeri Ocağı’nın başıbozuk olduğu dönemlerdeki gibi bir tahammülsüzlük başımıza musallat olmuş yine: “Vurun, söyletmeyin!”
Şaka veya ironi değilmiş, hiç sıkılmadan gazete köşelerinde şöyle sorular soruluyor mesela: “Neyin özeleştirisi bu?” Eksik mi, fazla mı, çarpık mı nedir yanlış olan diye anlamaya çalışırken net ve keskin bir hüküm dikiliyor karşımıza: “Gün ne eleştiri günüdür ne de özeleştiri günü. Gün liderimizin arkasında sadakatle durma günüdür.” Eleştiri yok, özeleştiri yok sadece sadakat var; neden? Çünkü seçim adında bir siyasi harbin içindeymişiz. Bu fazlasıyla tuhaf ancak ne ahlaki ne de hukuki mesuliyetten zerre miktarı nasiplenmemiş mantıkla değil siyaset komedi filmi bile yapılmaz.
Fazla İzah Manayı Bozar
Etnik kimlik siyaseti yanlış olmanın ötesinde yıkıcıdır. Şunu da ekleyelim: Etnik kimlik siyaseti sadece rakiplerini değil sahiplerini de yıkar. Üstelik etnik kimliğe dayalı siyasete eskiden “cahiliye âdeti” derdik modern zamanlarda faşist-ırkçı siyaset diyoruz. İnsanın asaletini kafatasında, damarlarında dolaşan kanda arama saplantısı bu coğrafyada Kemalistlerin işiydi.
Türk ulusal kimliğini inşa etmek adına beş bin, yedi bin yıl gerilere giderek Etiler ve Sümerler’de kök arayıp, mezarlardan dahi kafataslarını çıkarıp brakisefal mi yoksa dolikosefal mi diye geniş bir heyetle sahada on binlerce ölçüm yapan Tek Adam ve Tek Parti Rejimi’ne halkçılık ve cumhuriyet değil faşizm sıfatı daha uygun olur. Ama gelin görün ki; Müslüman mahallesine kurtuluş reçetesi olarak pazarlanan Gazi Paşa Atatürkçülüğü şişede durduğu gibi durmuyor ve muhafazakâr-demokrat bile olsalar ağzına alanı çarpıp eciş bücüş hallere sokuyor. Bir asra yakındır yaşanan korku atmosferine birkaç mistik, manevi makyaj yaparak “Atatürk milliyetçiliği asla ırkçı değildir, hümanist değerlerle mücehhezdir” şeklinde bir versiyon üretmek pek ucuz ve pek kolay oldu maalesef.
Alman vülger materyalizmine yaslanan, pozitivist felsefeyi ve militan laikliği devletin ana karakteri (resmi ideoloji) haline getiren Kemalizmi kritik edip tasfiye için mücadele vermek yerine ondan faydalanma tercihi ciddi tehlike sinyalleri veriyor. Bürokratik oligarşi dostluk ve güvenceleri olduğu gibi tehdit ve tehlikeleri de ‘etnik’ temelde değerlendirmeyi, rejime yönelik muhalefetin öncelikle etnik kökenlerini sorgulayarak savuşturmayı marifet bildi, teamül haline getirdi.
Hatırlayalım, bir dönem Meclis Başkan vekilliği de yapan CHP Tunceli milletvekili Kamer Genç’in Başbakan olduğu dönemde Tayyip Erdoğan’ı memleketi Rize-Güneysu (eski adı Potomya) üzerinden şöyle çirkefçe benzetmelerle vurmak istemişti: “İstiklal Savaşı'nda Potomyalı'ları Ege'de, İzmir'de denize döktük. Sen hala onların kalıntısı olarak çıkmış gelmişsin bu memlekete.” Elbette yabancısı değiliz, Kemalist mantık psikolojik savaşı, kara-propagandayı hep böyle sürdürüyor.
Etnik Kimliğe Harp İlan Etmek
Tabi bu iş Kamer Genç’le başlamadı onunla da bitmedi. Mesela bir dönem Turgut Özal’ın da Ermeni kökenli olduğu iddiaları kamuoyunda çokça dolandırılmıştı. Yine bir mafya liderinin (A. Çakıcı) dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz’ın babaannesi için benzer şeyler söylediği hatırımızda. Aynı mafya liderinin aradan bir zaman geçtikten sonra benzer ithamları bu kez Cumhurbaşkanı Erdoğan için “Kasımpaşa’da doğan Rize Potomya asıllı sayın Erdoğan’a bu aziz milletimiz ülkeyi yönetme iradesini kendisine teslim etmiştir. Devletin sahibi sen değilsin!” gibi çirkin cümlelerle sarf ettiğini de biliyoruz.
2014’te Cumhurbaşkanlığı seçimlerine doğru gidilirken MHP lideri Devlet Bahçeli’nin şu cümlelerini de hatırlarsak etrafımızı saran çarpık mantığın ne kadar yaygın olduğunu da iyice idrak etmiş oluruz: “Hele bir etnik kökeni arayalım ne çıkacak meçhul. Kaynağına bakalım ne çıkacağı şüpheli. Kalkıyorsun diyorsun ki “Ben Gürcü’yüm, eşim Arap.’ Peki, Bilal oğlana ne diyeceksin?” Meçhul veya şüpheli bir durum olarak görülen, buradan bir tehdit çıkarılan şey nedir besbelli: Özbeöz Türk isen damarlarında dolaşan kan asildir, öğünmelisin. Yok, eğer özbeöz Türk değilsen sefil kan tartışmalarının, ihanet ithamların kapısı ardına kadar açılır.
Evet, Yunanistan’da yayınlanan yerel bir gazetenin haberine yaslanarak kurulan ahlak ve mantık dışı imalı cümlelerle büyük hesapları ve büyük oyunları boşa çıkarma hevesleri sahiplerini maalesef Don Kişot kadar olsun komik ve sempatik kılmıyor. Ancak olsa olsa Hz. Adem’den geldiğimizi, Hz. Adem’in de topraktan yaratıldığını unutmuş hatta bu emr-i ilahi’ye karşı pozisyon almış oluruz. İmanımızın öğrettiği ve hayat düsturu haline getirdiği üstünlüğü sadece takvada gören ve renkten veya dilden, coğrafya veya aileden gelen bir imtiyazı tanımayan İslam’ı basit ve geçici menfaatler için harcamaya kimsenin hakkı yoktur. Pontus’la, Potomya’yla, Dersim’le, Norşin’le savaşarak elde edilecek hiçbir fayda olmadığı kesin. Lakin Kemalist teamüllerin peşine takılıp Potomya’ya, Dersim’e, Norşin’e, Pontus’a husumet büyüterek girilecek zarar ülke ve toplum namına maalesef büyük ve kalıcı olacaktır.
Yazarın Yeni Akit'teki yazısının sitemiz için genişletilmiş halidir