Postmodern kavşakta istikamet belirlemek

Yasin Aktay, postmodernliğin ne anlama geldiğine dair modern dönemden kıyasla hatırlatmalarda bulunuyor.

Yasin Aktay / Yeni Şafak

Postmodern kavşakta istikamet belirlemek

Sekülerleşmeyi ve dindarlaşmayı sosyolojik olarak ölçebilmek için somut göstergelere ihtiyaç duyarız. Oysa daha önce de dediğimiz gibi, samimi dindarlık istatistiklere konu olamayacak, istatistik rakamlara bağlanamayacak bir şeydir, ama dindarlığı samimiyeti hissetmeden, hesaba katmadan da ölçemezsiniz. Sekülerleşmeyi tespit eden istatistiki rakamlar da, sadece insanların belli periyot ve sayılarla katıldıkları dini ritüel ve davranışların ölçüsünü verir, bu davranışlardaki samimiyeti ve sahiciliği ölçemez. Sırf bir sosyal ve politik trend olduğu için namazını kılan ve orucunu tutan insanların oranı istatistik araştırmalarda “dindarlaşma” veya “muhafazakarlaşma’ olarak tespit edilebilir ama aslında bu rakamların içinde yüklü miktarda dinin araçsallaşması, dünyevileşmesi dolayısıyla ortaya çıkan tezahürleri de vardır.

O yüzden dinin görünürlüğü ile etkinliği ve sahih tecrübesi her zaman birbirini desteklemiyor olabilir. Aşırı görünürleştikçe dinin gerçek etkisinin, sahih tecrübelerinin azaldığı birçok durum gösterilebilir. Bazı Arap ülkelerinde İslâm’ın aşırı bir görünürlüğü söz konusuyken hayata etkisi ise oldukça azdır.

Mekke putperestliği hayatın her tarafında dinin son derece görünür olduğu bir manzara arz ederken, dinin sosyal hayata etkisi bu görselliğin süzgecine takılıp engellenmiş oluyordu. İslâm bütün hayata dinin hâkim olduğu bir ilkeyi vaz ederken, yer yer bunun şekilcilik olarak anlaşılıp ona indirgenmesine de itiraz ederek kendini ifade etmiştir:

İyilik yüzünüzü doğuya veya batıya çevirmeniz değildir. Ancak iyiler Allah’a ve ahiret gününe, meleklere, kitaba ve peygamberlerine iman edip malını yakınlarına, yetimlere, yolda kalmışlara ve yardım isteyenlere sevdiklerinden severek-isteyerek verenler, namazı kılıp zekatını verenler, söz verdiklerinde sözlerini tutanlar, sıkıntıda ve darlıkta sabredenlerdir ki, onlar sadık ve muttaki olanlardır” (Bakara, 177). Burada formların fetişleştiği duruma karşı, elbette formlardan vazgeçmeden, onlara “severek, isteyerek, arzu ederek” zayi olan ruh tekrar iade edilir.

O kadar ki ilk bakışta İslâm’ın diğer dinler karşısında bir tür sekülerleşmeye davet ettiği bile düşünülebilir. Ancak bu konu daha derinlemesine bir yaklaşım gerektiriyor. Burada bu temayı modernleşmeyi özellikle dinle olan ilişkisi itibariyle özgün gören yaklaşımların hem özgünlük iddiasının geçersizliğini hem de İslâm kültürünü ve toplumlarını Batı toplumlarıyla aynı kavramsal çerçevelerle açıklamaya çalışmakla içine düştüğü boşluğu işaret etmeye çalışıyorum.

Modernleşmeyi sekülerleşme ile özdeşleştiren yaygın bir yaklaşım var. Bu özdeşleştirmenin yaygınlığı sömürgeciliğin başka bir adı ve tezahürü olarak gündeme gelen Batılılaşmaya karşı İslâm dünyasındaki direnişin veya isyanların neden hep İslâm referanslı olduğunu da yeterince açıklıyor. İslâm dünyasındaki sekülerleşmeyi hiçbir zaman siyasî gelişmelerden uzak ve ayrı görmemek gerekiyor. Gündelik hayatın sekülerleşmesi zaman zaman toplumsal bir temayüle dönüşse de bu temayüller hem geri dönüşsüz değildir hem de siyasetin etkisi teknolojinin etkisinden çok daha fazla olmaktadır. Osmanlı devletinin son zamanlarında Batı’nın tekniği ile kültürü arasında Müslüman entelektüeller ve bir kısım ulema tarafından önerilen “bırakınız kültürünü, alınız ilmini” önerisi hiç de boş ve geçersiz bir öneri değildir.

Sonradan İslâm dünyasına Batı kültürünün hâkim olması alınan teknolojinin kültürden ayrılamamasına bağlanmış olsa da göz ardı edilen şey, o “laikçi” kültürün, batılı, hazcı yaşam tarzının teknolojinin açtığı kapıdan değil, siyasetin dayattığı yoldan girmiş olmasıdır. Erol Güngör’ün de “Kültür Değişmesi” üzerine kitabında bu ilişkiyi çok köklü bir biçimde sorguladığı görülür.

Modernliğin bütün analizleri ışığında anlaşılmaya çalışılan, din, İslâm ve Türkiye gerçekliği bir yana, bugün postmodern bir dünyaya gelmiş dayanmış olduğumuza dair başat bir söylem var. Kısacası, bir tarihsel kavşak noktasında olduğumuz da söylenebilir.

Kavşaklar genellikle farklı seçenekler sunar. Belki postmodern söylemin en cazip tarafı, modernizmin içerdiği zorunlu ve tek yön düşüncesine karşılık yolların çeşitlenebileceğine zihni de iradeyi de hazırlamış olmasıdır. Postmodernite, modernitenin aksine farklı yol ve güzergahlardan gidilebileceğine ve geçilebileceğine açık bir alan bırakıyor. Yollar farklılaşabilir, hakikat iddiaları da tarihsel algılar ve yönler de... Herkesin tarihe müdahale etme imkânı vardır.

Çok söyleyen olmuyor ama bu düşünce ışığında rahatlıkla diyebiliriz ki, öznenin, iradesiyle, insanî farklılığı ve varoluşuyla dönüşünü kutlayabiliriz.

Çok söyleyen olmuyor, çünkü postmodernite daha ziyade özneyi büyük bir karamsarlığa ve iradesizliğe götüren, göreceli hakikat anlayışının içine düşürdüğü bir nihilizmle özdeşleştiriliyor. Bu nihilizmin bir etkisi görecilik, kadercilik, onun da siyaset üzerindeki nihaî etkisi kinizm ve siyasal yabancılaşma oluyor.

Oysa görecilik postmodernitenin sadece keşfettiği bir hakikattir, bu hakikat, insanın insanlığını, faniliğini, sınırlarını, yani aslında yerini ona öğreten bir etki de yapıyor. İnsanı tanrılaştıran ve bütün hakikatlerin tek ölçüsü haline getiren modernizmin hümanizminin, bizi alıştırdığı kesinlik duygusunun kendisinde bir maraz olduğunu bugün anlamaya bu sayede daha fazla yaklaşmış bulunuyoruz.

O yüzden postmodern durumun, yaygın algının aksine, insana bir kavşakta olduğunu, seçme hakkına ve imkânına sahip olduğunu ve bu seçmenin çok şeye yol açabileceğini, çok şeyi değiştirebileceğini hatırlatan olumlu bir özelliği de var.

Kuşkusuz halihazırda postmodernizm ile ilgili oluşmuş literatürde, bu tarihsel dönemde din ve toplum ilişkisinin yeni ve özgün bir deneyim ortaya koyduğu söyleniyor. Modernizmin bütün öngörüleri dinin ve bilhassa cemaat toplumsallığının, özgür ve özerk birey lehine, eninde sonunda yok olacağını söylüyordu. Oysa modernleşme hareketlerinin zaman ilerledikçe çözülmeye yüz tutan büyük efsanelerinden birisi de “özgür veya özerk birey” tasavvurudur.

Postmodern söylemler bu “özgür ve özerk birey” tasavvurunu önce yıkıp sonra nasıl onun tekrar sahneye dönmesine alan açmış oluyor?

Bu sorununu peşinden gittiğimizde sadece bizden öncekilerin gittiği yolu bir daha kat etmiş olacağımızı görürüz.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!