Müslümanlar Tarihe postmodern darbe diye geçen 28 Şubat süreci, asker ve işbirlikçilerinin millî iradeyi esir alarak bankaları hortumlamasıyla, toplumun kutuplaştırılmasıyla, dindarlara karşı sürek avı başlatılmasıyla ülkeyi iflasın eşiğine taşımanın yaşanmış hikâyesidir. Bu sürecin bitip bitmediği hâlâ tartışılıyorsa bıraktığı derin izden dolayıdır.
28 Şubat sürecinin küresel bir müdahale olduğu, yerli işbirlikçiler eliyle yürütüldüğü, amacın; Soğuk Savaş sonrası yeniden şekillendirilecek küresel düzenin tesisinde Müslümanların değerleriyle yeni düzeninin inşasına katılmasını engellemek olduğu ve koca ülkeyi hegemonların safında tutmak olduğu bugün daha net görülmektedir.
Bunu ne kadar başardılar meselesi kuşkusuz önemlidir. Son 15 yılda dünyada ve özellikle de Müslüman coğrafyada neler yaşanmadı ki! Bunları söylerken komplo teorilerine itibar etmediğim, küresel hegemonları her taşın altında aramadığım, halkların onlara rağmen irade sergilediklerini bildiğimi söylememe gerek yok sanırım.
28 Şubat sürecinden yediden yetmişe İslâmî câmianın bütün kesimlerine derece farkıyla müdahale edilmiş, mağdurlar önemli ölçüde sindirilmişdi. Öyle ki, dindar bir nesil yetiştirmeyi hedefleyen kimi vakıf ve dernekler, muhtaç öğrencilere burs verirken ilahiyat fakültelerinde okuyanları kapsam dışında tutuyordu, fişlenirim endişesiyle. Bunun abartma olduğu sanılmasın, zira bizzat tanığıyım.
Bu sürecin dinî söylemi etkilemediğini kimse iddia edemez. “İyi ki 28 Şubat süreci yaşandı da aşırılıklardan arındık” diyenler bu sürecin ürünleridir. Bir dönem meclis başkanlığı da yapmış hükümetin önemli bir milletvekili, yaşayarak laikliğin İslâm’la çatışmadığını öğrendiğini verdiği bir röportajda söylemişti. Acı tecrübelerle elde ettiğimiz bu gerçeği dindarlara anlatıyoruz, onları içeriden ikna ediyoruz, laik kesim bize teşekkür etmeli mealinde müthiş bir dönüşüm hikâyesi anlatmıştı.
28 Şubat süreci dindarların yaşam tarzlarını, hayatı okuma tarzlarını, hayâllerini, söylemlerini derinden etkilemiştir. Kahırdan lütuf doğar sadedinde sürecin bazı müsbet sonuçlarına işaret etmek bu söylediklerimizin üzerini çizmez.
Ben Müslümanların yaşadıkları bugünkü dönüşümü sadece 28 Şubat’a bağlamıyorum. Yaşananları, son 15 yılda dünyanın küreselleşme ile içine girdiği hızlı değişme, kültürler arası sınırların esnemesine, internet vasıtasıyla gerçek ve sanalın hayatı kuşatmasına, hayata hâkim olan dijital teknolojinin hayata nüfuz ettiği oranda hayatları dönüştürme gücüne de önemli ölçüde bağlıyorum.
Bu yeni süreci üreten ve yönlendiren bir aklın olduğunu, bu aklın da postmodern dünya görüşüne göre hareket ettiğini, bir anlamda kendi dünya görüşünü soft yöntemlerle empoze ettiğini söylüyorum. Metazori yöntemlerle de malûm dünya görüşünün dayatıldığını biliyoruz; Afganistan ve Irak’ta olduğu gibi ama kaba yöntemler soft yöntemler kadar kalıcı ve etkili olmamaktadır.
Kanaatime göre, Türkiye’nin değişip dönüşen diğer Müslüman ülkelerle farkı; postmodern darbeyle postmodern çağı birarada yaşamış olmasıdır. Bu da dönüşümü daha hızlı, daha yakıcı ve daha derinden kılmıştır.
Postmodern darbeyle yumuşatılan İslâmî söylemin küresel düzeyde idrak edilen postmodern söylemle fikrî düzeyde ciddi anlamda yüzleşmeden ve fazla çatışmadan buluşması bu yüzden kolay olmuştur.
YENİ AKİT