Postmodern ataerkillik

Ali Bulaç

Çoğu zaman postmodernizmin modernitenin kendisine bir itiraz veya paradigmatik bir muhalefet olduğunu düşünürüz. Bu yanlıştır; postmodernizm, modernizmden 'sonra' işaret edilen bir "durum"dur.

Olan, gerçekleşen zaruri bir "durum" değil, yine Batı'nın arkadan askeri, ekonomik ve kültürel hegemonyasının işaret ettiği, "olan"ı tasvir ederken, sözde nesnel analiz ederken, hakikatte "olması gereken"e atıfta bulunmakta, siparişte bulunmaktadır. Ancak bu elbette klasik modernizm ile yeni dönemin modernizmi arasında bir şeylerin değişmediği anlamına gelmiyor; işte bu yeni döneme 'postmodernizm' diyebiliriz.

Ortak felsefi zihniyet bakımından ikisi arasında fark yok. Şu üç fenomen etkinliklerini artırarak sürdürüyorsa bu böyledir:

1) Teknoloji, ekonomiyi, ekonomi siyaseti, siyaset sosyo-kültürel hayatı belirlemeye devam ediyor. Teknoloji rafine araçlar-aletler üretiyor, ama dönüştürücü 'güç' olma vasfını artırarak devam ettiriyor. Başka bir ifadeyle dönüştürücü-değiştirici gücün kaynağı teknolojidir. Bu güç özünde ataerkildir.

2) Kendine özgü formlarıyla ulus devlet küreselleşme karşısında 'sarsıntı' geçiriyorsa da, yerel yönetimler (yerel yönetimler-federasyon-yerinde demokrasi vs.) ve bölgesel entegrasyonlar (AB gibi) üzerinden kendini yeniden üretiyor. Özerk yerel yönetimler veya federasyon ile AB türü bölgesel entegrasyonlar ulus devletin dikey ve yatay olarak kendini yeniden üretmesini sağlıyor. Yani yerelde daha sert çekirdeği olan bir ulus devlet; bölgeselde daha devasa yayılma ve etkinliği olan bir ulus devlet ortaya çıkıyor.

3) Modernizm hakikati tekeline almıştı, postmodernizm hakikati parçalamakta, her parçanın "özerk-bağımsız hakikat" olduğu yanılgısı inancını yaymaktadır. Bu, her hakikat sahibinin kendini mutlaklaştırması, iktidar mücadelesinde güce başvurmasını telkin etmektedir. Söz konusu güç mücadelesinde kadına "yasalar" yoluyla ulus devletin imkânlarını ve erklerin avantajlarını kendi lehlerine kullanmaları önerilmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği, pozitif ayrımcılık vb. düzenlemeler bu çerçevede gündeme geliyor.

Buradan postmodern ataerkilliğe geliyoruz. Şaşırtıcı olan şu ki, erkekler de artan bir hevesle kadın-erkek eşitliğini, pozitif ayrımcılığı ve kadının iş, toplum ve kamusal hayata katılışını destekliyor, bu yöndeki yasal değişikliklerin öncüsü rolü oynuyorlar. Oysa vahy kaynaklı dinler (Yahudilik-Hıristiyanlık-İslamiyet), kadim hikmet öğretileri, beşeriyetin on binlerce süren örfü ve iki cinsin Nefs-i vahide'de birleşen fıtratları "erkeği kavvam", kadını da ikisinden bağımsız olarak vazedilmiş norm ve kurallar çerçevesinde erkeğe itaatkâr kılar. Bu da "ev ve aile" düzeninde gerçekleşir. Böyle iken, erkek neden kadının eşitliğini, iş hayatına atılmasını ve kendi başına özerk birey olma rolünü hevesle desteklemektedir? Sebebi şu:

Kavvam rolü, erkeğe ağır sorumluluklar yükler. Kadının erkeğe sağlayacağı avantajlar (cinsel haz, ev-içi hizmet vs.) karşılığında erkek onun geçimini ve güvenliğini üstlenir. Din ve gelenek erkeğin 'kadına erişimi'ni bu şarta bağlamış, neslin devamını bu düzende mümkün görmüştür. Aslında "kavvam"lık vasfı "kadını koruyucu gözetme görevi ve sorumluluğu"dur, "ataerkil tahakküm" değildir; bunu tahakküme ve şiddete çeviren erkekler hak ihlal ederler, o ayrı.

Şimdi eğer üç postmodern durumda ataerkil kurumsal yapılar söz konusu ise -ki üçü de liberal piyasada vücud buluyor- bu durumda erkeğin klasik görev ve sorumluluklar üstlenmeden de kadına erişmesi, ondan yararlanması mümkündür. Cinsellik ise arkadaşlık kurduğu bir kadınla -nikâhsız beraberlikler- bunu sağlar, üstelik sıkıldığı anda partnerini değiştirir. Kadının ona yemek pişirmesine veya evini-elbiselerini temizlemesine ihtiyacı kalmamıştır, etraf bu hizmeti veren lokantalar ve profesyonellerle dolu.

Kadınlar modernizmin ataerkillik baskısından postmodernizmin ataerkilliğine evriltiliyorlar. Bundan erkekler memnun. Kadını "eşitlik ve kadın hakları" üzerinden bir sömürü işlemine dahi tabi tutuyorlar.

ZAMAN