Postkemalizm

Ali Bulaç

İki senedir ara sıra bir araya geldiğimiz arkadaşlarla Türkiye'nin "Postkemalist bir dönem"e girildiğine ilişkin fikri ve politik mütalaalar yapıyoruz. Kavramı ilk ortaya atan değerli dostum Osman Bostan'dır.

Buna göre biz, geçen yüzyılın ilk çeyreğinde ister zaruretler ister Batılı emperyalist devletlerin -özellikle İngilizlerin- ağır baskısı altında Misak-ı Milli sınırları içinde kalma karşılığında, İslami geçmişimizle bağımızı koparmayı ve İslam dünyasıyla organik ilişki kurmamayı taahhüt ettik ve buna uygun bir programı uygulamaya zorlandık. Bu çerçevede köklü değişiklikler yapıldı. Fakat asıl radikal Kemalizm, Mustafa Kemal'in ölümünden sonra tek partili CHP yönetimi, 1960 ve 1980 askerî darbeleriyle yeni şekle sokuldu.

Değerlendirmeye göre, 21. yüzyılın ilk yıllarından itibaren ulus devletleri sarsan küreselleşme, dünyada üretim yapısının değişmesi, dönüşmekte olan politik kültür, süren göçün kentlerin merkezlerine doğru şiddet üreterek evrilmesi, farklı örgütlenme modellerinin, kimlik beyanlarının ve yeni bölgesel entegrasyonlar zaruretinin ortaya çıkması gibi sebeplerle yeni reform ihtiyacı ortaya çıkmış bulunmaktadır. Uluslararası sistem de, Türkiye'nin reformlar yaparak bölge politikalarına müdahil olmasını istiyor.

Burada 72 milyon olarak şu soruya cevap vereceğiz: Küresel hegemonik güçlerin ve devletlerin bize çizdiği çerçevede mi reformları yapacağız, yoksa dünyanın da genel gidişini göz ardı etmeden kendi özgür irademizle, aklımızla ve elbette maslahatımıza göre mi değişeceğiz?

Bütün reform paketleri tek bir noktaya işaret eder: Yeni ve sivil bir anayasa. İlk defa toplum olarak, askerlerin baskısı altında olmadan kendi özgür irademizle yeni bir "toplumsal sözleşme" akdetme imkânını yakalamış bulunuyoruz. Bunu heba etmek demek, tekrar askerî darbelere kapı aralamak ve elbette yeni küresel hegemonik güçlerin işlerimize daha çok burunlarını sokmalarına fırsat vermek olacaktır.

İki gün önce Taha Akyol'un programına katılan değerli iki bilim adamımız Ergün Özbudun ve İbrahim Kaboğlu, söz birliği içinde yeni anayasada "Atatürk milliyetçiliği"nin yer almaması gerektiğini söylüyordu. Sadece "Atatürk milliyetçiliği"nden değil, her türlü milliyetçilik ve "resmî ideoloji"den arındırılmış bir toplum sözleşmesine ihtiyacımız var. "Resmî milliyetçilik"in büyük sorunlara yol açtığı bir vakıa. Hem devleti bir ideolojinin ve bir grubun tarafı haline getiriyor, hem eşitsiz gelişmeyi ve birtakım zümreleri kayırmayı, onlara haksız kazançlar ve avantajlar transfer etmesini hedef alıyor.

Buna göre Postkemalist dönemin ana özellikleri şunlar olacak gibi görünüyor:

1) Vatandaşlık anayasada "Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes vatandaştır" şeklinde yer alacaktır. İsteyen Türkiye Cumhuriyeti'nin açtığı hukuk şemsiyesi altında kalarak etnik, dinî, mezhebî, felsefî veya marjinal kimliğini ifade edebilir. İfade edebilmesi demek düşünce olarak savunması ve kendini kamusal olarak da görünür kılması demektir.

2) Laiklik eskisi gibi (laikçilik) olmayacak, en azından "demokratik laiklik"e evrilecek. Ne devlet ne kendini başöğretmen ilan eden jakobenler kimseye din, inanç, mezhep ve yaşama tarzı empoze edebilecektir.

3) Ülkenin sermaye yapısı, siyaset anlayışı-siyasetçi tipi, medya dünyası ve entelektüel profili değişiyor.

4) Ağırlıklı olarak özgürleşmenin, zenginleşmenin ve demokratikleşmenin motoru orta sınıf ve dindar-muhafazakâr beşeri stoktur. Türkiye Ortadoğu'ya bu performansla açılıyor. Şekilden ibaret modernleşme dönemi çoktan geride kaldı.

4) Türkiye, birçok alanda Batı blokunun üyesi olmaya devam edecektir; ama asıl gövdesel yönelimi Mezopotamya, Bilad-ı Şam, Afrika, Şattu'l Arap ve Hazar yöresine doğrudur. Yeni bölgesel entegrasyonun çerçevesini Abbasi-Selçuklu tecrübesi dolduracaktır.

Bu yeni dünyayı doğru okuyup doğru pozisyon alanlar sürecin işlemesinde aktif ve değiştirici rol alacak, anakronik ideolojilere yapışıp kalanlar sürecin arkasından sürükleneceklerdir.

ZAMAN