Post modern oryantalizm

Etyen Mahçupyan

Modern dünyanın ideolojik açıdan en etkili ve belirleyici öğelerinden biri, her toplumda karşılığını bulan pozitivizmi oldu. Bilimsel olanın mutlak hâkimiyetine inancı öne çıkaran bu bakış, doğal olarak toplumsal alanda da bilimsel olduğu iddia edilebilen kurguların diğerlerine olan üstünlüğünü ima etti. Bu üstünlüğün en gözle görülebilir sonuçlarından biri, Batılı modern toplumların, henüz kendileri kadar modernleşmemiş Batı dışı toplumları horlaması, en iyi şekliyle onları ‘egzotik’ bulması, ama alttan alta da geride kalmış olması gereken bir barbarlığın taşıyıcıları olarak resmetmesiydi. Modern toplumların bilimselliğinin temeli ise aydınlanmaya, yani insan zihninin hurafelerden temizlenmesine dayanmaktaydı. Sekülerleşmeyi yaşamamış olan Batı dışı toplumlar, zaman içinde kaçınılmaz olarak bu süreçten geçecekler ve Batı’ya benzeyeceklerdi. Böylece toplumların tarihi lineer, yani düz bir çizgi üzerinde algılanmaya başlandı. Geri olanın gelişerek ileri olana benzeyeceği varsayımı aslında herkesi rahatlattı. ‘İleri’ olanlar bunun manevi prestijini ve moral üstünlüğünü yaşarlarken, ‘geri’ olanlar da önceden bilinen bir yolun yolcusu olmanın güvencesine sahip oldular.

İnsanlığın tarihi hem bir bütündü, hem de kendi içinde kalıcı bir eşitsizliğe işaret etmekteydi. Çünkü ‘geri’ toplumlar ‘ileri’ olanlara yaklaşırken, skalanın ön tarafını kapmış bu toplumların yerinde sayması beklenemezdi. Dolayısıyla pozitivizmi hazmeden modern bakış, aslında gelişmiş toplumların hükümranlığını ve ideolojik iktidarını tescil etmekteydi. Bu kabullenilen ve razı olunan eşitsizlik halinin duygusal ve ideolojik tezahürlerinden biri oryantalizm diye adlandırılan bakış oldu. Oryantalizm Batı’nın Doğu’yu kendi imgeleminde yeniden kurarak onu tanımlaması ve böylece Doğu üzerindeki hegemonyasını perçinlemesi olarak çok tartışıldı. Said’in özellikle vurguladığı bu nitelik tabii ki gerçek dünyada bir karşılığa sahipti. Ama oryantalizmin Doğu dünyasında da bir karşılığı vardı ve belki de işin bu tarafı olmasaydı, bir Batılı hegemonya olarak sürmesi mümkün olmazdı. Söz konusu karşılık, Doğu içinde oryantalizmi bir ideoloji olarak kullanarak, sınıfsal ve kültürel imtiyazlar üretmenin mümkün olması ve aynı zamanda bu imtiyaz sahiplerinin duygusal açıdan oryantalizme bir can simidi gibi yapışarak kendilerini Batı’ya eklemleştirmeye çalışmalarıydı. Ama mesele bir süre sonra daha da karmaşıklaştı, çünkü oryantalizm ‘geri’ olan toplumların ‘asıl geri’ olan kısımlarının içe kapanmalarına ve direnmelerine hizmet edebilecek bir ideolojik zemin de sağladı. Çünkü oryantalizm de, bütün diğer ideolojiler gibi, hiçbir zaman kendi eleştirisinden bağımsız olarak işlevselleşmedi. Diğer bir deyişle bizzat oryantalizmin kendisi, bir ‘itiraz’ siyasetinin de itkisini oluşturdu.

Bugün hemen herkes oryantalizmi kınıyor ve oryantalizmi hedef alan siyasi duruşları onaylıyor. Ancak bu siyasi duruşların da yeni bir oryantalizmi davet ettiğinin farkına pek varılmadığı gibi, bu davete canı gönülden icabet ediliyor. Modern oryantalizmin öznesi iktidarın sahibiydi... Günümüzde geçerli olan post modern oryantalizmin öznesi ise ‘mağdurun sahibi’. Bu kişi mağduru anlıyor, onun yanında duruyor, acılarını paylaşıyor, gerektiğinde gözü yaşlı çıkışlar yapıyor ve sonuçta mağdurun siyasetinin bir ‘veri’ olduğunu söylüyor. İktidar sahiplerinin farklı siyaset yolları deneyerek sorunları çözmesi gerektiği –haklı olarak- vurgulanırken, mağdurun siyasetinin öylece kabul edilmesi gerektiği, çünkü mağduriyetin bunu meşrulaştırdığı söylenmiş oluyor. Böylece mağduriyetin siyasi sorumluluk bağlamında bir tür ‘ayrıcalık’ haline gelmesine tanık oluyoruz.

Doğrusu bu durum mağdurların da işine gelmiyor değil... Sırf mağdur olmanın haklılığı sayesinde, başkası yapsa kabul edilemez olan bir siyasetin kabul görmesi az buz rahatlık sayılmaz. Bu sayede mağdur toplumun iç hiyerarşisi ve iktidar yapısı yeniden üretilebilirken, siyasi sorumluluk da tümüyle toplumun dışındaki ‘egemenlere’ yıkılıyor. Böylece mağduriyetin yeknesak karakteri, mağdur gözünde egemenleri de yeknesak kılıyor... Öte yandan mağdurların yanında yer alanlar mağdurların kendi içindeki farklılaşmalara ve kırılmalara değinmek istemedikleri gibi, egemenlerin iç kavgasına fazla girerek mağdurun pozisyonunu zayıflatmayı da tercih etmeyebiliyorlar.

Sonuçta siyaset parçalanıyor. Çünkü egemenin analizi ile mağdurun analizi birbirinden kopartılıyor. Sanki egemen dünyadaki çatışmalar mağdurun siyasetinden bağımsız olarak çözülebilirmiş ve mağdurun hakları da egemen varsayılan dünyadaki gerilimden bağımsız olarak elde edilebilirmiş gibi.

Post modern oryantalizm ötekine bakışta ideolojik tahakküme düşmekten korktuğu ölçüde, olayı duygusal bir ‘anlayışlılık’ zeminine oturtuyor. Ötekinin bize benzemesini zorlamaktan o denli korkuluyor ki, onun sadece kendisine benzediği noktasına geri dönülüyor ve böylece en katı modern oryantalistlerin söyledikleri neredeyse tekrarlanıyor. Tek bir farkla... Geri olanı ‘anlayarak’ ve haklarını almasını destekleyerek. Böylece mağduriyet ‘geriliğin’ kamuflajı haline geliyor. Mağdurun farklı bir siyaset geliştiremeyeceğini söylemekten gocunulmuyor, hatta bazen bu duruş bir tür ideolojik ‘yaltaklanmaya’ kadar bile varabiliyor.

Siyasetin alanı daha da daralırken, çözümsüzlüğe işaret etmek ve kategorik doğruları serdetmek ‘siyaset’ sanılıyor...

Ama kabul etmek lazım ki modern oryantalizme kıyasla önemli bir fark da yaşanıyor: Mağdurlar ‘bizi’ seviyor ve kendimizi ‘iyi’ hissediyoruz.

TARAF