Post modern aile

MUSTAFA ÖZCAN

İster materyalizm, ister sekülerizm isterse modernizm tufanı deyin; bu tufanlar aile de olmak üzere geleneksel veya kalıcı değerleri önüne katıyor, sürüklüyor ve yutuyor. Adeta hortum etkisiyle önüne kattığı nesneleri tarumar ediyor.

Bunun sonucunda sanayi devrimini atlatan yaralı aile; sanayi devrimine serf yetiştirdikten sonra iletişim çağında daha beter bir tufana yakalandı. Dine ve geleneğe bağlı ve geleneksel üretim modeline dayalı geniş aile yapısı çöktü. Modernizm ile birlikte onun getirdiği sanayi devriminin ihtiyaçlarına binaen geniş aile yıkıldı ve yerini çekirdek aile aldı. Bugün ise post modern dönemde aile kavramı anlamını yitirdi ve yeni bir tanıma ihtiyaç duyuluyor. Post modern aile fıtrata yabancılaştığından ve ontolojik anlamını kaybettiğinden dolayı gaylerin ve eşcinsellerin evliliğine açık hale gelmiştir. Zaten tanım da buna göre yapılmaktadır. Geçmişte ‘şevaz’ olarak, gayri tabii olarak anılan bu tür ilişkiler günümüzde tabiilik vasfı kazanmıştır. Post modern aile Cemil İpekçi ve partnerlerinin beraberliğini de kapsamaktadır. Post modern Batı toplumlarında bilişim ve iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla birlikte geleneksel beraberlik çerçeveleri ve mekanlar da değişime uğramıştır. Fertler topluma ihtiyaç duymadan yaşayabilmektedirler. Ve beraberlikler nikah çatısı altından çıkarken heterodoks özelliğini de aşmıştır. Aynı cinsten insanlar evlenebilmekte ve bu giderek de yaygınlaşmaktadır. Melezleşme eğilimi artmaktadır. Polonyalı Hanna Mamzer de Meksika toplumunda hâlâ geleneksel yapının muhafaza edildiğini, lakin post modern toplum olan ABD’de ferdin geleneksel sosyal yapı ağlarına ihtiyaç duymadan sentetik ilişkiler ağıyla idare edebildiğini ve dolayısıyla sosyal bir yabancılaşma yaşadığını hatırlatmıştır.

*

Türkiye’de de üç aile modeli birden yaşanmaktadır. Geleneksel ve geniş aile yapısı daralarak yaşamakla birlikte can çekişmekte ve yeni hayat tarzı, hayat alanını gittikçe daraltmaktadır. Adeta suni teneffüsle yaşatılmaya çalışılmaktadır. Durumu, hayat alanları daralan fillerin ve vahşi hayvanların Afrika’da milli parklara hapsedilmesine benzemektedir. Nesillerini korumak için tek çare bu kalmıştır. Lakin hayat alanlarını kaybeden fillerin sinir krizleri geçirip köylere ve köylülere saldırması gibi gerilime girmektedir. Türkiye’de geleneksel aile kısmen devam ederken çekirdek aile de post modernizm kıskacına yakalanmıştır. Muhafazakarlar da dahil genel olarak aile, geleneksel yapısını koruyamadığı gibi çekirdek yapısını bile korumakta zorlanmaktadır. Hanna Mamzer klasik aile yapısının çöktüğünü ve umutsuz bir vaka haline geldiğini ve ailenin yeniden yapılandırılması ve tanımlanması gerektiğini söylemiştir. Haliyle tasvir de olsa bu sözleri tepki çekmiştir. Halbuki, bunu tahassürle birlikte söylemiştir. Klasik ve geleneksel aile yapısını kurtarmak mümkün müdür? Yeni istihsal araçları ve iletişim teknolojileri karşısında gerçekten de geleneksel yapıyı devam ettirmek adeta imkansız hale gelmiştir. Modernizmin etkisindeki mimari doku bile buna engel hale gelmiştir. Hanna Mamzer burada post modern aileyi savunmaktan ziyade üretim ve tüketim kalıplarının değişmesi nedeniyle; sosyal ve ahlaki yapıda açtığı derin tahribat nedeniyle bunun zorunluluk haline geldiğini söylemiştir. Burada etkili olan iradeden ziyade çevre şartlarıdır.

*

Bugün kullanılan kavramlar da post modernist ve dönüştürücü kavramlardır: Kadın kendi ayakları üzerinde durmalı. Zalim olmazsan, kurban olursun. Fazla acırsan, acınacak duruma düşersin. Üste çık altta kalma. Bu ise Kemal Sayar’ın işaret ettiği gibi bencil, insafsız ve hedonist bir nesli ortaya çıkarmıştır. Bu neslin en önemli vasfı bencillik olduğundan, ‘sen çalış ben tüketeyim’ anlayışını getirmiştir. Bu anlayış katma değeri aşındırdığı için ekonomik gelişmeyi de sekteye uğratmaktadır. Sadece ahlaksızlığı ve adaletsizliği artırmaktadır. Bundan dolayı ailevi ve toplumsal ilişkiler rahat olmayıp bilakis gergindir. Hasbi ilişkiler azalmıştır.

İnsanlık ene belasından çektiğini hiçbir şeyden çekmiyor. Bundan dolayı bazı batılıların deyimiyle kalpsiz dünyanın son sığınağı ve adacığı ailedir. O da kaybedilirse insanlık hızla inkiraza uğrar. Kemal Sayar’ın temas ettiği gibi üniversite gençliği arasında materyalist eğilimler artmaktadır. Bu eğilim arttıkça güven, tatmin duygusu da azalmaktadır. Depresif bir gençlik yetişmekte ve depresyon 2020’de küresel hastalıkların şahı haline gelecektir. Boşanmalarla birlikte intiharlar da artmaktadır. İskandinav ülkelerine paralel olarak Türkiye ve Mısır gibi ülkelerde intihar oranları hızla tavan yapmaktadır. Gençler hem eğitimde hem de sosyal ilişkilerde adeta gladyatörler gibi yetiştiriliyor. Halbuki, bize gereken sosyal zeka ve ahlaki zeka düzeyini artırmak ve alan el yerine veren el olmayı teşvik etmektir. Günümüzde alan el derken dilenciliğin şekli bile değişmiş ve dilenciler bile bu kültür sayesinde buyurgan ve baskın hale gelmiştir. Kur’an ifadesiyle müteaffif yani çekinme özelliğini kaybetmiştir. Günümüzde kadınlar baskın karakterli olmuşlardır. Bizdeki laik taifenin ikide bir gündeme getirdiği bir talep var. Erkekler neden kadınlar gibi başlarını örtmüyor? ABD’de mukim Türkiye gazetesi bayan yazarlarından birisi buna şöyle mukabele etmektedir: Kadın erkek eşitliğinin sağlanması ancak kadınların da erkekler kadar kapanmasıyla mümkündür! Acaba söz konusu laik yazarlar kadınların bu kadar açılmasını neden gündemlerine almıyorlar?

İnsanlığı yok olma noktasına taşıyan eğilim ve kavramları behemehal gözden geçirmeliyiz. Bireysellik ve değişim yerine sebat ve toplumu esas almalıyız. Sebatı dışlar ve değişimde ısrar edersek değişim bir gün bizi yok olma noktasına getirecektir. Mevlana’nın pergel benzetmesindeki sabit noktamız kalmamış ve iki ayağımızla birlikte boşlukta deveran eder hale gelmişiz. Ayaklarımız yerden kesilmiş, farkında değiliz. Yer çekimi kanununun ve bütün cazibe kanunlarının dışına çıkmışız.

YENİ AKİT