Mısır’da kim kazandı? Sivil direnişçiler mi yoksa ABD ve İsrail’in desteklediği –rivayet edilen- askerî yapı mı? Mübarek’in istifasının ardından en çok tartışılan konuların başında bu geliyor. Ben bu sorudan ziyade, bu tartışmaları üreten Türkiye’deki siyasi ve toplumsal dinamiklerden bahsetmek istiyorum. Zira Mısır’ı değil aslında kendimizi tartışıyoruz. Herkesin Mübarek’i kendine göre değişiyor. Tahrir Meydanı’nı dolduran insanların nitelikleri de her göze ayrı görünüyor. Bu biraz da Türkiye’deki siyasi bölünme ve toplumdaki cepheleşmeden ileri geliyor.
Siyaset üreticileri, tabii olarak, Tunus ve Mısır’da diktatörlerin devrilmesiyle sonuçlanan, Cezayir, Yemen ve İran’daki ayaklanmaları ateşleyen gelişmeleri, kendi hesaplarına göre eğip bükebiliyor. Hayatın değişkenlerine ayak uydurmaya çalışan politik manevraları anlamak elbette mümkün. Zaten dünyanın her yerinde de aşağı yukarı böyle oldu. Ancak Türkiye’de Tunus ve Mısır’da yaşananlarla ilgili olarak dolaşımda olan fikirlere bakınca, politika üretenlerin gerçeklikle bağlarını çok çabuk koparttıkları ortaya çıktı. Buna en iyi örnek CHP’li bazı vekillerin, halkı sokağa inerek hükümete karşı ayaklanmaya çağırmaları gösterilebilir. ABD’deki başkanlık sisteminden yana olduğunu dile getiren Başbakan Erdoğan’ı, Mübarek gibi diktatörlük peşinde koşmakla suçlayan CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu da, doğru bir karşılaştırma yapamamıştır. Benzer tepkiler, tam ters cephede, AKP ve hükümet cephesinde de görüldü. Avrupa Birliği’ne üyelik görüşmelerini ağırdan alan, hatta “fişi onlar çeksin” diyerek AB hedefinden uzaklaşan hükümet aniden demokrasiyi hatırladı. Ve hükümet bugüne kadar hiç övünmediği kadar demokrasiyle övündü; muhaliflerini Mısır’daki Mübarek rejimiyle özdeş kılmaya çalıştı. Üçüncü bir cephe olarak, Mısır’daki gelişmeler konusunda politikacılarımızın o ortak yüzsüzlüğünü Kürt siyasetçiler de sergilediler. Tahrir Meydanı’nda olduğu gibi dev gösterilerle taleplerini haykırma yerine elde silah, bomba sağı solu vurup patlatmayı yeğleyenler sanki kendileri değilmiş gibi. Nedense bu her üç siyasi cephe de, Tahrir Meydanı’nı dolduran milyonlarca kişinin buradaki karşılıkları olduğu konusunda fena halde ısrarlılar. Hem Nil devrimini hem de Yasemin devrimini dünya coşkuyla alkışladı, bizimkilerin de aynı heyecanı paylaşması çok güzel, burada yanlış olan şey, her üç siyasi cephenin de gerçekleri ters yüz ederek Mısır’a destek çıkmaları. Mevcut pozisyonlarından taviz vermeyerek, kıpırdamadan, değişme eğilimi göstermeden “demokrat” kesilmek biraz fazlaca ikiyüzlü bir politika gibi geliyor bana. Kemalistler, muhafazakârlar, demokratlar, liberaller, Türk ve Kürt milliyetçileri, Mısır’da kazananın kendileri, kaybedenin ise başkaları olduğunu düşünüyor. İktidara kim geldi, kim gitti gibi detaylar bir yana bırakılırsa Mısır’da halk kazandı. Eğer burada bir karşılaştırma yapılacaksa demokratik sistem üzerinden yapılmalı. Demokrasimizi evrensel standartlara kavuşturmadan, demokratik bir ülke sayılamayız.
“Kürt demeden çözeceğim”
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Baykal’ın uzun süre boykot ettiği TRT’ye çıktı. Kendisine yöneltilen sorular çok isabetliydi ama yanıtlar pek tatmin etmedi. Özellikle de Kürt sorunuyla ilgili sorular, seçim öncesi çok önemliydi. Sorular şöyleydi: “Hükümet olursanız, dağdan PKK’yı indirebilecek misiniz? Genel af düşünüyor musunuz? Sorunun adını koyacak mısınız? Bu aynı zamanda bir kimlik sorunu mu, Kürt demeden Kürt sorununu çözmeye mi çalışıyorsunuz?” Kılıçdaroğlu’nun cevabı ilginç: “Bu sorunu çözmek için illa Kürt demenin bir mantığı yok, bu vatandaşlar zaten Kürt kökenli. Kimseye ‘niye Kürtsün’ dedik mi? Biz insana insan olarak bakıyoruz...” “İnsana insan olarak bakmak, kimseye Kürtsün diye sormamak” zaten bir maharet olmasa gerek. Önemli olan bu değil tabii. Bunu geçelim. Peki, Kılıçdaroğlu’nun çözümü ne? Kendisi, adına “toplumsal uzlaşı” deyip şöyle tarif ediyor: “Biz toplumsal uzlaşma arayışına gireceğiz. Sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerle cesurca konuşacağız ve diyeceğiz ki, biz birbirimizi niye öldürüyoruz. Hangi gerekçeyle eline silahı alıp dağa çıkıyorsun?”
Maalesef, bu cümleler, CHP liderinin Kürt meselesinde yeni bir politika üretemediğini anlatıyor. Bence CHP’nin seçime giderken en önemli sorunu da bu politikasızlık. Kılıçdaroğlu, yerel düzeyde geliştirilen politikalarla, suya sabuna dokunmadan bu seçimi atlatacağını düşünüyor. Sanırım sandıktan geri dönecekler. Kürt sorunu daha fazla derinleşmeden CHP liderinin yeni sözler üretmesinde fayda var.
kurtulustayiz@gmail.com
TARAF