Güvenlik kuvvetlerine, giderek sivillere ve kendi militanlarına yönelik şiddeti tırmandırması karşısında, hükümette ve hükümete kayıtsız şartsız destek veren çevrelerde PKK silahlı isyanının ancak yasak, baskı ve şiddetle, kısaca askerî yöntemlerle bastırılabileceği düşüncesinin ağır basmaya başladığı görülüyor. Başka bir deyişle, 1990'ların zihniyetine dönüş sinyalleri çoğalmakta.
Sapla samanı ayırmaksızın yapılan KCK tutuklamalarının yaygınlaşması... BDP'ye yönelik suçlamaların tırmanması... Öcalan ile görüşmelerin son bulması; avukatlarıyla dahi görüşmesine izin verilmemesi... PKK'nın örtük-açık şekilde faaliyet gösterdiği Avrupa ülkelerine dönük eleştiri ve talepler... Irak'tan çekilmekte olan ABD ile insansız hava araçlarını İncirlik'e yerleştirmesi için varılan anlaşma... Ankara'ya gelen Barzani'ye, "Karayılan ile görüşün, ateşkes ilan edip, silahı bıraksınlar... Ortalık yangın yerine dönse de askerî operasyonlar sürecek. Eğer PKK silahlı mücadeleye devam ederse, siz de zarar görürsünüz..." mesajının verildiğine ve PKK'nın hareket yeteneğinin kısıtlanması için belirli anlaşmalar yapıldığına dair haberler... Hepsi, bu defa sivil yönetimin askerî çözüme meylettiğinin işaretleri. Hükümetin verdiği izlenim, Kürt sorunu konusunda siyasi çözüm için bugüne kadar attığı adımlardan ileri gitme konusunda isteksiz; gerekli güvenlik önlemleri alınırsa, PKK'nın bitirilemese bile marjinalleşeceği düşüncesinde olduğu.
Öncelikle belirtilmesi gereken şunlar: PKK'nın yürüttüğü sivilleri hedef alan terör eylemlerini de içeren silahlı isyan ve bunun desteklenmesine yönelik yasa dışı örgütlenmeler elbette ki hiçbir şekilde meşru görülemez. Silahlı isyancılara karşı olabildiğince etkin güvenlik önlemleri alınması şarttır. Bugüne kadar yaşanan istihbarat yetersizliklerinin; gerilla yöntemleri uygulayan isyancılara karşı mücadelenin düzenli orduyla, profesyonel kadrolarla değil zorunlu askerlik hizmeti gören, silahı yeni eline almış elemanlarla verilmesinin doğurduğu kayıpların mazur görülebilir yanı yoktur. Hükümet, güvenlik önlemlerini etkinleştirme yönünde attığı adımlarda haklıdır. Ne var ki, hükümetin çeşitli sözcülerinin zaman zaman altını çizdikleri, güvenlik ve özgürlük dengesinin korunmasında yanlışlar yapılacak olursa; bu bağlamda büyük sorun arz eden TMK ve TCK'nın (değiştirilmesi ihtiyacı hükümet sözcüleri tarafından da dile getirilen ve, her nedense, değiştirilmesinde ağır davranılan) hükümleri kullanılarak, barışçı yöntemlerle yapılan muhalefet ile şiddet eylemleri aynı sepete koyulacak olursa, bundan sadece ve sadece şiddet yanlılarının yararlanacağının hiçbir şekilde unutulmaması gerekir.
Silahlı isyancılara karşı güvenlik önlemlerinin güvenlik-özgürlük dengesi gözetilerek etkinleştirilmesi elbette gereklidir; ama Kürt sorunundan kaynaklanan şiddet ancak sorunun halliyle bitebilir. Kürt kimliğinin serbestçe yaşanması önündeki bütün engeller ortadan kalkmadan, Kürtleri Türkleştirme politikasından tümüyle vazgeçilmeden, Kürtlerin ortak demokratik talepleri karşılanmadan, Kürtler gönülleri ve zihinleriyle kazanılmadan Türkiye, istikrar ve huzura kavuşamaz; bölgesinde oynamak istediği (ve oynaması gereken) özgürlük ve demokrasi kalesi rolünü asla üstlenemez. Liderleriyle müzakere edilerek militanlarının olabildiğince geniş bir siyasi afla dağdan inmelerinin, silahlı mücadeleyi bırakıp sivil, siyasi mücadeleye katılmalarının yolu açılmadan da silahlı isyanı bitirmek mümkün olmayacaktır.
Deniyor ki, PKK'nın amacı devlet içinde devlet olmak, Kürtler üzerinde vesayet kurmaktır. Evet, PKK'nın en azından bir bölümünün, KCK örgütlenmesinin de amacı bu olabilir. Kürt sorunu çözülür, silahların susması ve terk edilmesi sağlanır, Kürtler bütün farklı sesleriyle siyaset sahnesinde özgürce yer alırsa, kim onlar üzerinde vesayet kurabilir ki? O zaman PKK'yı bizzat Kürtler bitirecektir. Zaten PKK'yı ancak Kürtler bitirebilir.
ZAMAN