"PKK'nın Amacı Hâlâ Bağımsızlık"

PKK'nın saldırılarını değerlendiren Dr. Nihat Ali Özcan, "PKK’nın bağımsız bir Kürt devletinden vazgeçtiğini söylemek büyük saflık olur. Suriye’de ya da Irak’ta vazgeçmiş görünüyor mu?"

Özcan devletin PKK ile mücadele yöntemlerini ve PKK’nın değişen saldırı taktiklerini Al Jazeera’ye değerlendirdi.

Bugün Türkiye’deki ortamı nasıl tanımlarsınız?

Devam eden bir sorunun yeni bir evresinde, farklı bir aşamasındayız. Bunun bir sürekliliği var ama bu süreklilik içinde karakteri değişiyor. Çünkü onu kuşatan dünya, bölgedeki politik dengeler değişiyor. Meselâ bundan 30 yıl önce PKK köylü bir toplumda bu işe başladı. Köylü bir toplumda PKK ulusal kurtuluş hareketi olarak kendini tanımlarken Mao’cu bir dille bu savaşı yürütüyordu. Ama Türkiye’de milli gelir 1500 dolardan 10 bin dolara çıktı. İnsanların yüzde 70’ten fazlası şehirlerde yaşıyor. Doğal olarak Mao’nun köylü savaşını burada yürütemezsiniz. Melez bir savaş yapıyor PKK. Bir taraftan gerilla savaşı yapıyor, bir taraftan terör uyguluyor, bir taraftan sokak gösterileri yapıyor. Bu senkronizasyon ile hibrid bir şekilde götürüyor mücadelesini. 30 yıl önce şiddet kullanarak kimlik inşa ediyordu. Şimdi kimlik inşa edildi, farklı bir aşamaya gelindi. Yeni aşamanın araçları farklı.

"TSK operasyona çıkmadığı için dağları unuttu"

Devletin pozisyonu nedir?

Devlet de farklı bir serüven yaşadı. 1999’a kadar farklıydı, ama 2002’den itibaren bu işi masada konuşarak çözeceğini düşünüyordu. Bunun için de beş tane farklı alanda kendine göre bir program izledi. Bir taraftan ekonomik sosyal politikalar izledi. Bir taraftan kamu diplomasisi yaptı, yani kamuoyunun bu konuya desteğini artırmak için alan araştırmaları ile desteği ölçtü. Anayasa'da ve yasada yapabileceği değişiklikleri yaptı. Diplomasi ve dış politikada adımlar atıldı. Ayrıca güvenlikle ilgili adımlar vardı. Ancak hükümetin kontrol edemediği bazı alanlar vardı. Bir çoğunluk sağlanması gerekiyordu, bu konuda imkâna sahip olamadı. Yasal alanda bazı değişiklikler yapıldı. İkinci olarak özellikle diplomasi ve dış politika alanında, Arap Baharı ile başlayan süreç ve Suriye ile Irak’taki gelişmeler PKK’ya yeni fırsat alanları açtı. PKK gittikçe gücünü genişletmeye başladı. Bir taraftan uluslararası meşruiyet sağladı, yeni silahlara ulaştı ve Suriye ile Irak’ta yönetebileceği 2-3 milyonluk bir kitleye ulaştı. Dış politikada bu olurken güvenlik alanı da çok konuşuldu. PKK silahları bırakıp çıkacaktı, hükümet de buna karşılık bazı adımlar attı, Silahlı Kuvvetleri iç güvenlikten tamamen ayırdı. TSK’nın ülkenin içindeki işlerle ilgili hiçbir sorumluluğu yok. Tamamen dışarıdan gelecek tehditlere göre eğitim yapacak. Ama dünyada temel bir kural var; güvenlik sınırla bölünmez. Bölünce bir süre sonra başınıza bela oluyor. Operasyon yapma konusunda bütün yetki valilere devredildi. Silahlı Kuvvetlerin PKK ile mücadelede istihbarat kapasitesi sıfırlandı, olduğu gibi MİT’e geçti. Dolayısıyla da TSK bir müddettir operasyona çıkmadığı için dağlarda taşlarda yürümeyi, mağaraları, dağları unuttu. Şimdi yeniden yürümeyi öğreniyor. Oysa buna karşılık PKK halkı yatay ve dikey olarak örgütledi. Hem örgütlenmenin politik boyutunu tamamladı, hem de aynı zamanda Suriye ve Irak’ta öğrendiği tekniklerle kendini geliştirdi.

Örnek verebilir misiniz bu tekniklere?

Şehirlerdeki tekniklerine bakmanız yeterli. Beş yıl önce bir PKK'lı için şehirlere girmek bir tabuydu. Öcalan’ın yüzlerce, binlerce talimatı vardı; “Kesinlikle hiçbir militan şehirlere, köylere girmeyecek” diye. Ama PKK şimdi Suriye ve Irak’ta öğrendiği bazı teknikleri Cizre’ye, Silopi’ye, diğer kasabalara, kentlere taşımaya başladı. Yani, 90’lardakinden daha farklı bir “şehir gerillası” denemesi yapıyor. Bir taraftan ise Dolmabahçe mutabakatını hükümetin, devletin reddetmesi var. Bu reddetmenin nedeni, ortaya iki uluslu bir devlet çıkacak olmasıydı. Seçim sonuçları hükümete bu mutabakatı hayata geçirecek ve Anayasa’yı değiştirecek gücü vermedi. Öte yandan 6-8 Ekim hadiseleri hükümeti ciddi şekilde uyardı. Bugün olanların o gün işaret fişeği atılmıştı. PKK’nın bölgedeki etkinliğini gittikçe artırdığı görüldü o dönem. Sadece rakamlara baksanız; kaç resmi araç yakıldı, kaç okul, kaç emniyet amirliği, o zaman durum anlaşılıyor. 6-8 Ekim’de daha çok Kürtlerin kendi içindeki bölünmüşlükten çıkan çatışma vardı. Asıl hedefte olan PKK’yı ideolojik olarak reddeden muhafazakâr gruplardı. Bugüne baktığımızda ise PKK kesin sonuçlu, topyekûn bir çatışmaya girmiyor. Onun yerine geleneksel olarak bir zayıfın izleyeceği yöntemi izliyor. Tamamen hükümeti yıpratma stratejisi bu. Parça parça hükümeti istediği noktaya ittirecek bir yöntem izliyor.  

Nedir bu nokta?

Birinci aşamada hükümetin Dolmabahçe’de masaya koyduklarını yerine getirmesini istiyor. Aslında hükümetin bunu yapamayacağını da iyi biliyor, çünkü gücü yok. Ama PKK’yı harekete geçiren en önemli nedenlerden birisi seçimlerde aldığı sonuç. Yüzde 13 oy aldı, insanların gerekçeleri çok farklı olabilir. Fakat PKK mantığından bakarsanız 6 milyonluk bir kitle var, bunlar aile fertleri ile birlikte 10 milyon kişi yapar.

"PKK'nın önceliği ulusal kurtuluş mücadelesi vermek"

Ama bu zeminde siyaset meşruiyetini, etkisini yitirmiyor mu?

PKK’nın tüm bu olanları okuma biçimi ile meşru siyasetin sandıkta olduğunu okuma biçimi arasında fark var. PKK’nın Türkiye’de demokrasiyi inşa etmek, işletmek gibi bir amacı yok. PKK’nın kendi mantığına göre, Kürtler için bağımsız devlet kurma savaşı veriyor. Yoksa amacı Türkiye’de demokrasiyi inşa etmek filan değil. Öbürü büyük kitlelerin beklentisi, “demokrasicilik oynamak”. Öyle bir şey yok, çünkü onların öyle bir sorunu yok. Onların önceliği ulusal kurtuluş mücadelesi vermek.

Bağımsızlıktan vazgeçmedi mi PKK? Özerk yapılanma hedef olarak ortaya koyuldu, son dönemde birlikte kardeşçe yaşam vurgusu yapıldı.

Tabii ki hâlâ devam ediyor. Büyük kitleleri ikna etmek istiyorsanız, söylemlerin içinde biraz özgürlük, kardeşlik, barış, çiçek, böcek olması lazım. Bunlar propagandanın temel unsurları. PKK’nın bağımsız bir Kürt devletinden vazgeçtiğini söylemek büyük saflık olur. Suriye’de ya da Irak’ta vazgeçmiş görünüyor mu?

Masaya oturduğunda devlet vazgeçtiğine mi ikna olmuştu?

Devletten kastınız eğer Adalet ve Kalkınma Partisi ise siyaset yapan partiler bunu dört yıllık bir dönem için yaparlar. Onların birinci önceliği iktidara gelmek. Devlet meselesi biraz soru işareti. Hükümet ile devleti nasıl ayırt ediyorsunuz? 

Cumhurbaşkanı’nın “Bundan sonra her şey daha farklı olacak” şeklinde bir açıklaması oldu. Siz bu sözlerden nasıl bir anlam çıkartıyorsunuz? Bundan sonra mücadele yöntemi daha mı farklı olacak?

Ben analiz yaparken söylemden çok yapılana bakarım. Bir siyasetçi doğal olarak kamuoyunu ikna etmek için bir şeyler söyleyecek. Mesela siz az önce, “PKK bağımsızlıktan vazgeçmedi mi?” dediniz. Ben de bunun bana göre olmadığını söyledim. Çünkü bu zihin dünyasına ait temel parametreler bu işin böyle olmadığını gösteriyor. “Biz bağımsızlık istemiyoruz” diyorlar ama bir yandan da, “Makineli tüfekler, uçaksavarlar yerleştiriyoruz, bunları da demokrasi için yapıyoruz” diyor. Demokrasinin böyle inşa edilmeyeceğini herkes bilir, bunlarla ancak savaş yaparsınız. Cumhurbaşkanı açısından bakarsanız, tabii ki Cumhurbaşkanı toplumun duygusallığının bu kadar yükseldiği bir noktada bir şeyler söylemek durumunda.

"Dağlıca'da küçük bir savaş oldu"

Mücadele yöntemi olarak, askeri olarak baktığınızda ne bekliyorsunuz?

Yapılabilecekler var, yapılamayacaklar var. Devletlerin bu tür küçük savaşlarda birtakım sınırlılıkları var. Gelir seviyesi 10 bin doları geçtiğinde insanlar büyük savaşlar istemiyor. Medya ve sosyal medya çok önemli stratejik araçlar. Üçüncüsü ise hukuk. Devletin tankları topları olmasına rağmen bunları öyle canınızın istediği gibi kullanamıyorsunuz. Yasalarınıza göre PKK’lılar birer suçlu ve bu polisiye bir vaka. Ama adam ağır makineli tüfek, uçaksavar kullanıyor. Oysa bunun bir savaş olduğunu biliyorsunuz. Bakın Dağlıca’da 48 saat devam etti.

Dağlıca’da ne oldu sizce?

Dağlıca’da küçük bir savaş oldu. Kanunlara göre suçlular ile ilgili bir sorun var, benim bakış açıma göre ise Dağlıca’da küçük bir savaş oldu. Makineli tüfekler, uçaklar, tanklar filan kullanılıyor. Bu polisiye bir iş değil. Dedim ya, PKK hibrid bir yöntem izliyor. Örneğin Cizre’yi perdeliyor, patlayıcılar yerleştiriliyor. Dağlıca’da konvansiyonel bir ordu ile savaşa tutuşuyor. Öte yandan demokratik haklarımı kullanıyorum diye sokaklarda gösteri yapıyor, Meclis’te de açıklama yapıyor. Bunların toplamı PKK gibi organizasyonların davranış biçimidir. Siz hangisi işinize gelirse onu kullanırsınız.

Dağlıca’da "küçük bir savaş oldu" dediniz, Cizre’de olan nedir?

Cizre’deki salt polisiye bir iş değil, politik askeri bir iş. Sınıflandırırsanız onun polisin çok üstünde bir olay olduğunu görürsünüz. Orada artık bir şehir savaşı var; biraz ilkel, yoğunluğu az ama bir şehir savaşı var orada. Politik bir motivasyonla hareket ediyor. Elindeki alet edevat polis tarafından sınıflandırılabilecek bir iş değil. Askeri karakterli bir iş değil.

Bu şehir savaşının amacı ne? Ne göstermek istiyor PKK? Devlet nasıl karşılık veriyor?

Devlet meşru otoritenin temsilcisi. Düşünün, polis ya da kamu görevlisi şehrin belli bir bölümüne giremiyor. Sıradan suçluları takip için de giremiyor, trafik polisi de giremiyor. O zaman ne yapacaksınız? Beş senedir sadece şehirlere değil, dağlara da gitmemişsiniz, adam orada bir düzenek kurmuş. Silah dağıtmış, bir hiyerarşik yapı kurmuş. Orayı ben yönetiyorum diye iddia ediyor. Devleti yöneten makamda oturan kaymakama ne tavsiye edersiniz, “Onlar orayı idare etsin, sen de burayı idare et. Kardeş kardeş geçinin mi?” diyeceksiniz. Böyle bir model var tabii. Mesela Kolombiya’da devlet topraklarının üçte birine girmiyor. Haritada baktığınızda orayı Kolombiya olarak görüyorsunuz ama hayatın gerçeğinde öyle bir Kolombiya yok. Yavaş yavaş Iraklaşırsınız, Suriyeleşirsiniz. Bugün Suriye’nin yarısını başka birisi idare ediyor. Bunu hazmedebilecekseniz böyle yapın, kaymakam bir tarafta oturur, geçinip gidersiniz. Ama siz kamu otoritesini, kurallarınızı, yurttaşların haklarını ve yükümlülüklerini korumak istiyorsanız devlet olarak siz sorumlusunuz. Devlet orada işini yapıyor.

Beş yıldır neden girmedi o zaman devlet bu bölgelere?

Girmedi çünkü müzakere yapıyordu. Meseleyi konuşarak çözecekti, tolere etti. Görmezlikten geldi.

Peki tüm bu koşullar altında nereye gidiyor sizce bu yolun sonu?

Üç tane yol var. Bir tanesi bölünürsünüz. Önünüze bir harita alırsınız; kalemle, cetvelle bölersiniz. İkincisi bastırırsınız; hukukun içinde, dışında bir şekilde yaparsınız bunu. Bundan sonra da bir süre rahat edersiniz sonrasını ben bilmem. Üçüncü yöntem de oturur konuşursunuz, “Ayrılmazsan iyi olur ama ayrılacaksan şöyle bir yöntem öneriyorum” dersiniz. Devlet bunu yapmaya çalıştı ama bu modellerden birisi çalışmadığında öbürüne dönüşebiliyor. PKK konfederasyon istiyor ama hükümet ona biz sana güçlendirilmiş yerel yönetim verelim diyor meselâ. Anlaşamadıkları zaman bu iş çatışmaya gidiyor. O zaman da belki bu çatışma bölünmeye gidecek. Kontrol edemezseniz bir müddet sonra bölünmeye gidecek belki. “Kürtler ayrılmak istemiyor” argümanı öne sürülüyor. Bu sefer Türkler derse biz ayrılmak istiyoruz diye.

Hiç olmadı böyle bir şey bugüne kadar….

Niye olmasın? 10 bin doları geçtiniz artık. İnsanlar 10 bin doları geçtiğinde bu soruyu sormaya başlarlar. “Bu Kürtler çok mutsuz. Onları temsil eden PKK da bu mutsuzluğunu bizi öldürerek ortaya koyuyor. Niye ısrar ediyoruz?” derler.

"Toplumun değer yargıları artık farklı"

Siz son dönemde duyduğumuz tepkileri gelir dağılımındaki bu artışa mı bağlıyorsunuz?

Tabii. Paralel bir dünya var Türkiye’de. Yalan mı? Milli gelir, serbest piyasa ekonomisi, küreselleşme bu tür sorunlar yaşayan ülkelerde başka sonuçlar çıkarıyor. İnsanlar Dağlıca’da savaşıyorlar ama Bodrum’da, İzmir’de ya da kapalı kapılar arkasında, başka yerlerde insanlar başka hesaplar yapıyorlar. Dolarlar sayılıyor, aşklar, nefretler yaşanıyor, denizde güneşleniliyor. Bu paralel hayatlarda insanların genel eğilimleri, beklentileri zaman içinde değişiyor. Türkiye bundan 30 sene önce köylü bir toplumdu. Değer yargıları farklı.

Olaylar şehirlere, batı illerine taşar mı?

Bunu da üç alanda görmek lazım. PKK bu yaptıklarıyla Kürtlerin tepkisini çekiyor. Onların da kayıpları var. “Çatışmalar arttıkça Irak’tan sigara getiremiyoruz, satamıyoruz” derler ya da “PKK köprüleri havaya uçuruyor, kaçakçılıktan aldığımız Mercedes’lere binemiyoruz”. Batıya gittiğiniz zaman bu Türk - Kürt etnik çatışmasına dönecektir.

Hiç dönmedi bu zamana kadar. Türklerle Kürtler arasında genelleştirilebilecek bir çatışma olmadı.

Bu hiçbir şeyin garantisi değil. Çünkü bu Türkler karakter olarak sabırla çok edilgen gibi dururlar. Bu devlet var, devletin sahibi de onlar, çoğunluk onlarda. Öyle dururlar dururlar ama sonra bir şey olur, kontrol edemeyebilirsiniz.

O zaman ne olur yaşananların adı?

İç savaş olur.

Hangisine daha yakın Türkiye şu anda?

İkisine de aynı mesafedeyiz. İç savaş da olabilir ya da bakarsınız seçim olur, dondurulmuş olan dolaptan çıkar. CHP, AK Parti olur anlaşırlar, dolaptan çıkarırlar. Ama mekanik bir şey değil bu. Öyle şeyler olur ki aklımız dimağımız durur. Çünkü bu tür asimetrik çatışmalarda karar alıcılarla sahadaki uygulayıcılar arasında da asimetrik bir ilişki var. Sahadaki sıradan bir insan politik sonuçlar doğuracak bir iş yapabilir. Bir adam Türkiye’nin gidişatını değiştirebilir. Bu işler çok kolay yönetilebilir işler değil.

Kaynak: Al Jazeera

Röportaj Haberleri

Suudi Arabistan'da İslam, sekülerleşme ve Bin Selman reformları
“Filistin özgürleşmediği sürece, bu travma asla geçmeyecek”
Netflix abonelerine yalnızca eğlence değil "politik görüşlerini" de satıyor
Nazmul İslam: Bangladeş’te devrim bir süreç esas mesele şimdi başlıyor!
"Sinvar’ın yolunu sürdüreceğiz"