PKK’da olmayan şey: şehâmet...

Alper Görmüş

Haklı bir isyanı başlatmak için “celâdet” yeter, fakat onu tarihsel olarak doğru bir noktada durdurmak için “şehâmet” sahibi olmak gerekir, PKK’da olmayan da bu galiba. (Celâdet: bahâdırlık, kahramanlık, yiğitlik... Şehâmet: zekâ ve akıllılıkla berâber olan cesâret, yiğitlik –Ferit Devellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lûgat.)

Bugün, geçtiğimiz yıl bu zamanlarda kaleme aldığım ve yukarıda okuduğunuz paragrafla biten “‘Soyun öyleyse, dövüşeceğiz’in meşruiyeti ve sınırları” başlıklı yazımda anlattığım bir ortaçağ hikâyesini yeniden anlatacağım.

Keza, hikâyeyle Kürt meselesi arasında kurduğum paralelliklerle ilgili olarak yazdıklarımı da bir daha dikkatinize sunacağım... Yani bu bir tekrar yazısı olacak, sadece en sonda, “PKK tarihsel momenti kaçırmak üzere” ara başlığından itibaren birkaç ilavede bulunacağım.

Diyeceksiniz ki, “Ortadoğu yanıyor, onun üzerinden Gaziantep yanıyor, sen kalkmış Ortaçağ hikâyesinden söz ediyorsun...”

İlk bakışta haklısınız, fakat size anlatacağım hikâye Antep’teki ahlaksız, vicdansız, insafsız şiddetin... Sadece onun değil bütün PKK şiddetinin PKK açısından dahi anlamsız ve yanlış olduğunu ortaya koyacak bir hikâye...

O nedenle, dinleyin...

“Soyun öyleyse, dövüşeceğiz...”

Küçük ve yoksul bir ortaçağ köyünün papazı, çok sıcak bir yaz gününde uçsuz bucaksız izlenimi veren, tek bir ağacın bile bulunmadığı bir bozkırda yürüyerek yol almaktaymış... Hedefi, ölen aile büyüklerini gömmeden önce kendisinden son bir dua isteyen uzaktaki akrabalarının yaşadığı kilisesiz, kendisininkinden de küçük bir köymüş...

Güneş doğmadan çıkmış yola, hiç durmadan yürümüş, yürümüş...

Öğleye doğru artık yürüyecek takati kalmamış, içinden “bari tek bir ağaç gölgesi” diye geçirirken, onca yorgunluğuna rağmen gözüne kestirebileceği uzaklıkta yeşil bir adacık görmüş.

Yeşil adacık, uzaktan vaat ettiğinden çok daha davetkârmış... Su da varmış üstelik... Biraz soyunup dökünmüş, uzun uzun su içmiş, ardından bacaklarını, kollarını, yüzünü yıkayıp sırtüstü uzanmış.

Tam uykuya dalmak üzereyken bir atın nal seslerini duymuş, at birkaç dakika sonra sürücüsüyle birlikte karşısındaymış...

“Bu topraklar kralımızın ve ailemizin” demiş sürücü, zaten her halinden bir asilzade olduğu anlaşılıyormuş, “oturduğun yer de bizim ve yabancılar burayı kullanamaz”.

“Sadece birkaç dakika” demiş papaz, “sonra yine yoluma devam edeceğim”.

Adam ısrar etmiş: “Hayır, hemen şimdi kalkacaksın!”

Papaz: “Kralımızın ve ailemizin, diyorsun, peki nasıl elde ettiniz bu toprakları?”

Adam: “Atalarımızdan kaldı.”

Papaz: “Onlar nasıl elde etmiş?”

Adam: “Onlara da atalarından kalmış.”

Konuşma bu minval üzere uzamış da uzamış... Papaz sorularını hep yüzünde bir gülümsemeyle sorarken, asilzade her soru-cevapta biraz daha öfkeleniyormuş. Sonunda “Eeee, yeter artık” diye patlamış, “büyük büyük dedelerim dövüşerek elde etmiş bu toprakları...”

İşte o zaman papazın yüzündeki gülümseme gitmiş, ciddileşip ayağa kalkmış, soyunmaya başlamış. Üzerinde sadece pantolonu kalınca adama dönmüş ve “Soyun o zaman” demiş, “dövüşeceğiz!”

Kürtler de öyle öyle demişti...

Ben, çok sevdiğim bu meselin bizim Kürt meselemizi de mükemmelen izah ettiği kanaatindeyim.

Öyle olmadı mı: Bu devlet (hikâyemizdeki asilzade) Kürtlerin (hikâyemizdeki papaz) salt insan olmaktan kaynaklanan haklarını salt kendi yaptığı yasalara dayanarak on yıllar boyunca inkâr etmedi mi?.. Papazın suya duyduğu ihtiyaçla Kürtlerin kendi anadillerini korkusuzca konuşma ihtiyacı arasında fark var mı?

Öyle olmadı mı: Bu devlet her insani talebe “hayır” demedi, böyle böyle 70-80 yıl geçmedi ve sonunda bazı Kürtler “soyun o zaman, dövüşeceğiz” diye dağa çıkmadı mı?

(...)

Şiddeti durdurmak, başlatmaktan zordur

Şimdi hikâyemizin akla getirdiği çağrışımlarla, fakat Kürt meselemizin gerçek kavramlarıyla konuşmaya devam edebiliriz...

Yazının bu bölümüne kadar haksızlıklarla, adaletsizliklerle, insafsızlıklarla örülü süreçlerin belirli bir ânında, mağdurun “soyun o zaman, dövüşeceğiz” demesinin meşruiyetini anlatmaya çalıştım.

Peki, bu meşruiyetin sınırları yok mudur? Vardır ve ben de zaten bu yazıyı esasen “sınırlar” meselesini hatırlatmak üzere yazıyorum...

(...)

Yoksul köy papazının kavgasının meşruiyeti ne zaman irtifa kaybetmeye başlar?

Bu sorunun cevabı şöyledir: Kavgayı başlatmasına yol açan haksız fiil ortadan kalktığı zaman... Yani yürüdüğü topraklarda istediği zaman istediği kadar dinlenmesinin onun hakkı olduğunun teslim edilmesine kadar...

Peki, ya papaz bu arada bazı ilave talepler geliştirdiyse, onların da yerine getirilmesini istiyorsa ve bu taleplerini gerçekleştirmek için önüne gelen asilzadeye saldırıyorsa?

Bu durumda karşı tarafın tavrına bakmak gerekir... Karşı taraf, “Bunların hepsini konuşabiliriz, fakat önce şu saldırılarını durdurman gerekiyor” diyorsa, o noktaya gelmişse, işte o zaman papazın “soyun o zaman, dövüşeceğiz”inin meşruiyeti ölümcül bir darbe almış demektir. Bu noktadan sonra şiddette ısrar etmek, sadece sahibine zarar verecektir.

PKK tarihsel momenti kaçırmak üzere

Bugünün Türkiye’si (hiç şüphesiz başta PKK’nın tarih sahnesine çıkışı olmak üzere) çok sayıda etkenin rol oynaması neticesinde “Bunların hepsini konuşabiliriz, fakat önce şu saldırılarını durdurman gerekiyor” noktasına nihayet gelmiş durumda...

Dolayısıyla bu andan itibaren, Hüseyin Aygün’e dağdaki genç PKK’lıların dediği gibi şiddetin meşruiyeti kalmamıştır.

PKK, birkaç yıldır bir türlü idrak edemediği bir tarihsel momenti tecrübe etmekte... PKK’lılar bu momenti değerlendirebilirlerse, tarih, bence biraz da iltimas geçerek hükmünü şöyle koyacak: “Başka çareleri kalmamıştı, onlar da ‘madem öyle, soyunun dövüşeceğiz’ demek zorunda kaldılar; dövüşmenin meşruiyetinin kalmadığını ise biraz gecikerek de olsa idrak ettiler.”

Aksi takdirde tarihin onlara layık göreceği şey, zilletten başka bir şey olmayacaktır.

***

Roboski insanlığı

2011 yılının aralık ayında yakınları TSK’ya ait savaş uçakları tarafından bombalanarak katledilen Roboskili aileler, Gaziantep’teki bombalı saldırıyı ve kendi kasabalarındaki askerî araç kazasını birlikte ele alan bir bildiri yayımladılar.

Şu kapkara atmosferde biraz ışık arayanlara ilaç gibi gelecek bildiriyi biraz kısaltarak buraya alıyorum:

(...)

Gaziantep’te meydana gelen elim olay, “acı” kavramını ziyadesiyle bilen insanlar olarak bizleri üzmüş, bununla birlikte kamuoyunda milliyetçiliğin körüklenmesi bizleri bir kez daha kaygılandırmıştır.

(...)

Roboskili aileler olarak kamuoyuna ve kamuoyu üzerinde etkili olabilecek herkese sesleniyoruz:

(...)

2011 yılında yakınlarımızın parçalanmış cesetlerini traktör römorklarında taşırken, yaşadığımız yerde çok sayıda asker olmasına ve haber vermemize rağmen bizlere yardım edilmemiş, yaralılarımız katır sırtlarında ölüme terkedilmişlerdi. Üstelik bütün bunlar olurken, askerî helikopterler üzerimizden geçiyordu. Bize yaşatılan onca büyük bir acıya rağmen hiçbir zaman intikam yemini etmedik!

Nitekim dün sabah saat 10:00 sularında, Roboski’de rutin bir göreve çıkan askerlerin görevden dönerken, içinde bulundukları minibüsün yoldan çıkarak devrilmesi üzerine, kabristanda şehitlerimiz için tuttuğumuz nöbeti bırakarak kadın, erkek, çocuk, genç, yaşlı demeksizin olay yerine hemen intikal ederek, kurtarma çalışmaları gerçekleştirdik. Bu çalışmalar sırasında minibüsün bizlerin de üzerine devrilmesi ve askerlerin üzerlerinde bulundurdukları patlayıcı mühimmatların patlaması riskine rağmen, yaralıları devrilen araçtan çıkarmak dışında bir şey düşünmedik. Çünkü bizim bütün çabamız, bütün kimliklerinden bağımsız, insanlığı yüceltmek yönünde olmuştur.

Değerli kamuoyu;

İnsanı ayrıştıran, değersizleştiren, hele ki insan hayatını hiçe sayan hiçbir eylemin, hiçbir yaklaşımın hiç kimseye faydasının olmayacağının bilinmesini isteriz. Bütün yaşadığımız ve yaşamaya devam ettiğimiz acılara rağmen kararlı bir biçimde devam edeceğimiz bu mücadelemizin, bu ülke ve tüm dünya barışına hizmet etmesini umarız.

Roboskili aileler olarak, bu vesile ile Gaziantep’te sivillerin katledilmesine yol açan saldırıyı kınıyor, bu saldırıda ve Roboski’de meydana gelen kazada hayatlarını kaybeden insanlara Allah’tan rahmet, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

alpergormus@gmail.com

TARAF