PKK ve Kürt sorunları ancak birlikte çözülebilir

Alper Görmüş

Son günlerin gözde konusu “özel ordu”yu onaylayıcı sözler eşliğinde telaffuz edenler, hemen ardından ekliyorlar: Böylece PKK’ya nihayet bitirici darbeler indirilirken, bir yandan da Kürt sorununu giderecek tedbirler alınmalıdır.

Ben başlıkta hiç kuşkusuz böyle bir “birlikte çözüm”den söz etmiyorum. Çünkü bu “çözüm” yanlılarına göre, ne kadar çok PKK’lı öldürülürse her iki mesele de o kadar çabuk halledilmiş olacak.

Oysa ben bunun tam tersinin geçerli olduğunu düşünüyorum. Diyelim devlet bir yıl içinde anadilde eğitim hakkı da dâhil olmak üzere Kürtlerin bütün taleplerini karşıladı ve paralel bir anti-terör süreciyle de PKK’yı bire kadar kırdı. Benim algılamama göre, böyle bir noktada terör sadece geçici olarak sonlandırılmış; Kürt sorunu ise, Kürtlerin Türklerden manevi kopuşunun tamamlanması nedeniyle daha da içinden çıkılmaz bir hale bürünmüş olacaktır.

Peki, “PKK ve Kürt sorunları ancak birlikte çözülebilir” derken ben neyi kast ediyorum? Tabii ki aynı anda hem Kürtlerin taleplerini karşılayacak hem de PKK’lıları dağdan indirmeye ikna edecek bir formülün geliştirilmesini kast ediyorum.

Yaygın kanının aksine, PKK ve Kürt sorunlarını birbirinden ayırarak herhangi bir çözüm imkânına sahip değiliz. Bu yazıda, Kürt sorunu çerçevesinde kaleme aldığım eski yazılarıma dönüşlerle bu iddiamı temellendirmeye çalışacağım.


Kürtlerin manevi kopuşu

Bundan yaklaşık iki yıl kadar önce, tam olarak 26 Eylül 2008’de “Kürtlerin manevi kopuşunu ‘dava’ değil, ‘dava sessizliği’ hızlandırıyor” başlıklı bir yazı yazmıştım.

Amacım, o günlerde Anayasa Mahkemesi’nde akıbetlerini bekleyen iki kapatma davasına karşı Türk aydınlarının ikili tavrını eleştirmekti. Derdimi, yazının ilk cümlesinde şöyle özetlemişim: “Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) açılan kapatma davasında yavaş yavaş karar ânına yaklaşılıyor. Ve ne yazık ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne (AK Parti) açılan kapatma davasında ortaya çıkan haklı liberal tepkinin yerinde yeller esiyor.”

Yazıda, DTP’nin PKK ile arasındaki sınırı giderek belirsizleştirmesinin, keza PKK’yı “terörist” diye nitelememesinin Türk solcuları ve liberalleri üzerinde de ciddi bir etki yapmış olma ihtimali üzerinde durduktan sonra, bu beklentinin yalnızca DTP bakımından değil Kürtler bakımından da gerçekçi olmadığını anlatıyordum:

“Şurada yüz yüze bakıyoruz, Kürtlerin, yukarıda işaret ettiğim birkaç gönül alıcı sözün bile PKK sayesinde edilebildiğine inanmaması için bir neden var mı? Zor oyunu bozmasaydı, bugünkü resmî tezimizin 1970’lerdekinden, 80’lerdekinden farklı olacağının bir garantisi var mı? Kürtlere, ‘PKK olmasaydı da Türkiye Cumhuriyeti temsilcileri Kürt kimliğini tanıdıklarını’ ilan ederlerdi’ deseniz, Kürtler buna inanır mı? Peki, şimdiki, ‘Kürtler PKK’ya terörist desin’ talebini, Kürtlerin, ‘Tamam, PKK zor kullanarak sizin adınıza bazı şeyler elde etti, ama artık onu satın, satarsanız size bir şeyler daha veririm’ şeklinde algıladığını bilmiyor muyuz? Böyle bir şey yapan bir insan kendini onurlu bir insan olarak hissetmeye devam edebilir mi?”

Bugün de aynı şekilde düşünüyorum... Kürtlerin PKK’yı “satmaları” beklentisi kesinlikle gerçekçi değildir.


2004’teki uzaklaşma nasıl ve neden gerçekleşmişti

Yine de, benim bu sayfalarda birkaç kez işaret ettiğim, Kürtlerin PKK’ya karşı nispî bir uzaklaşma tavrı gösterdikleri 2004 istisnası açıklanmaya muhtaçtır. Kısaca hatırlatayım: Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üyeliğine en fazla inanılan yıl olan 2004’te, PKK’ya yakın Gündem gazetesinin başyazısında örgütün kitleleri mobilize edemez hale geldiği itiraf edilmişti. Başyazıya göre, bunun muhtemel nedeni Türkiye’nin Avrupa Birliği hedefinin Kürtlerin de gözünü kamaştırmış olmasıydı.

O başyazıyı ele aldığım bir yazımda (“Kürtler PKK’ya hangi koşullarda ‘bi dakka!’ der”, Taraf, 18 Aralık 2009), Kürtlerin o tarihsel momentte PKK’dan uzaklaşmasının sadece “AB heyecanı”yla açıklanamayacağını, çocuklarının uzun yıllardır ölmediğinin de (çünkü Öcalan’ın emriyle ülke sınırlarını terk etmişlerdi) hesaba katılması gerektiğini anlatmıştım:

“Yıllar süren dehşet atmosferinin beklenmeyen bir anda sönümlenmesi, Kürtlerde, eşitlik ve kimlik taleplerinin karşılanacağı (AB süreci) yönündeki beklentiye paralel bir beklentiyi daha ortaya çıkardı: Devlet, kendi çocukları olan PKK’lıların ortadan kaldırılmasından vazgeçmişti ve bir yolunu bulup onları siyasi sürece dâhil edecekti.”

Yani Kürtler, minnet duydukları PKK’dan “barış, özgürlük ve refah” için vazgeçebilirlerdi ama bir şartla: Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onları soktuğu barış, özgürlük ve refah sürecine PKK’lıları da dâhil etmesi koşuluyla...

2004’te bu iki beklentinin ikisi de gerçekleşebilir gibi görünüyordu... Keza “açılım” günlerinde de öyle görünüyordu... Fakat bugün, PKK’lı öldürmek için özel olarak eğitilip dağa gönderilecek bir “özel ordu”nun telaffuz edildiği koşullarda, yukarıda da dediğim gibi dünyanın bütün özgürlüklerini serseniz Kürtlerin önüne, onların gönüllerini kazanamazsınız.


Kürt sorunu, Kürtlerin gönüllerini kazanma sorunudur

Ben, “Bakın, PKK’lıları öldüre öldüre bitmiyorlar, öyleyse askerî olmayan yollar üzerinde düşünmeliyiz” şeklindeki düşünme tarzını da, sanki “öldürülerek bitirilseler” bunun bir çözüm yolu olarak kabul edilebileceğini ima ettiği için sorunlu buluyorum.

Bunun neden çözüm olamayacağını anlattığım yazılarımdan birini de, Onur Öymen’in “Sri Lanka” örneği üzerine kaleme almıştım.

“Açılım”ın ilk günleriydi, HaberTürk televizyonundaki “Parantez” programında CHP Genel Başkan Yardımcısı Onur Öymen çıkmıştı karşıma. Program sunucusuyla aralarında şöyle bir diyalog geçmişti:

Öymen: Terör bitmeden hiçbir açılıma razı değiliz. Önce terör bitmeli.

Sunucu: Siz terörün şimdiye kadar denediğimiz yollardan bitirilebileceğine inanıyor musunuz?

Öymen: Elbette inanıyorum. Sri Lanka’da bitirilmedi mi?

Öymen, o soğuk-metalik sesiyle bu soruyu sorduğunda televizyonun karşısında donup kaldığımı hatırlıyorum. Çünkü Sri Lanka tarzı çözüm, biliyorsunuz, bütün teröristlerin öldürülmesine ve bu arada ortaya çıkacak sivil kayıplara aldırış edilmemesine dayanan çözüm demek oluyor. Sri Lanka’da, Öymen’in konuşmasından birkaç ay önce “son terörist” de öldürülmüş ve terör “bitmişti.”

O günlerde Yeni Aktüel’de kaleme aldığım “Sri Lanka tarzı çözüm ha?” başlıklı kısa yazının sonunda şöyle demiştim:

“Şimdi bakalım ‘sosyoloji’ Sri Lanka’da ne diyecek? Terör gerçekten bitti mi bitmedi mi, nihai kararı o verecek. Fakat buradan anladık ki, ülkemizin sosyal demokrat partisinin ülkeye önerdiği model budur. Birbirinden basit iki soru soracağım... Bir: Kürt sorununu Kürtlerin gönlünü kazanmadan çözmek mümkün müdür? İki: Dağda gezen herkesi öldürerek Kürtlerin gönlünü kazanmak mümkün müdür?”

Şimdi, “özel ordu” vesilesiyle bu soruların yeni versiyonlarını takdim tehirle yeniden soruyorum:

Bir: Dağda gezen herkesi öldürme planları yaparak Kürtlerin gönlünü kazanmak mümkün müdür? İki: Kürtlerin gönlünü kazanmadan Kürt sorununu çözmek mümkün müdür?

(Bu yazıyı okuyup da bana e-posta atmaya hazırlanan milliyetçi ve ulusalcı arkadaşlara not: Hayır, “bırakın PKK’lılar istediği karakollara saldırsınlar, 20 yaşındaki askerleri özgürce öldürebilsinler” demiyorum; onların ölümlerini de kesin olarak durduracak bir öneride bulunmaya çalışıyorum.)

TARAF