Bugün Kurban bayramı veya Hacc günü. Kurbanı Haccdan, Haccı da Rabbimizin üzerimizdeki hakkından (3/97) ayıramayız.
Hacc müminler için adanmışlığın, kulluğun ve dayanışmanın tarihsel sürekliliği. Kurban ise toplumsal duyarlılığımızın, dayanışma ruhumuzun ve Rabbimize adanışımızın ibadi sembolü.
Bayram öncesinde birçok yakınımızdan bayram mesajları aldık. Onlardan birisi de Lütfi Çifçi’nin. “Ancak ümmetin dertleriyle dertlenenler, bu tarihsel sürekliliğin bir öznesi ve adanışın sembolü olabilirler” diyor. Tabii ki bu bilinçte olan veya bu bilince yönelen, yöneltme talebine kulak kabartan, kabartacak olan tüm iman edenlerin bayramı mübarek olsun.
Allah günleri insanlar arasında döndürüyor. Neşeli ve imkanlı günlerimiz de olabilir; acılı, korkulu, yoksul, hatta ekinlerimizden, canlarımızdan eksilmeler de. Önemli olan acılı günümüzde de neşeli günümüzde de hayat imtihanımızı unutmamaktır; şeytan ve şaytanlaşma hamleleri var olduğu sürece -ki kıyamete kadar olacak- sabretmekten/direnmekten ve vahyi ölçülerin gösterdiği istikametten vazgeçmemektir.
Bayram ziyaretlerimizde ve bayramlaşma toplantılarımızda ümmetin maslahatı açısından en fazla konuşulacak konulardan birisi de büyük bir ihtimalle Çözüm Sürecinin nereye gideceği, PKK-FETÖ bağlantıları ve HDP-BDP’nin, AK Parti’nin ve MHP’nin el konulan 28 belediyesi hakkında olacaktır.
Türkiyeliler ve Türkiyeli Müslümanlar olarak hepimiz bir ulus devlet sistemi içinde yaşıyoruz.
Küresel baronların da yakından ilgilendiği devlet ile ilgili Türkiye’deki siyasi mücadelenin gündemi oldukça değişti.
Dün devletin Kemalistliği, NATO’culuğu, “Milliliği”, Amerikancılığı veya sosyalist olup olamayacağı tartışılırken “derin devlet”e kimin hakim olacağı üzerinde durulurdu. Ama AK Parti’yle beraber R. T. Erdoğan’nın taşıdığı misyon bu tartışmanın eksenini değiştirdi.
Dünkü devlet, Türkiye halkını veya Anasır-ı İslam’ı “ilerlemeci” Batılı paradigma doğrultusunda yukarıdan aşağıya seküler ulusçuluk hamlesiyle zorla, baskıyla, cezalandırmalarla biçimlendirmeye çalışmıştı. Onun için de dayatmacıydı, ceberuttu, işbirlikçiydi, Batıcıydı, Türkçüydü, patrondu…
Dünkü T.C. Devleti sağ ve sol yorumlarıyla resmi Batıcı-Kemalist ideolojisini cebren halka/halklara dayattığı, bu eksende dış güçlerle işbirliği yaptığı için de adalet arayışı içindekilerin gözünde zalimdi, katildi; bilinçli Müslümanlar için de tağuttu.
Osmanlı sonrası kardeşlik hukukunu devam ettiren, ana dili farklı, Anasır-ı İslam’ı oluşturan 33 farklı kavmi, Oğuzlar üzerinden ve ırkçılığa dayanarak sadece seküler temelli Türk yapmaya çalışan bu Kemalist resmi ideolojinin işlediği zulüm ve cürümlere ilk defa resmi bir ağız olarak Tayyip Erdoğan “katliam” dedi; diyebildi.
Ve ulus devlet sisteminin verili kuralları içinde tedrici istikametle ucu CIA ve MOSSAD’a kadar dayanan “derin devlet” boyutunu kopartıp atmayı hedefleyen en belirgin misyon, Erdoğan’ın ki oldu. Ve bu misyon mevcut devleti de hukukileştirmek anlamında normalleştirmeye gayret etti ve ediyor. Halka patron kesilen değil, hizmet eden devlet gayreti ön plana çıkartıldı. Devlet üzerindeki iç ve dış şer vesayet güçlerinin hortumu kesilmeye çalışıldı.
İcra edilen Devlet’in Müslümanlaştırılması değil; hiç değilse tarafsızlaştırılması ve adaletli olmaya yöneltilmesi.
Sarı ve beyaz Türk ırkçılığının inşası ve dayatılmasının sonucu olarak hortlayan Türkiye sınırları içindeki ikinci ırkçılık hareketi de Kürtçülük cereyanı olarak belirginleşmişti.
Ancak Kürt sorunu birbirinden ayrışarak değil, yaklaşarak, ortak paydalara dönerek, dönüşerek çözülebilir.
Kürtçü hareketin sosyalist inisiyatifi PKK tarafından istismar edilen Kürt sorununu çözmek konusunda da ilk defa Erdoğan misyonu, tüm risklere rağmen PKK’yi de muhatap alarak Oslo Görüşmeleri ile barışa adım attı. Ancak İslami kimliğe düşmanlık yapmayan mevcut AK Parti Yönetimi eliyle Türkiye’nin normalleşmesinden, toplumsal mutabakata ve istikrara kavuşmasından Kemalist yerel vesayet güçleri de, İslamafobik küresel emperyal vesayet güçleri de rahatsız oldu.
Kemalist yerel vesayet, Kürt kimliğinin kabul edilmesine karşı çıkarken, 30 yıldan beri devam eden kin, nefret ve katliam tohumlarının yeniden yeşermesini istiyordu. Erdoğan misyonu ise yıpranma ve yıpratılma pahasına Allah’ın işaretlerini savundu; dil ve renk farklılıklarının Rabbimizin kevni ayetlerinden olduğu evrensel ilkesini süreç itibariyle toplumun büyük kesimine kabul ettirdi.
Irkçı ANT tapıncının kaldırılması ve Kemalist Türk ırkçılığının geriletilmesi sonucunda Kürtlerin de yaşadığımız toplumda eşit paydaş olabileceğinin toplum vicdanında makes bulması, Çözüm Süreci’nin de kapılarının açılmasına zemin oluşturdu.
Ama bu sefer küresel kapitalist baronlar ve ABD pragmatizmi Türkiye’nin istikrara ve bölgesel bağımsızlığa yönelmesinden rahatsız oldular. Kendilerine iltisaklı hale getirmeye çalıştıkları FETÖ ve PKK güçlerinin önünü açarak ve güdüleyerek Türkiye halklarının ve Müslümanların geleceği için iyiye giden süreçleri baltalamaya, dinamitlemeye çalıştılar.
Barış Süreci görüşmeleri gereği PKK silahlarını gömecek, paramiliter güçlerini sınır dışına çekecek ve sivilleşecekti. Barış ortamının kalıcılığı belirginleştikçe özerk yönetim de, ana dilde resmi eğitim hakkı da görüşülebilecekti.
Ortak payda temelinden Orta Doğu halklarının dayanışmasını ve ulusal sınırların silikleşmesini ön palana çıkartan Erdoğan Misyonu bu sürecin Türkçü-ırkçı ideolojinin açtığı tahribatı giderip dayanışma ve kardeşlik hukukunu yeniden “Türkiyelilik” temelinde yükseleceğini murat ediyordu. PKK Kürtçü Hareketi’nin İmralı’daki Lideri Abdullah Öcalan’ın 2013-2014 Newroz kutlamalarına Diyarbakır Meydanı’nda okunması için gönderdiği mektuplarda da bu yöne yürünmekteydi.
Emniyette işkencenin, Bölge’de OHAL uygulamalarının kaldırılması; bölge belediyelerine devlet bütçesinden eşit oranlı tahsisat ayrılması, Bölge’de T.C. tarihihin en önemli alt yapı yatırımlarının gerçekleştirilmesi, ana dille neşriyat ve yayın yasağının ve Bölge illerinin caddelerine kurulan “Ne Mutlu Türküm Diyene” yazılı takların kaldırılması gibi uygulamalar ile murat edilen hedefe önemli adımlar atılmaya başlanmıştı.
Yavuz Sultan Selim’in verdiği adla Kürdistan coğrafyasına Cumhuriyet tarihi boyunca en önemli barışçıl bahar kokusu gelmiş ve insanlar barış sürecinin getireceği özgürlük ortamının ne olduğunu ağır ağır solumaya başlamışlardı. Barış ortamıyla insani diyaloglar çeşitlenebilmiş, ticaret canlanmış; hatta Jitemli, kontgerillalı yıllardaki tehditler ve köy yakmalarıyla Bölge’den göç edenlerin geri dönüşleri bile başlamıştı.
Ama olmadı. Barış süreci önce FETÖ sonra da PKK’li baronlar tarafından sabote edildi.
FETÖ devlet içindeki derin örgütlenmesi ile Oslo Görüşmeleri’ni ajitatif şekilde fahş etti. Yine “Fethullah Gülen Hocaefendi’nin Hizmet Hareketi” (!) devletin polis, adliye, maliye, asker kademelerindeki derin örgütlenmesi ve kumpaslarıyla PKK’nin sivil yapılanması KCK’ya yönelik sınırlı adli takibatları, konuyu höpürteterek binlerce kişinin tutuklanmasına, mağduriyetine ve Kürt ulusalcılarının Hükümet’e karşı kışkırtılmasına zemin hazırladı.
Peşinden halka atılan malatof kokteyller, BDP’nin ajitatif beyanları, 6-8 Ekim 2014 olayları, PKK’nin Bölge Müslümanlarını sindirme tehditleri ve katliamları, seçimlerde yapılan tek tipçi baskılar, Kürt sokaklarında gençlerin YPG çatısı altında şehir gerillasına yönelik açık-seçik bir şekilde örgütlenmesi, barış ortamını kullanarak bölgeye patlayıcı sevkiyatları, özyönetim adı altında güç merkezli kendiliğinden özerkleşme söylem ve teşebbüsleri…
Tabii ki bu arada AK Parti Hükümet yetkililerinin büyük çoğunluğu barış şartları bozulmasın kaygısı ile PKK’nin bu süreci nasıl istismar edip bölgenin bir nevi mafya baronları haline geldiği gerçeğini göremediler veya görmek istemediler.
Bu yetkililer, Bölge’de bölgenin açık kimlikli mutedil Müslüman aktörlerini muhatap alacaklarına, Kürtçülüğe yönelmiş Eski İslamcı unsurlar ile iş tutmanın aldanışı içine girdiler. Dolayısıyla Bölge’nin iş adamlarını ve orta ölçekli esnafı bile “vergi” adıyla haraca bağlayan, halk arasındaki ihtilafları dağda veya ele geçirilen belediyelerin özel odalarında çözme iddiasında bulunan PKK, tabanda dayattığı silah gücüyle yaygınlaştı hatta Bölge’de paralel devlet haline geldi.
Türkiye genelinde Devlet içinde derin devletin yeni adresi PDY (Paralel Devlet Yapılanması – FETÖ) idi.
Kürdistan’da ise normalleşme sürecindeki Devlet’e karşı PKK’yi ise özellikle 2014 Yerel Seçimlerinde kazandığı 102 İl, İlçe ve Belde belediyeleri üzerinden PDY oluşturmaya çalıştı. Ancak PKK iltisaklı HDP/BDP Bölge’de 102 belediye kazanmasına rağmen hizmet temelinde halkla bütünleşen şeffaf bir yönetim yerine, kimliği öne çıkartan infaz eksenli derin devlet tarzı bir yapılanma içine girdi.
(Yazının devamı için tıklayın: Tek Patronlu İki Farklı PDY)