Akif Beki PKK ile doğrudan irtibatlı olan Kürt milliyetçileri ya da ideolojik akrabalık ilişkisi içindeki Türk solunun PKK’nın icra ettiği her vahşi eylemin ardından ‘mecburen’ beyan etmek zorunda kaldığı ‘kabul etmiyoruz’ açıklamalarına değindiği yazısında, bu tutum sahiplerinin tutarsızlığını vurguluyor.
Akif Beki’nin bugünkü Karar’da (02 Ağustos 2018) yayınlanan konuyla alakalı yazısı şöyle:
“Kabul Edilemez”in Kabul Edilemezliği Üzerine
Asker eşi Nurcan Karakaya ve 11 aylık bebeği, alçakça bir terör saldırısında katledildi. HDP’nin bu hunharlığa verdiği tepkiye bakın...
Eş Başkanlar Pervin Buldan ile Sezai Temelli, başsağlığı dilekleriyle başlıyor mesajlarına.
Hakkari Yüksekova’da “yola döşenmiş patlayıcının infilak ettirilmesi sonucunda yaşamını yitiren anne ve bebeğine rahmet, ailesi ve yakınlarına sabır” diliyorlar.
Ama patlayıcıyı kimin döşeyip kimin infilak ettirdiğinden bahis yok. Düğmeye basan kanlı eller karanlıkta bırakılmış, kalleş parmağın sahibi anılmıyor.
Alçaklığın adına terör bile denmiyor, faili meçhul bir eylem havasında.
Barbarlığın arkasında terör örgütü PKK yokmuş gibi...
Anne ile bebeği ecelleriyle yaşamlarını yitirmedi. Canlarına kast edilerek, planlanarak öldürüldüler.
Onlar hayatlarını kaybetmedi, kaybettirildi.
Ne teröre kurban verdik ne de kurban gittiler; Kandil’deki terör fetişistlerinin canavarlaşmış egolarına kurban seçildiler, melunca bir terörist propagandaya kurban edildiler.
Ama neyse ki devamında ‘saldırı’ kelimesini telaffuz ederek en azından bir saldırının bu ölümlere yol açtığını kabul ediyorlar.
Şöyle diyorlar: “Bu tür saldırıları asla kabullenemiyor ve kınıyoruz...”
Yalnız, neden ‘kabullenememe’ gibi edilgen bir fiil, pasif bir reddediş?
Niye ‘bu tür saldırılara derhal son verin’ gibi inisiyatif alan, aktif bir karşı duruş değil?
“Şiddet kısır döngüsü daha fazla insan yaşamını yitirmeden sona ermelidir” yerine, doğrudan bir çağrı niye yapamıyorlar terörperestlere?
Ortaya konuşulacak zaman mı? Saldırı varsa bir saldırgan da vardır, muhatap belli...
İsterseniz HDP’nin, PKK’yı korumak için değil, PKK’dan korunmak için bu muğlak dili kullandığını düşünün, gerçek değişmiyor.
Dil sorunu dediğiniz, dile vuran bir anlayış sorunu. Mantalite düzelmeden, düzeltemezsiniz.
Korku belasına söze dökemiyorlar diyelim. İçlerinden ‘şerrine lanet’ dedikleri, dışarıdan duyulmasa bile hissedilmeli değil mi?
Güçlü sözlerle yansıtamadıkları duyguyu, bir ‘kabul edilemez’ yuvarlamasıyla karşıya geçirip hissettirmeleri ne mümkün oysa?
H H H
Bu ‘kabul edilemez’ kalıbı, başlı başına sorun zaten.
Kelime oyunlarına dayalı diplomatik tepkilerde bir anlam taşıyabilir. Fakat gelişigüzel kullanımlarının anlamsızlığı üstüne kitap yazılır.
Cana mal olan bir saldırıyı kim kabullenir ki zaten, siz kabullenesiniz.
Aksi muhal bir şeyi mantra gibi tekrarlamak, saçmalıktan başka ne mana ifade eder? ‘Yok bir de kabullenseydiniz’ dedirtmez mi?
Volatilitesi, oynak kurdan daha yüksek. Ne demek kabul edilemez? Hiçbir şey söylemiyor.
Bir siyasi partide seçmen tabanının tepki dili olabilir belki, lanet yağdırmaktan başka ne yapacak vatandaş.
Ama tepe yöneticilerinin elinden ve dilinden daha fazlası gelmek zorunda. Kuru bir ‘kabul edilemez’le siyasi ve ahlaki sorumluluktan sıyrılmak var mı?
Zamları, enflasyonu, pahalılığı, doların tutulamamasını, liranın erimesini filan bulsa bulsa vatandaş kabul edilemez bulabilir.
Merkez Bankası’yla hükümet yetkililerinin harcı olabilir mi? Düşünsenize, ‘bu kur kabul edilemez’ deyip kenara çekildiklerini?