PKK ile KDP arasında tırmanan gerginlik ne anlama geliyor?

M. HASİP YOKUŞ

Son günlerde Irak Kürdistan’ında gerginliği tırmandıran bir dizi hadise yaşandı. Bunlardan ilki; Serzer Sınır Kapısı Asayış Müdürü Gazi Salih İlhan, hafta sonu tatilini geçirmek üzere gittiği köyünde 8 Ekim akşamı eşi ve çocuklarının gözleri önünde otomatik silahlarla taranarak öldürüldü. Erbil Asayiş Genel Müdürlüğü Gazi İlhan’ın PKK tarafından öldürüldüğünü açıkladı. İkincisi; 4 Kasım günü Duhok’a bağlı Çemanke nahiyesi kırsalında Peşmerge aracının geçişi sırasında mayın patlatıldı. Patlamada bir peşmerge hayatını kaybederken iki peşmerge yaralandı. Bu olayın faili yine PKK idi.

Yaşanan bu iki olay dolayımında taraflar arasındaki itham ve suçlamalar karşılıklı tehdit ve restleşmelerle devam ediyor. Hal böyle olunca 90’lı yılların ortalarında yaşanan ve hafızalarda canlılığını muhafaza eden bıraküji (kardeş katli) olarak nitelendirilen fiili çatışmalar yeniden mi başlıyor, sorusu akla gelmeye başladı. Nitekim Başkan Barzani: “Tarih buna şahittir ki Kürt’ün Kürt’e karşı savaşını haram kıldığımız için gurur duyuyoruz. Çünkü Kürdistan halkı ve tüm taraflar bu savaştan çok büyük zararlar gördü. Fakat bu tavrımızın yanlış yorumlanması, suistimal edilerek Kürdistan halkına silahlı bir irade dayatılması ve Kürdistan Bölgesi’nin yasal yönetiminin yok sayılması da kabul edilemez. Kürt’ün Kürt’e karşı savaşını haram kılan tavrımız, istikrarımıza, kent, ilçe ve köylerimizin güvenliğine, vatandaşlarımızın kendi yurtlarından zorla çıkarılmasına, kurban edilmelerine ve haksız yere şehit edilmelerine karşı sessiz kalacağız şeklinde yorumlanmamalıdır.” diyerek gerekirse bıraküji kararlarını yeniden gözden geçirebileceklerini üstü kapalı ima etti.

KDP ile PKK ilişkilerindeki gerilim bu iki olayla sınırlı değil. Çok daha derin kökleri ve geçmişe dayanan bir mazisi var. Çok fazla detaylara inmeden bu gerilimi esas itibariyle 3 başlıkta toplamak mümkün;

Birincisi; KDP ile PKK arasında eskiden beri süregelen bir hakimiyet mücadelesi var. Özellikle KDP’nin egemen olduğu dağlık ve kırsal kesimlerde PKK’nin davetsiz misafir olarak bölge hükümetini görmezden gelen eylemleri ciddi bir rahatsızlık oluşturuyor. Zaho’dan Süleymaniye’ye kadar uzanan sıradağlar boyunca yüzlerce köy PKK’nin fiili işgali altında. Bu durum bölge hükümeti açısından bir kaos ve yönetim zafiyeti oluşturuyor.

İkincisi; KDP ile PKK arasında paradigmal anlamda bir doku uyuşmazlığı var. KDP’nin geleneksel/feodal yapısına mukabil PKK sol/seküler bir çizgiyi temsil ediyor. 

Üçüncüsü; siyasi ve coğrafi boyutun zorlayıcı / kısıtlayıcı gerekliliklerine ilaveten mücadele pratiğindeki öncelikler bu iki hareketi farklı hatta bazen birbirine zıt ittifaklar kurmaya yöneltiyor. Örneğin mücadele sahası olarak Türkiye’yi öncelikli düşman kategorisine yerleştiren PKK, İran ve Suriye’yle ittifaklar geliştirirken KDP, İran’ın bölgedeki güçlü varlığını kendisi için bir tehdit olarak görüyor, ilave olarak Türkiye’yi dünyaya açılmasına imkân oluşturan önemli bir çıkış kapısı olarak görüyor. 

Saydığımız tüm bu sebepler kronik ihtilaflar olmasına rağmen yıllardır sessiz bir uzlaşı içerisinde yan yana yaşayan bu iki güç ne değişti de yeniden namlunun ucuyla birbirlerine bakmaya başladı, sorusu önemli bir sorudur. 

Evet, neyin değişmeye başladığını bir önceki yazımızda haksöz haber sitesinde 21.04.2020 tarihinde (Soğuk Dağlarda Sıcak Gündem: Zine Werte) başlığıyla sizlerle paylaşmıştım. Özetlemek gerekirse; “2015 yılında çözüm sürecinin akim kalmasından sonra Türkiye yöntem olarak öncekilerden daha farklı olarak güvenlikçi politikalara geri döndü. Takip eden süreçte; kendi içerisinde bir iç ayaklanma teşebbüsü olan hendek operasyonlarından sonra kırsal alanda da PKK’ye yönelik ciddi askeri operasyonlar icra etti. Ayrıca, Suriye’nin Kuzeyinde PYD’nin özerk alanlarına yönelik; Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarını yürüttü. Eş zamanlı olarak Irak’ın Kuzeyine mütemadiyen hava operasyonları düzenledi….

Mart 2018’den itibaren ise Irak’ın kuzeyine yoğunlaşmış. Zaho, Duhok, Amediye ve Bradost bölgelerinde çok sayıda askeri üs oluşturarak PKK’nin manevra alanlarını daraltmış. 40 yılı aşkın süredir maddi ve manevi birçok bedel ödemek durumunda kaldığı terörün kumanda merkezinin Kandil olduğunu herkes biliyor….”

Bahse konu yazıda da ifade etmeye çalıştığım gibi Türkiye’nin Irak’ın kuzeyindeki dağlarda yürüttüğü operasyonlar sebebiyle kamplarda barınma imkanı kalmayan PKK, köy ve nahiye gibi yerleşim yerlerine inerek hem lojistik ihtiyacını karşılıyor hem de sivil insanları kalkan olarak kullanıyor. 

Bu duruma ilişkin rahatsızlığını dile getiren bölge hükümeti ve yöre insanlarını pkk hiçbir şekilde ciddiye almıyor. Dahası, verdiği kayıplardan Türkiye’ye istihbarat sağladığı gerekçesiyle peşmergeyi sorumlu tutuyor.

Halihazırda gelinen noktada PKK’nin hem içeride hem de dışarıda belki de hiçbir dönemde yaşamadığı şekilde bir sıkışıklık yaşadığını söylemek abartı değildir. Bunun birçok sebebi var:

  1. Türkiye eskiden olduğu gibi bölgede lokal operasyonlar yürütmüyor. Siha’ların da kullanılmasıyla Zaho’dan Süleymaniye’ye kadar, bölgenin dağlık yapısının da sağladığı avantajla kamp olarak kullandığı Zap, Haftanin, Avaşin, Basyan, Gare, Hakurk ve Kandil gibi kampların tümüne yönelik sonuç alıcı oprasyonlar düzenleniyor. Devamlılığını ve kalıcılığını sağlamak için 20 civarında askeri üs oluşturulmuş.

  2. Suriye ve İran gibi bölgesel güçler onu himaye etmiyor. Yıllarca Suriye tarafından barındırılarak himaye edilen PKK, özellikle Suriye’nin kuzeyinde PYD üzerinden ABD’yle oluşturduğu ittifak sebebiyle ilişkileri gergin. Aynı şekilde Gerek kendi iç sorunları gerekse ABD’yle kurduğu karanlık bağlantılar sebebiyle İran’dan da eskisi gibi yüz bulmuyor. Türkiye’nin yürüttüğü bu operasyonlar boyunca İran devleti Kandil’in karşı taraflarına pasdarları ve topçu birliklerini yerleştirerek olası sızmaları önlemeye çalışıyor.

  3. Bölgesel Kürt hükümeti ve Irak hükümeti PKK’nin bölgeyi terk etmesi için kararlı mesajlar veriyor. Yakın geçmişte PKK ve Haşd-i şa’bi dahil tüm yabancı unsurların Sincar bölgesini terk etmesi için ortak mütabakat imzaladılar. 

  4. Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin tüm itirazlarına rağmen PYD’ye her türlü desteği vermekten çekinmeyen ABD ve Fransa gibi bazı devletler “PYD’nin PKK’den ayrı olduğu, PKK’nin kendileri tarafından da terör örgütü olarak kabul edildiği” tezini işliyorlar. Bu ayrım bilmecburiye onları PKK’yi denklem dışında tutmaya zorluyor.

  5. PKK’yle bağlantısını tümüyle koparması için HDP üzerinde ciddi bir siyasi baskı var. Ayrıca, HDP’nin elindeki belediyelere kayyum atanmasıyla PKK’ye her türlü lojistik destek sağlanmasının önüne geçilmiş. 

Tüm bu gelişmeler Ortadoğu gibi zor bir coğrafyada 40 yılı aşkın süredir silahlı bir mücadele yürüten PKK gibi dirençli bir hareketi tümüyle bitirmese bile küçülteceğine ve eylem yapma kapasitesini büyük oranda sınırlayacağını öngörmek mümkün. Ayrıca, Suriye sahasında ortak bir hükümet kurma çabası yürüten PYD ve ENKS (dolayısıyla PKK ve KDP) Irak sahasında karşılıklı tutum almışlarken ABD ve Fransa’nın tüm destek ve ısrarına rağmen başarılı olabilecekler mi?

Bu da bir sonraki yazının konusu olsun.

İyilikle kalın…