PKK-HDP, Siyaseti Beceremiyor!

Etyen Mahçupyan bugünkü yazısında Kobani provokasyonu bağlamında PKK-HDP'nin akıl ve basiretten uzak söylem ve eylemlerine dikkat çekiyor.

HAKSÖZ-HABER

Etyen Mahçupyan, 40 insanın ölümüne yol açan ve yakıp-yıkmalı provokasyonların Öcalan'ın İmralı'ya ziyarete gelen kardeşiyle verdiğini hatırlatıyor. Hem Kandil'de üstlenen PKK liderlerinin hem de HDP Başkanı Demirtaş'ın beyanlarıyla Çözüm Süreci'ne yönelik şantaj ve tehditlerinin yoğunlaşmasıyla siyaset ve toplumu bekleyen risklere dikkat çekiyor. Kobani Serhildanı olarak isimlendirilen son sürecin Kürt ulusalcıları tarafından stratejik bir karar olduğunu ve bu sebeple de ortaya çıkacak siyasi fatura ve bedelin bizzat PKK-HDP tarafından ödeneceğini öngören Mahçupyan'ın bugünkü makalesini dikkatlerinize sunuyoruz.

***

Akılsızlık ve hayal kırıklığı
Etyen Mahçupyan / Akşam Gazetesi

Demirtaş’ın sokağa çıkma çağrısı yapmasının öncesinde farklı bir atmosferin yapı taşları döşenmekteydi. Tezkere öncesinde İmralı ile Ankara arasındaki görüşme trafiği artmış, hükümet çözüm süreci ile ilgili yasayı çıkartmış ve Öcalan’ın açık desteğini almıştı. Tezkere hükümetin Suriye ve Irak’a müdahalesine izin verdiği ölçüde, AKP’yi Kobani’yi de kapsayan bir sorumluluk altına sokmaktaydı. Ne var ki Öcalan, güvenilmezliğini vurgulayanları haklı çıkartan bir şekilde kardeşinin ağzından tehdit ve şantaj mesajı verdi. Aralanan kapıdan Kandil’in girmesi ve HDP üzerine kurulan baskının sonuç vermesi gecikmedi. Demirtaş malum çağrıyı yaptı ve iki gün içinde kırka yakın insan öldü. 

Bu virajın Kobanili Kürtler için alındığını söylemek zor… Bu kentin çevresiyle birlikte nüfusu kabaca yüz binken, bugün Rojava’dan gelen Kürt mültecilerin sayısı neredeyse iki yüz bin. Yani Kobani’de savaşmak üzere kalanlar dışında kimse yok. Mesele o toprağın elde tutulması, orada belirli bir siyasi hakimiyetin kurulması… Diğer taraftan Türkiye’nin ortak müdahale teklifine Batıdan destek gelmediği gibi, PKK/PYD de Türkiye’nin bölgeye girmesini istememekte. İstenen şey Türkiye’nin silah yardımı yap(tır)ması ve bunun risklerini tek başına üstlenmesi. Yani Suriye ile savaşa girilmesi, IŞİD’le tek başına mücadele edilmek zorunda kalınması ve çatışmanın Reyhanlı patlamasını hatırlatan olaylarla Türkiye içine taşınması. Bu teklifin yapılabilmesini mümkün kılan bir psikoloji olduğunu biliyoruz. Ama Kürt siyasi hareketi sadece psikoloji üzerinden mazur görülecek bir noktada değil. İsyana davet hamlesinin stratejik bir tercih olduğunu kabul etmek durumundayız. Dolayısıyla bunun siyasi bedelini de PKK ödeyecek…

Söz konusu bedelin üç veçhesi var. Birincisi bizzat kendi tabanındaki sıkışma, daralma ve militanlaşmadır. Yaşanan olayların herhalde PKK’nın Kürtler nezdindeki prestijini veya desteğini artırdığını hayal eden yoktur. Kürt siyasi hareketinin sadece şiddete meyletme kolaycılığına kapılması nedeniyle değil, Rojava dahil olmak üzere siyaseti yürütebilecek öngörü, akıl ve basirete sahip olmadığı kanaatini yarattığı için… Kendi militan çekirdeğine mahkûm olan hareketin Türkiye bir yana, Kürtlere bile hitap etme imkânı kalmaz. Dahası karşısında başka militan kadrolar bulur ve nitekim bugün olaylar Kürtlerin iç savaşını tahrik ediyor. 

İkinci olgu Kürt siyasi hareketinin bunca yıldan sonra nihayet Türkiye’ye sunabildiği ‘gülümseyen yüzünü’ kendi elleriyle yok etmesidir. Bu ‘açılımın’ sembolik taşıyıcısı Demirtaş’tı… Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde Kürt kimliğine kategorik karşıtlık içinde olan kesimlerin bile sempatisini kazandı, sağduyunun ve olgunluğun mütevazı bir temsilcisi oldu, barış ve çözüm taraftarlarını kimliksel ayrışmanın ötesine taşıdı. Kandil bu Türkiyelilik potansiyelini boğdu. Demirtaş’ın muhalefetine rağmen süresiz direniş çağrısını ona yaptırdıktan iki gün sonra, aynı kişiyi günah çıkartma koltuğuna oturttu. Son dönemin en parlak genç siyasetçisi bizzat kendi partisince itibarsızlaştırıldı. Bundan böyle ‘Türkiyelilik’ iddiası uzunca bir süre için sadece mizahi bir iddia olacaktır… 

Üçüncü veçhe birçokları için belki de Kürt siyaseti açısından daha dramatik bir sonuca işaret ediyor. Barış ve çözüm arasındaki mesafenin açılmasına ve her birinin muhatabının farklılaşmasına tanık olacağız. Barış süreci hızlanacak ve hükümet doğrudan Kürt toplumunu muhatap alacak. Hakların verilmesi, hukuki zeminin oluşturulması, katılımcılığın artırılması ve bir dizi ‘sembolik tamirat’ adımı atılacak. Kısacası devlet toplumla barış yapmayı hedefleyecek. Buna karşılık çözüm süreci yavaşlayacak. Müzakere, ademi merkezi yapılanma ve statü gibi konuların masaya gelmesi belirsiz bir süreye ertelenmek zorunda kalacak. Çünkü PKK’nın güvenilir bir muhatap olmadığı konusunda yeniden yaygın bir kanaat oluşmuş durumda. 

Bu noktada Bayık’ın “Tezkere PKK’ya savaş ilanıdır… Silahlı güçlerimizi Türkiye’ye geri gönderdik” açıklaması epeyce ‘anlamlı’. Bu silahlı güçler Kobani’de değil miydi? Yoksa Kobani düşerken onlar Kandil’de yatmakta mıydılar? Yok eğer Kobani’de iseler PKK şimdi orayı IŞİD’e teslim etmeye mi karar verdi? Neresinden bakarsanız dökülen bir beyan… Eğer Bayık Türkiye’de şiddete dönüyoruz demeye getiriyorsa, bunun tek sonucu PKK’nın ‘gerçekten de’ terörist olması, siyaseti beceremediğini Kürtlere itiraf etmesidir. 

Velhasıl yaşanan bu olay son yılların en akılsız, en talihsiz hamlesiydi… Demokratikleşmenin doğal unsuru olarak görülen Kürt siyasi hareketi bugün itibariyle maalesef bir hayal kırıklığıdır.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası