AK Parti, Kürt meselesinin çözümüne ilişkin önemli adımlar atıyor. Nisan 2010'da seçim propagandasının Türkçe dışındaki dillerde yapılmasının önü açılmasından bu yana hükümet kanadı yasal alanda çözüme ilişkin herhangi bir önemli adım atmamıştı. Bilakis hız kesmeyen ve Ak Parti'nin de 'arkaladığı' KCK operasyonları, karşılıklı öfke tonu artarak devam eden siyasal mesajlar, askıya alınmış gibi görünen açılım süreci ve en son Uludere'de kaybedilen 34 canın ardından ümitler iyiden iyiye yok olmaya yüz tutmuştu; ta ki geçtiğimiz günlere kadar.
Önce Ak Parti -bir kısım BDP'linin de ne hikmetse karşı çıktığı- 4+4+4 reformuyla beraber seçmeli Kürtçe derslerinin de müfredata gireceği müjdesini verdi. Ki bu açılım -hangi partiye oy veriyor olursa olsun- Kürtlerin kayda değer bir kısmının dört gözle beklediği bir gelişmeydi. (Bu noktada hükümetin Kürtçe eğitime dair bir siyasal ufka sahip olduğunu ve bu ufuk dahilinde yapacağı reformlara 'alt yapı'yı sağlamak amacıyla Kürdoloji Enstitülerinin kurulduğunu söylemek herhalde yanlış olmaz.)Önce Ak Parti -bir kısım BDP'linin de ne hikmetse karşı çıktığı- 4+4+4 reformuyla beraber seçmeli Kürtçe derslerin de müfredata gireceği müjdesini verdi. Ki bu açılım -hangi partiye oy veriyor olursa olsun- Kürtlerin kayda değer bir kısmının dört gözle beklediği bir gelişmeydi. (Bu noktada hükümet kanadı Kürtçe eğitime dair bir siyasal ufka sahip olduğundan ötürü 'alt yapı'yı sağlamak amacıyla Kürdoloji Enstitülerinin kurulduğunu söylemek yanlış olmaz.)
Ardından geçtiğimiz günlerde, Ak Parti Mardin milletvekili Abdurrahim Akdağ (hani BDP'nin inisiyatif almamakla suçladığı hem Ak Partili hem de Kürt olan vekillerden) çok önemli açıklamalarda bulundu. Vurgulu kısımların bana ait olduğu haberden aynen okuyalım:
"Kürt sorunun çözümüne ilişkin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın talimatıyla bölgede 1 haftadır çalışmalarda bulunan AK Partili 5 milletvekili, aralarında İHD, Memur-Sen, KESK, Mazlum-Der'in de bulunduğu sivil toplum örgütleri, meslek odaları, gazeteciler, toplum önderleriyle görüştü. Heyette yer alan AK Parti Mardin Milletkvekili Abdurrahim Akdağ, düzenlediği basın toplantısında temaslarıyla ilgili açıklamada bulundu.
Hükümetin Kürt sorununa ilişkin yaptığı çalışmaları anlatan Akdağ, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, 'PKK silah bırakırsa operasyonlar durur' demesinin çok önemli bir açıklama olduğunu söyledi. Akdağ şöyle konuştu:
'Şimdiye kadar bazı reform çalışmaları oldu. TRT 6, niversitelerde Kürtçe lisans ve lisansüstü eğitim. Bazı Kürtçe klasik eserler Ahmede Hani'nin Mem-u Zin'i gibi Türkçeye çevrildi. Paradigma değişti. Türkiye'nin her tarafında sorunun çözümüne dair güçlü bir idare var. Sonuca ulaşmak için PKK'nın silah bırakması gerekir. Bazı Kürt liderler bu yönde çağrılar yaptı. Türkiye'nin ulaştığı demokratik olgunluk ortamında silahın gereksizliği ortaya çıkmıştır. Silahın bırakıldığı ortamda hükümet ciddi reformlar yapabilir. Anayasa değişikliği, ceza kanunu, terörle mücadele kanunu. Bunlar Meclis zemininde konuşulan tartışılır, ortak iradeler, ortak akıl ile sonuca bağlanır. Zaten hükümetin bir takım hazırlığı var.
Akdağ, Kürtçe'nin seçmeli ders olarak okutulmasının önünü açıldığını, anayasal vatandaşlığın da yasal güvenceye kavuşturulması gerektiğini söyledi. Akdağ, şöyle devam etti:
'Barış ortamı tesis edilirse bu atmosferde genel af da gündeme gelebilir. Örgüt üst yönetiminden 250- 300 kişi üçüncü ülkelere gidebilir. Diğerleri demokratik ortama katılarak siyasal alanda faaliyet gösterebilir. Bu arada Meclis'te güçlü bir grupla temsil edilen BDP'ye büyük görev düşmektedir. Barış hususunda tarihi misyonunu ifa etmek için çaba harcamalıdır. Zira geçmişte devlet PKK ile savaşmak isteyen bir devletti. Askeri vesayet bu savaş üzerine kurulmuştu. Şimdi devletin ve hükümetin savaşa ihtiyacı yok. Kürtler artık silahı tolere edecek durumda değil. 'Edi Bese' (Yeter artık) diyorlar. PKK'nın durduğu yer bütün Kürtlerin çıkarını riske ediyor. Silahlı mücadelenin pazarlık unsuru olmayacağı bir döneme girdik.
"Kürtlere tanınacak haklar PKK'ye endekslenmemelidir. Güvenlik kararlılıkla tüm vatandaşlar için sağlanırken, özgürlükler ihlal edilmemelidir. Terörle mücadele, siyasetle müzakere BDP'yi kapsamakla birlikte, onun tekeline hapsedilmemelidir. Ana dilde eğitim hakkı tereddütsüz tanınmalıdır. Yeni anayasa özgürlükçü, katılımcı ve herkesin 'benim anayasam' diyeceği normları barındırmalıdır." (Milliyet ve Hürriyet, 16 Mayıs)
Uzunca alıntıladım ki Başbakan'ın talimatıyla bölgeye giden bir vekilin anadilde eğitimden genel affa, Terörle Mücadele Kanunu'ndan anayasal vatandaşlığın etnik kökenden arındırılmasına kadar yaptığı tarihî açıklamalar sarih biçimde görülsün. Lâkin bu açıklamanın yapıldığı gün, belki de saatler sonra ne oldu?
PKK, AK Parti Şırnak Yerel Yönetimler Başkan Yardımcısı Ali Kılınç'ı öldürdü.
Ertesi gün, Şırnaklılar Ali Kılınç'ın katlini protesto etmek için toplandı. Eskiden devletin faili meçhulleri karşısında atılan sloganlar, bu kez PKK'ya karşı atıldı. Kalabalığa seslenen ve adı "Barış" olan Kılınç'ın oğlu şu sözleri sarf etti:
"Sen Şehr-i Nuh'un bu topraklarındaki çileyi en çok çekenlerdendin ve buna rağmen baskı politikalarına boyun eğmeden yolunda dimdik yürüyen sayılı adamlardandın."
Barış'ın babasının ölümüne sebep olan "baskı politikaları"nın öznesinin PKK olduğu açık. Zira PKK, diğer pek çok baskı yönteminin yanı sıra, devletin bırakmış olduğu siyasî suikast geleneğini ısrarla sürdürüyor.
Kılınç'ın öldürülüşünün ardından PKK, AK Parti Kulp İlçe Başkanı Veysel Çelik'i kaçırdı. Çelik'i kurtarma çalışmaları sırsında şu ana dek beş kişi öldü. PKK, geçen sene de Hazro Belediye Başkanı Fetullah Mehmetoğlu'nun oğlunu kaçırmış; partiden istifa ettikten sonra serbest bırakmıştı. Buna kaçırılan kaymakamları, işçileri ve diğer memurları da ekleyince karşınıza nasıl bir tablo çıkıyor?
Devlet, 90'lardaki devletten oldukça uzak bir noktada bugün. Evet, hâlâ eksikleri de yanlışları da çok. Ama yapısal bir değişimin tesis edilmeye çalışıldığı görülüyor. Oysa PKK, 90'lı yıllardan bildiğimiz, sivil-asker, siyasetçi-memur demeden zulmeden aynı PKK. Ve mevcut şartlarda devleti değişimi sürdürmeye zorlamanın imkânı mevcutken, PKK için aynısını söylemek güç.
PKK, 'Arap Baharı'na sırtını dönüp, bir 'Kürt Baharı' estiremeyeceğini er geç anlayacak. Zira tercih ettiği yöntem eskisiyle aynı olsa da farklı bir paradigmayla karşı karşıya olduğunu "Edî bese" diyenler kabul ettirecek.
* * *
Peki ya BDP?
Dün BDP milletvekili Pervin Buldan, kaçırılan Ak Parti'li Veysel Çelik sorulunca şöyle demiş:
'Bölgede evet AKP'nin yöneticilerinin kaçırıldığını biliyoruz. Bu tür şeyler savaş süreçlerinde olabiliyor. Tabii ki isteğimiz sorunun kaçırarak, öldürerek değil müzakere ederek, barışçıl yöntemlerle çözülmesi.'
Kocasını, 90'lı yıllarda devlet-PKK arasında sürdürülen kirli savaş yıllarında faili meçhule kurban vermiş birisinin, o derin yarayı içerden bilen bir kadının her an hayatını kaybedebilecek olan bir siyasetçi için söyleyebildiği bu kadar mı olmalıydı?
"Bu tür şeyler savaş süreçlerinde olabiliyor."
Ucu PKK'ya dokunduğunda "savaşta olur böyle şeyler" diyebilenlerin, savaşın diğer tarafında gördüğü devlete karşı söyleyecek sözü olabilir mi? Olsa bile ne anlamı kalır o sözün?
Siyasetçilerinin haksız yere tutuklanmasından şikâyetçi olan bir siyasî parti vekilinin, siyasetçilerin/ seçilmiş belediye başkanlarının 'rehin alınması' karşısında söyleyecek sözü bu kadarsa, kendi 'rehineleri' için hangi sözün söylenmesini, hangi yüzle beklemektedir?
Buldan, bu açıklamayı yaparken Yargıtay'ın "Sayın Öcalan" hitabının ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi kararına ilişkin soruyu da olumlu yanıtlamış. Yani değişmekte olan bir devlet zihniyetine işaret ederken, kendilerinin örgüte ilişkin zihniyetinlerinde milim kıpırdama olmadığını ilan etmiş.
YENİ ŞAFAK