Türümüzün cinsiyet, sosyal ve tarihsel zeminde nasıl bir değişimden geçtiğini anlayabilmek için şu soru üzerinde yoğunlaşmamız lazım:
İnsanoğlu, Adem'den bu yana binlerce sene -marjinal ve istisnai örnekler hariç- "kadın merkezli ev ve ev merkezli bir beşeri/toplumsal hayat" sürdürürken, ne oldu da şimdi kadın iki ayağıyla evi terk ediyor, ev de modern kentin kenarına itiliyor?
Sosyal olarak kadın ve erkeğin birlikte oluşturduğu aile modeli değişiyor. Tarihsel olarak "eril olan"ın geri çekilip "dişil olan"ın baskın hale geldiği bir sürece giriyoruz. Cinsiyet yönünden erkek erkek, kadın kadın olmaktan çıkıp erkek kadınlaşıyor, kadın erkekleşiyor ve bu cinsiyet dönüşümünden giderek "üçüncü cins" teşekkül ediyor. Önce kadınlar berbere (kuaför) gitmeye, pantolon giymeye, sonra erkekler küpe takmaya ve metroseksüelliğe özenmeye başladı.
Fritjof Capra, her üç bin senede bir vuku bulan radikal bir değişim yaşadığımızı söylüyor ki, bunun üç belirtisi var: Yerine ikame edilemez fosil yataklarının tükenmesi, dişil olan eril olanın önüne geçmesi, köklü bir paradigma değişimi yaşanması.
Capra'nın derin sezgisel ve entelektüel tespitlerine katılabiliriz; ama insanı aşan bir kadercilik, tarihten ve toplumdan kaynaklanan bir cebriyecilik yoktur. (Bunu 23, 30 Nisan ve 2 Mayıs 2011 tarihli yazılarda göstermeye çalıştık.) İnsan, şu veya bu şartlarda Allah'ın onu eşref-i mahlukat makamına çıkaran iradi gücünü kendisi dışındaki etkileyici faktörlere, güç ve durumlara terk edecek olursa, müdahil olmadığı bir değişime maruz kalır. Bir kere bu yönde bir değişim başladı mı, bunun nereye varacağını artık kendisi kestiremez, İlahi yasalar devreye girer. Sıcak ortamda bırakılan bir et parçası kokuşur, kurtlanır, artık o bir önceki halinde değildir. Şimdi erkek kadınlaşıyor, kadın erkekleşiyor. Bu burada durmayacak, bundan başka bir şey çıkacaktır.
Kadın ve erkeği böylesine bir değişime maruz bırakan görünür/yüzeydeki faktör dinden ve ahlaki normların denetiminden arındırılmış küresel kapitalizmin yücelttiği "piyasa"dır. Bunun gerisinde başka faktörler vardır ve asıl o köklere inmek lazım: Eşref-i mahlukat olarak yaratılan insana karşı kurulacak komplolardan biri "fıtratın değişikliğe uğratılacağı" tehdidi idi; şimdi bu oluyor. Ancak gözlemlenebilir zeminde her şey "piyasa" adını verdiğimiz dolaşımda ve evrende cereyan ediyor.
Basit bir örnek verelim: Geleneksel toplumda ne doğum günü, ne yılbaşı, ne sevgililer günü, ne anneler veya babalar günü vardı. Sevgili, yeni yıl, doğum, anne ve baba referanslarıyla icad edilen bugünler şimdi, seküler metafizik argümanlar, yüceltici söylemler desteğinde modern insanın hayatının olmazsa olmaz "kutlama günleri" haline getiriliyor. Hıristiyansanız 'Hz. İsa', pagansanız 'Noel Baba', laikçiyseniz 'sevdiklerinizi hatırlayacağınız gün' referansınızdır. Müslümansanız 'Canım, dinimizde yok, ama ne zararı var!' türünden masum itirazlarla içselleştirirsiniz. Bir süre sonra bugünler zorunlu kutlamalar haline gelir, zaman içinde herkesi içine alan ritüellere ve seremonilere dönüşür, böylece modern gelenekler seviyesine çıkınca baskı unsuruna dönüşürler. Aslında sizi bu günleri kutlamaya teşvik eden 'piyasa'dan başkası değildir. Bu günler kutlandıkça piyasa aygır gibi "gelişir, büyür, üretim ve tüketim hacmi" artar. Zaten piyasa ideolojisinin merkezî kavramı "büyüme" değil mi? Büyüme için de "dizginsiz tüketim" gerekir, tüketim için de türlü-çeşitli vesileler, bahaneler, seküler kutsallıklar, profan metafizik süblimasyonlara ihtiyaç var. Bu günlerde hediye alıp tüketim sürecine, yani seküler ritüellere katılmadığınızda kendinizi eksik, dışlanmış hissedersiniz.
Bu sene "Anneler gününde alışverişlerde rekor kırıldı. Kredi kartları üzerinden 790 milyon, sevgililer gününde 713 milyon liralık harcama yapıldı." (Zaman, 12 Mayıs 2011) Piyasa'nın bunun için modern hurafeler, sahte kutsallıklar, zorunlu kutlamalar icad etmeye ihtiyacı vardır; tıpkı kadını iki ayağıyla evin dışına çıkarıp evi kentin kenarına itmeye ihtiyacı olduğu gibi.
ZAMAN