HAKSÖZ-HABER
M. Fuad Köprülü, 16 Şubat 1928 tarihli yazısında Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde yer alan İran Şahı nezdine firar arzusunun arka planını irdeliyor. Pir Sultan’ın manzumelerinden hareketle Sivas civarında yaşayan Kızılbaş bir Türk zümresi arasında İran şahlarının kuvvetli bir dinî-siyasi propaganda teşkilatına malik olduğunu ortaya koyan Köprülü, Rum ilindeki Alevi Türk zümreleriyle ilgili de Hüdai Efendi’nin tanıklığına başvuruyor.
Yazıyı, Osmanlı Türkçesinden günümüz alfabesine sitemiz için M. Ali Aslan aktardı.
***
Bir Kızılbaş Şairi: Pir Sultan Abdal
M. Fuad Köprülü
Hayat Dergisi / Sayı: 64 / 16 Şubat 1928 / Günümüz Alfabesine Aktaran: M. Ali Aslan
Eski Bektaşi “cönk mecmua”larında “Pir Sultan” veya “Pir Sultan Abdal”ın birçok “nefes”lerine tesadüf olunur. Derviş Ruhullah tarafından neşredilen “Bektaşi Nefesleri”nde[1] Besim Atalay Bey’in “Bektaşilik ve Edebiyatı”nda[2] Pir Sultan Abdal’ın nefesleri mukayyettir. Bu cins mecmualarda, müstensihler bazen mahlasları değiştirdikleri için, aynı manzumenin bir mecmuada başka, diğer mecmuada başka şairlere isnat olunduğu görülür. Bunun diğer bir sebebi de Bektaşiler arasında ağızdan ağza intikal eden bu eserlerin, ekseriyetle ağızdan mecmualara kaydedilmesidir. Ve işte bundan dolayı aynı manzumenin muhtelif mecmualardaki metinleri arasında ekseriyetle büyük farklar vücuda gelir. Mesela Pir Sultan Abdal’ın Derviş Ruhullah’ın eserinde kaydedilen bir şiiri (s. 32) Besim Atalay Bey’in kitabında “Hatayi” namına mukayyettir (s. 64). Kezalik, Besim Atalay Bey, kitabının 110. sahifesinde “Abdal Musa” namına kaydettiği manzumeyi, 120. sahifede “Pir Sultan” namına tekrar kaydetmiştir.
Muahhar devirlerde yazılmış Bektaşi cönklerinde Pir Sultan’ın daha birtakım manzumelerine tesadüf edilmekte olduğu gibi daha eski devirlere ait mecmualarda da ara sıra onun eserlerine rast geliniyor. Kezalik, “Şah Hatayi”ye yani meşhur Şah İsmail’e isnat olunan Hicri 10. asır Kızılbaşlarının adap ve erkânını muhtevi olan “Menakibu’l-Esrar Behçetu’l-Ahrar” adlı eserde “Hatayi, Kul Himmet, Kul Adil, Kul Mazlum” gibi Kızılbaş şairlerinin eserleri arasında Pir Sultan Abdal’ın da üç manzumesi mevcuttur.[3] Mamafih ben, elimdeki nüshanın 11. asırda istinsah edildiğini ve bu manzumelerden bazılarının o sırada asıl eserin metnine ithal ve ilave olunduğunu tahmin etmekteyim. Asıl esere gelince; onun herhalde Şah Tahmasb zamanında yani 10. asırda tertip edildiği sarahaten anlaşılmaktadır.
Pir Sultan’ın bazı eski mecmualarda mukayyet bir manzumesi onun zamanı ve telakkiyeti hakkında bize bir fikir verebilecek mahiyette olduğu için aynen naklediyorum:
-1-
Hızır Paşa bizi berdâr etmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Siyaset günleri gelip yetmeden
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Gönül çıkmak ister Şah’ın köşküne
Can boyanmak ister âli meşkine
Pirim Ali on iki imam aşkına
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Her nereye gitsem yolum dumandır
Bizi böyle kılan ahd-ü emandır
Zincir boynum sıktı halim yamandır
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Yaz seli gibi akar ben çağlarım
Hançer alıp ciğerciğim dağlarım
Garip kaldım şu arada ağlarım
Açılın kapılar Şah’a gidelim
Pir Sultan’ım eydür mürüvvetli Şah’ım
Yaram baş oldu sızlar ciğergâhım
Arşa direk direk olmuştur âhım
Açılın kapılar Şah’a gidelim
-2-
Kul olayım kalem tutan eline
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Şekerler ezeyim şirin diline
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Allah’ı seversen kâtip böyle yaz
Dün ü gün ol Şah’a eylerim niyaz
Umarım yıkılsın şu kanlı Sivas
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Sivas illerinde zilim çalınır
Çamlı beller bölük bölük bölünür
Ben dosttan ayrıldım bağrım delinir
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Münafığın her dediği oluyor
Gül benzimiz sararuben soluyor
Gidi Mervan şaz oluben gülüyor
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Pir Sultan Abdal’ım hey Hızır Paşa
Gör ki neler gelir sağ olan başa
Hasret koydu bizi kavim kardaşa
Kâtip ahvâlimi Şah’a böyle yaz
Aynı hadise ile alakadar olduğu anlaşılan bu iki manzume, Pir Sultan Abdal’ın yaşadığı zamanı ve memleketi anlamak için bize iki ipucu veriyor: Hızır Paşa bizim şairi yahut onun elemlerini terennüm ettiği ve mensup olduğu zümreyi kavm ü kardaşından ayırmıştır. Bu vaka Sivas civarında olmuştur. Binaenaleyh şair Sivas’a “kanlı” sıfatını veriyor ve onun yıkılmasını diliyor. Birinci manzumeden de şairin -veyahut ekseriyetle mutat olduğu veçhile onun namlarına bu manzumeyi yazdığını birtakım insanların- zincirbend olarak mevkuf bulundukları anlaşılıyor. Ve şair, “Açılın kapılar Şah’a gidelim.” nakaratıyla fırsat buldukları takdirde İran Şahı nezdine firar etmek istediklerini gösteriyor.
İkinci manzumede hallerini Şah’a böyle yazmak için kâtibe rica etmeleri de birinci manzumeyi mueyyidar yani şairin veya mensup olduğu zümrenin Acem Şahane mensubiyeti ve Osmanlı idaresinin takibatından kurtulabilmek için onun yanına ilticadan başka ümitleri olmadığını anlatmaktadır. Demek oluyor ki Pir Sultan Abdal, Sivas civarında yaşayan ve İran şahlarına yani Safevi hanedanına dinî rabıtalarla bağlı olan İsna Aşeriye’den Kızılbaş bir Türk zümresine mensuptur.
Hızır Paşa’nın kim olduğunu ve Sivas havalisinde cereyan eden vakanın mahiyetini ve zamanını anlayacak olursak Pir Sultan Abdal’ın hangi devirde yaşadığını tayin edebiliriz. X. ve XI. asırlarda vüzeradan bu namda bazı adamlar biliyoruz. Lakin bunlardan hangisinin Sivas havalisinde böyle bir tedip hareketi icra ettiği hakkında malumatımız yoktur. Kezalik, Kalenderoğlu hadisesinde onun Bursa havalisindeki hareketi payitahtı telaşa düşürdüğü sırada Vezir Hızır Paşa’nın bir tedbir ihtiyatı almak üzere Üsküdar’a azimete memur olduğu malumdur.[4] Acaba yukarıdaki manzumeler bu şayia üzerine mi yazıldı? Bunu pek tahmin etmiyoruz. Herhalde Hızır Paşa, Sivas civarında bir tenkil hareketi yapmış olmalıdır. Bu da daha ziyade XI. asrın başlangıç senelerinde olabilir. Bu devirlere ait tarihî membaların tetkikiyle bu hadisenin zamanını daha sarih olarak tayin mümkün olur. Meşhur sufi Mahmud Hüdâi Efendi’nin I. Sultan Ahmed’e Dobruca-Zağra havalisindeki Kızılbaşların tethirini tavsiye için yazdığı mektupta bunların ahvâlini bildiği tasrih edilen Hızır Paşa -ki yukarıda bahsettiğimiz Hızır Paşa’dır- herhalde Pir Abdal Sultan’ın bahsettiği Hızır Paşa olmalıdır.[5]
Bu manzumelerin asıl ehemmiyeti X. ve XI. asırlarda Anadolu’da Kızılbaş dediğimiz Türk Alevi zümreleri arasında İran şahlarının kuvvetli bir dinî-siyasi propaganda teşkilatına malik olduklarını göstermesindedir. İran şahlarının bu propagandası Şah İsmail’den itibaren yalnız Anadolu’da değil, Rum ilindeki Alevi Türk zümreleri arasında da mevcuttu. Bu hususta Hüdâi Efendi’nin mektubu pek manidardır.[6] Hüdâi Efendi, bu zümrelerin Safevi hükümdarlarıyla revabıtını, hatta Kızılbaş seferlerinde bu zümrelere mensup sipahilerin kendi hem-mezhepleriyle harp etmemek için tımardan feragat ettiklerini sarahaten söylemektedir. Kezalik, 1018’de İstanbul’da bu gibi şüpheli zümrelerin teftiş ahvâline memur edilen Haşimi Efendi’nin II. Osman’a verdiği raporda da bunların Şah Abbas’ı mürşit tanıdıkları, hatta Safevi hükümdarına maddeten de yardımda bulundukları belirtilmiştir.[7]
İşte Pir Abdal Sultan, bu zümrelerin pek mühim bir şairidir. Eserleri Kızılbaşlar ve Bektaşiler yani bütün Alevi zümreleri arasında asırlardan beri yaşamıştır. Onun Besim Atalay Bey tarafından neşrolunan diğer bir manzumesi de [Bektaşilik ve Edebiyatı, s. 100] “alay alay gelen gazilerin yani Safevi ordularının, imamlarının öcünü almaları lazım geldiğinden; yeryüzünü kırmızı taçların -yani kızıl külahlı Safevi Türkmenlerinin- doldurması lüzumundan; İstanbul’da Safevi hükümdarının sinni sultanın yani Osmanlı padişahının yerine geçip tac-ı devletle hükümran olmasından” âteşin bir propagandacı lisanıyla bahsetmektedir.
İşte Pir Sultan ve onun neşrettiğimiz manzumeleri bu nokta-i nazardan Anadolu’nun yalnız edebî tarihi değil, siyasi ve dinî tarihi itibariyle de fevkalade mühimdir. Türkiye’deki Alevi zümreleri arasında bu manzumeler sazlarla uzun asırlar çalınmış, memleketin manevi ve milli vahdetini bozmak hususunda şiddetle amil olmuştur.
----
* Köprülüzade Mehmed Fuad, İstanbul Darülfünun’da “Türk Edebiyatı Tarihi” müderrisi.
[1] Kitabhâne-i Sûdi, 1340, s. 7, 25, 28, 33, 39, 63, 68, 69, 79.
[2] İstanbul, Matbaa-i Âmire, 1340, s. 16, 62, 63, 82, 96, 99, 102, 103, 105, 106, 110, 120.
[3] Hususi kütüphanemizdeki yegâne yazma.
[4] 1016’da, Naima, C. 2, s. 23.
[5] Terceme-i hali: Sicil Osmani, C. 2, s. 279.
[6] Mahmud Şerifeddin Bey’in “Şeyh Bedreddin” adlı eserine müracaat, s. 73-74.
[7] Danon’un Jurnal-ı Azyatin’de neşrettiği metne müracaat, 1921, Nisan-Haziran, s. 290-293.