Elinde pimi çekilmiş bombayla ölümü bekleyen bir insan. Hayatı parmak kaslarının dayanma gücüyle sınırlı bir ölüm mahkûmu...
Biz bu sahneyi filmlerde çok seyrettik.
Ama karakterler bambaşkaydı.
Ya eline pimi çekilmiş el bombası verilen kişi filmin kahramanı olurdu; onu öylece bırakıp giden de gözü dönmüş bir katil... Bu durumda bilirdik ki mutlaka bir mucize olacak ve o bomba patlamayacak, kahramanımız kurtulacak.
Ender olarak da, adalete güvenini hepten kaybetmiş kahramanımız, filmin başından beri ortalığı kan gölüne çevirmiş baş caniyi nihayet köşeye sıkıştırdığında yargısız infazına karar verir ve eline bombayı tutuşturup sakin adımlarla uzaklaşırdı. Ama finalin böyle olması için, senaristin biz seyircileri film boyunca kötü adamın insanlığın bir defosu olduğuna ve yok edilmesinin herkes için hayırlı olacağına iyice inandırmış olması gerekirdi. Bu durumda bile, yönetmen -olur ya, acıma duygularımız ağır basar ve kahramanı suçlarız diye- kötü adamın ölümünü bize yakın plan izletmez; sadece uzak plandan çekişmiş bir patlamayla verirdi.
Şimdi öğreniyoruz ki gerçek hayat film senaryolarından çok daha vahşi, çok daha acımasız olabiliyormuş.
Pimi çeken ve bombayı tutan aynı taraftan olabiliyormuş...
Bir komutan, hayatı kendisine emanet edilmiş askerinin eline pimi çekilmiş bomba verip arkasına bakmadan sakin adımlarla uzaklaşabiliyormuş...
Gerçek hayatta filmlerdeki gibi mucizeler olmadığından, iyi kahramanın parmakları ölüme karşı ancak 45 dakika direnebilmiş ve sonra, boom!
Sonuç: Dört "şehit..."
X x x
Ne de güzel adlar buluyorlar!
"Eğitim zayiatı" diyorlar; "görev kazası" diyorlar.
Bu vahşetin adı da "fırsat eğitimi"ymiş; tutuklu teğmen öyle demiş.
Nevzat Tarhan'ın iddiasına göre, bu teğmen harp okullarında verilen "karizmatik liderlik" anlayışının kurbanıymış. Karizmatik liderlik eğitiminin amacı subay adaylarına "yüksek özgüven, risk alma, kendini dava için feda etme, baskın olma ihtiyacı, yüksek ikna ve etkileme gücü, vatanseverlik davası için yüksek maliyete katlanma ve sadakatin yüceltilmesi" gibi nitelikler kazandırılmasıymış. (Küçük bir fark: Olayımızdaki teğmen kendini değil, koruması altındaki askerlerini feda ediyor "dava"ya.) Ne var ki, son yıllarda "karizmatik liderlik" anlayışının sakıncaları ortaya çıktığı için bu eğitim terk edilmiş ve "bilimsel liderlik" eğitimine geçilmiş.
Ve anlaşılan bizim teğmen "bilimsel liderlik" eğitimini devre farkıyla kaçırdığı için filmlerdeki kötü kahramanları bile şaşırtacak kadar zalimleşebilmiş.
X X X
Doğrusunu isterseniz benim olayla ilgili çok daha basit ve sade açıklamalarım var: Bu teğmeni bu kadar zalim ve bu kadar fütursuz yapan şey yaptıklarının hesabını vermeyeceğine duyduğu güvendir.
Evet, sonuçta bu da bir "eğitim" sonucudur. Ama formel bir eğitimin değil, ordu içinde bulunduğu yıllarda gözlemlerine ve deneyimlerine dayanarak edindiği eğitimin sonucudur. Bu eğitimin ders notları yoktur; hocası yoktur. Ama olayımızdaki teğmen daha harp okuluna ayağını attığı andan itibaren öğrenmeye başlamıştır ki, kendisi Türk toplumu içinde imtiyazlı bir yere sahiptir. Özeldir, dokunulmazdır, eleştirilmezdir, hesap sorulamazdır. Daha sonraki görev yıllarında tanık olduğu nice olay; Şemdinli'deki suçluların yargıdan kaçırılışı, Dağlıca'da, Aktütün'de komutanlarının takındığı tutum; bulunan LAW silahlarıyla ilgili inkârlar; askerler
ordunun kendi döşediği mayınlarda patladığı zaman yapılan "PKK yaptı" açıklamaları; bütün bunlar onda hayatı boyunca topluma karşı "ordunun koruyucu kanatları altında" olacağı; hatalarının örtbas edileceği, "kol kırılır yen içinde kalır" geleneğine sonuna kadar güvenebileceği inancını yaratmıştır.
İşte onu bu kadar zalim ve bu kadar fütursuz kılan "eğitim" budur.
Hayat ona -ve bütün diğer teğmenlere- bunun aksi bir eğitimi vermedikçe de, filmlerde bile rastlamadığımız türden tüyler ürpertici suçlar işlenmeye devam edecektir.
BUGÜN