Modernlik toptancıdır. Modern dünya görüşleri çok katmanlı, eğimli bükümlü ve çoğu kez alabildiğine karmaşık insanlık durumlarının üzerinden zımpara gibi geçmeye, onları alabildiğine düzleştirmeye çalışır.
Bu işlemi gerçekleştiren araçlar "teori" olarak adlandırılır ve özel bir kutsama işleminden geçirilir. Teori bir soyutlamadır ve her soyutlama gibi pek çok somutluğu ıskalamakla varolabilir ancak. Teorinin tarihi ıskalamaları nispetinde şişer. Bu şişmeler teorinin ve onu yeniden üreten teorisyenin ontolojisi haline gelir. Özel bir jargona dönüşür ve kendi içine kapanır. Bir noktadan sonra teorinin hayattaki karşılıklarını bulmakta zorlanırız. Teori-pratik kopukluğu olarak tanıdığımız durumlardır bunlar. Hayat, kitaba sığmamaya başlar. Kitap(teori) hayattan uzaklaşmaya başlayınca iki şeyden birisini yapmak zorunda kalırız: Ya, teori çöpe atılır, ya da hayat kitaba uydurulmaya çalışılır. İlki; "iyi ama bunca çaba neye yaradı?" dedirtir. İkinci yol daha tehlikelidir. Teorinin pre-totaliterliği, modernliğin başka araçlarını seferber etmek suretiyle açık bir totaliterliğe dönüşür.
Teori kavramı önce üstünkörü bir tercümeyle "nazariyat", daha sonra da "kuram" kavramıyla karşılanmaya çalışılmıştır. İkincisi sonradan oluşturulan bir kavram olduğu için üzerinde durmayacağım. Ama "nazariyat" kavramı hiçbir surette "teori"nin karşılığı olmasa gerekir. Nazariyat kavramı bakış (view) ile daha uyuşumlu gözüküyor. Bu kötü eşleştirmenin kaçınılmaz sonucu olarak nazariyat geleneklerimizi de kaybetmiş ve onu teorinin semantiğine boğdukça, nazariyat da anlamını kaybetmiştir.
Düşünüşümüz, meseleleri birbiriyle ilişkilendirmeyi esas alsa kopukluk sorunumuz da hafifler. Oysa teori "önce kur, yani bütünlüğü zihninde inşa et, sonra bak" diyor. Teorinin trajedisi belli bir işbağ noktasına geldiğinde ondan kaçış başladı. Postmodern külliyat, bu kaçışın çok sayıda örneği ile doludur. Büyük anlatı aleyhtarlığı söz konusu külliyatın kısm-ı azamında izlenebilir. Her neyse; bu yazının asıl amacı bilim felsefesi ya da metot sorunlarımızı dile getirmek değil. Üzerinde durmak istediğim husus işin siyasal veçhesi ile alakalı. Mesele basit olarak epistemolojik değildir. Öyle olsa meseleler bu kadar büyümez, entelektüel mahfillerle sınırlı kalırdı. Ama mesele bu bakışın siyasallaşmasıyla ağırlaştı.
Gerçeklik ideolojinin kalıplarını aştı çünkü Modernlik siyaseti büyük düşündü. Modern siyasal kurgular ya da metinler büyük harflerle kaleme alındı ve büyük harfli iddialar olarak tezahür etti. Mesela 19. yüzyılda, entelektüeller, entelijensiyalar, ideologlar aracılığıyla Homo Sapiens en kesif mesaisini ortaya koydu. Bu toptancı teorik tutku öyle bir noktaya vardı ki, artık "kitap" (bunu modernliğin siyasal metinleri olarak da okuyabiliriz) "hayat"tan daha hakiki olarak görülmeye başladı. Bunu biraz da ironik mahiyetiyle şöyle de tasvir edebiliriz: Kitabın hakikati, hayatın hakikatinden daha hakiki bir hakikat olarak muamele görmeye başladı. Oysa hayat kitaba uygunluk göstermiyor. Ya da hayat kitabı aşıyor. Bu çıplak hakikatin sağlamasını özellikle II. Dünya Savaşı sonrası ideolojilerin aşınmaya ve inandırıcılığını kaybetmeye başlamasını değerlendirerek yapabiliriz. Zaman içinde bu "büyük harfli okumaların" anlamsızlığı anlaşıldı. Belki de devrimcilik karşısında muhafazakârlığın (o da kaçınılmaz olarak büyük harfli okumalardan nasibini almıştır) eleştirilerinde haklı olduğu az sayıdaki noktalardan birisi de budur.
Neden böyle oldu? Bir kere kitabı hayatın önüne koyarsanız yeni bir insan tanımlıyor- yeni bir ideal tip üretiyorsunuz demektir. Bu insan zihniyeti ve karakteriyle aktüel insandan çok farklı olacaktır. Böyle bir insanı oluşturmanız gerekir. Eğer bu işe girişirseniz, müdahaleler kaçınılmaz olacaktır. Bu müdahaleler kısa ve orta vadede ağır fedakârlıklar gerektirir. Bugün ertelenir ve bütün yatırımlar geleceğe taşınır. Oysa büyük kalabalıklar her zaman pagandır. Paganlık karşılık ister. Soyutlamalardan değil, somutluktan yanadır.(Bu yüzden tanrılarını bile somutlaştırır.) Pagan topluluklara karşılıksız bir yarın ya da gelecek soyutlaması kazandırmak ancak metafizik ve fizik arasında derin bağları ortaya koyan semavi din anlayışı ile mümkün olabilmiştir. Oysa modernlik bu tarafıyla noksandır ve sadece bu dünyayı hedeflediği içindir ki inandırıcı olabilmesi bir noktadan sonra zaafa uğramıştır. Aslında ve son tahlilde ideolojilerin tümü kaybetti. İdeolojiler arası çatışmalarda kazanılan zaferler ise dönemsel kaldı. Devrimciler, yani modernliğin bu dünyadaki gelecek tasarımını mühendisleştirenler, göreli olarak kendisini dinselleştiren diğer ideolojiler-mesela milliyetçilikler karşısında hep kaybetti. Mesela İspanya'da Franco devrimcileri yenilgiye uğrattı. Bunun sebebi Falanjizmin cumhuriyetçiler karşısında, bir tür tarihsel panteizmi öne sürmek suretiyle daha telafi edici bir ideoloji öne sürmesi ve İspanyol pagan çoğunluğu daha fazla etkilemesiyle alakalıdır. Ama Franco öldükten sonra hakim İspanyol paganizmi kendi ayarlarını kısa sürede yaptı. Bu ayarlama dünyevi karşılıkların metafizik ile ilişkilendirmesini sağlayan aktüalist bir bağ üzerinden gerçekleşti. Bu dengenin bir ayağında turizm ve başta futbol olmak üzere bilcümle popüler kültür desteği, diğer yanda ise kilise yer alır. Aynı durum Portekiz için de geçerlidir. Yani Salazar'ın "Üç F" formülü (futbol, fiesta ve fado), Salazar döneminde değil, Salazar sonrası dönem için geçerlidir.
KAPİTALİZM ÖNCE FİZİK-METAFİZİK İLİŞKİSİNİ BUDADI
Pagan çoğunluğun tatmin çizgisi Keynesyen dünyada ağırlıklı olarak zaten başarılmıştır. Keynes'in ekonomi politikaları, yeniden bölüşüm üzerinden refahı aşağıya yaydı ve pagan kitleleri müşterileştirerek sisteme kattı. Böylece kültürel sermayesini yaygın yoksulluktan devşiren siyasal devrimciliği mahkum etti. Yeniden-bölüşüm büyük kitleleri sadece pasifize etmedi; aynı zamanda aktüelleştirdi de. II.Genel Savaş sonrası siyasete dönük rutinleşmiş ilgiyi ancak böyle bir aktüalizm açıklayabilir.
Bu kavrayışı etkinleştiren süreçler kapitalist dünyanın yeni dinamiklerinin baskısıyla daha da belirginleşti. Özellikle yeni kapitalizm, eskisiyle mukayese edilemeyecek derecede; üstelik gün be gün ölçeklerini, imkânlarını, fırsatlarını artıran bir dinamizm içinde ortaya çıkıyor. Eski kapitalizm toptancıydı. Yeni kapitalizm ise alabildiğine perakendeci bir görünüm sergiliyor. Kitle kültürünün standartlaştırıcı etkisiyle toptancı bir müşteri stratejisi izleyen eski kapitalizmin yerini çeşitliliği ve farklılığı kutsayan popüler kültür destekli yeni bir kapitalist akıl alıyor. Bu toptancılığı da çözüyor. Keynes'in başlattığı, pagan kitleleri müşterileştirme sürecini estetize ediyor. Bu estetizasyon da, olgunlaşmış bir insanlık idealini çürütüyor ve çocuklaştırılmış neo-pagan kitlelere sanal bir özgürleşim tecrübesi yaşatıyor. İdeallerin yerini sürekli tatmin arayan bir fantazmagorik kültür iklimi alıyor. Bu iklimde nesneleştirilmemiş, somutlaştırılmamış hiçbir şey kalmamıştır. Metafizik ile fizikî ihtiyaçlar dünyası tarihte emsali görülmemiş derecede eklemlenmiş bir durumdadır. Alınıp satılmayan ve bu alışveriş dünyasında somutluğa kavuşmamış ne kaldı acaba diye sormak gerekmiyor mu? Bu, paganlığın yeniden üretiminden başka bir şey değil.
Hasılı; kapitalist modernlik, fizik ve metafizik ilişkisini budadı (vahşi kapitalizm). Bu insanlığa siyasal bir etkinlik duygusu yaşattı. Ama ikinci aşamada kitlesel müşterileştirmeyle durum telafi edildi (yeniden bölüşümcü kapitalizm). Nihayet üçüncü aşamada (tüketim kapitalizmi) telafi edilen durum derinleştirildi.
Günümüzde siyaset elbette büyük hikâyeler anlatmayacaktır. Küçük, ikna edici ve somut hikayelerle sahneye çıkacaktır. Toptancılık sona ermiş, perakendecilik başlamıştır. Estetize edilmiş kimlik savaşları bunun fonksiyonudur. Siyasete kültürü baskılayan da budur. Yerleşikleşen paganlığın siyasetteki tezahüründen zaten başka ne beklenebilir ki? Bu sadece siyasetin toptancılığını ortadan kaldırmıyor. Aynı zamanda siyasetin kurumsal dünyasını da paganlaştırma tehlikesini doğuruyor. Esas tehlike de budur. Unutmayalım pagan ayinler, yakıcılığı ve yıkıcılığı en son kerteye taşımasıyla bilinir. Belki masum başlar, ama taşkınlaşması kaçınılmazdır.
ZAMAN