Pembe İncili Kaftan

Yabancı dostlarımın Tayyip Erdoğan ve siyaset arkadaşlarını anlamakta zorlandıkları her durumda anlattığım bir gerçek var: Bugünün muhafazakâr politikacıları yalnızca dinî kaynaklardan beslenmiş değller; eş zamanlı olarak başvurulan başka kaynakları da bulunuyor. Ömer Seyfettin'in hikâyeleri gibi...

Üşenmedim, baktım, konuyu o zamanlar katkıda bulunduğum İngilizce gazete için de yazmışım. Ermeni karar tasarısının Türkiye'nin itirazlarına rağmen Kongre'den çıkartılacağına dair rivayetlerin en güçlü olduğu günlerde... Birileri, “Türkiye tasarıyı yasalaştırsa bile Amerika'ya kafa tutamaz” deyince, “O kadar da hafife almayın, tepki beklemediğiniz büyüklükte olabilir” anlamına gelecek bir uyarı şeklinde...

Bugüne kadar binlerce hikâye ve roman okumuşumdur, göz atma fırsatı verilmezse pek azının ayrıntılarını hatırlarım. Koca Ali'nin esas kahramanı olduğu 'Diyet' öyküsünü sorun bakalım, nasıl en ince ayrıntısına kadar hatırlıyorum. Eminim, çoğunuz için de durum aynıdır.

'Pembe İncili Kaftan' öyküsüne ne dersiniz? Hayatı boyunca resmi görevlerden uzak kalmış Muhsin Çelebi'nin devrin padişahı tarafından İran'a gönderilmesine dairdir hikâye... Şah İsmail konuklarına ters davranan küstah bir yöneticidir, hele İstanbul'dan geliyorlarsa... Buna rağmen kendisine bir mesaj iletilmesi gerekince, Padişah, bu iş için Muhsin Çelebi'yi uygun görür...

Nice çabadan sonra görevi üstlenen Muhsin Çelebi pahası tahmin edilemeyen pembe incilerle süslü bir kaftan yaptırır. Bedeli karşılığı neyi var, neyi yoksa ipotek ederek... Şah'ın huzuruna vardığında ters muamele de başlar; Muhsin Çelebi'ye oturacak yer göstermez Şah İsmail... Bunun üzerine sırtındaki pembe incileri göz kamaştıran kaftanı çıkarıp üstüne oturur Muhsin Çelebi... Görüşme bitince de, yere serdiği kaftanı bırakıp ardına bakmadan ayrılır. Arkasından, “Kaftanı unuttunuz” diye seslenenlere de, “Bir Türk üzerine oturduğu kaftanı bir daha sırtına almaz” cevabını verir...

İstanbul'a döndüğünde kaftanın bedeli olarak her şeyine el konulduğu için, hayatının sonuna kadar pazarcılık edecektir Muhsin Çelebi...

Bu hikâyeyi yazdığım İngilizce yazıyı okuduğunu aylar sonra karşılaştığımızda anlatan bir yabancı gazeteci, “Bazı olayları şimdi daha iyi anlıyorum” demişti bana...

Aynı muhabir, Davos'ta izlediği olayı anlamakta hiç zorlanmamıştır sanırım...

Peki de, 'Pembe İncili Kaftan' hikâyesinden haberdar, dolayısıyla 'Türk karakteri' konusunda bilgi sahibi yabancılara, Davos'taki restleşmenin ardından bazı yorumcuların teslimiyetçi tavırlarını, gazetelerde köşe başlarını tutan meslektaşların “Yandık, bittik, öldük” anlamı çıkan yorumlarını nasıl anlatacağız? Ömer Seyfettin'de onları yansıtan bir tip de var mıydı?

Vardır: Efruz Bey...

Efruz Bey cahil, ama cahil olduğu kadar da bilgiçlik taslayan biridir... Bilmediği yokmuş gibi her konuda yorum yapmaktan, kalem oynatmaktan çekinmez. Küstahtır da... Kendisi dışındakilere acımasız davranır... Ahmet olan ismini fazla doğulu bulduğu için daha etkili olsun diye Efruz haline getirecek kadar dışarıya -özellikle de Batı'ya- sürekli bakan bir tip...

Tek fark, kişilik bunlaımı had safhaya çıktığı için romanın sonunda iyice üşüten Efruz Bey'i akıl hastanesine kapatırlar; bugünün Efruz Bey'leri ise..

Dostlarım arasında Davos'ta çekilen resti 'vicdan' ile irtibatlayanlar çok; gerçekten de Tayyip Erdoğan orada dünyanın kaybetmeye yüz tuttuğu sanılan vicdanına seslendi; ABD'nin yeni başkanı Barack Obama'nın ve küreselleşme sürecini başlatıp sürdürenlerin vicdanına da... Bunların vicdanları olup olmadığını yakında anlarız...

İyi de, olayın 'vicdan' ile bir ilişkisi varsa, Davos'ta çekilen reste bir medya grubunda çalışanların neredeyse tek bir cephe halinde ters tepki vermelerini neyle açıklayabiliriz? Ben eminim, gazete ve televizyonların sahibi olan Doğan Ailesi'nin fertleri bizler gibi etkilenmiştir o olaydan...

Aydın Doğan'ın, eşinin, kızlarının, damatlarının ekranlarda izledikleri Gazze görüntülerinden etkilenmemeleri mümkün mü? Etkilenmişler ve Davos'ta her şeyden Filistinlileri ve Türkiye'yi suçlayan, bunu da sesini yükseltip yüzünü çirkinleştirerek yapan Şimon Peres'i de tasvip etmemişlerdir. Tayyip Erdoğan'ın tavrı, onları da, bizler gibi müthiş heyecanlandırmıştır...

Ertesi gün başyazarından son yazarına maaşını ödediği bütün kalemlerin kendisinden -dolayısıyla bizden de- farklı düşündüklerini görünce herhalde o da rahatsız olmuştur.

Yoksa olmamış mıdır?

Şu sıralarda yalnız ben değil karşılaştığım yerli-yabancı bütün tanıdıklarım da bunu merak ediyor. Belki merakımızın giderecek bir tavır sergiler Aydın Bey; sergilemeli...

YENİ ŞAFAK