5 Ocak akşamı, gece karanlığında, başta Almanya’nın başkenti Berlin olmak üzere Köln, Münster gibi önemli şehirlerde, üzerinde derinlemesine düşünülmesi gereken büyük ve önemli gösteriler gerçekleşti.
Köln’deki gösterilere, sıfır derece soğuğa rağmen katılan onbinlerin arasında bu satırların sahibi de bulundu.
Bu gösteriler, PEGIDA isimli ve son aylarda ortaya çıkıveren bir acaib örgütün hattâ en ilgisiz yerlerde yapmaya başladığı ve toplumu giderek ve en ilgisiz olduğu sanılan yerlerde bile tahrik etmeye yönelik gösterileri protesto niteliği taşıması açısından daha bir ilginçti.
Çünkü ‘pegida’nın gösterileri ‘Batı ülkelerinin İslamlaştırılmasına karşı vatansever avrupalılar dayanışması gibi bir isim altında, yani, hedefini ortaya çok net olarak koyan bir örgüt eliyle ve daha da önemlisi, Almanya’da müslüman toplumun hemen hiç bulunmadığı -eski Doğu -komünist Almanya’nın- Dresden gibi şehirlerinde yeşermeye başlamıştı.
Evet, özellikle de Almanya’da son iki-üç ayı içinde ortaya çıkan ve PEGİDA (açılımı:
Patriotische Europäer gegen die Islamisierung des Abendlandes / Batı dünyasının İslamlaşmasına karşı vatansever Avrupalılar) diye anılan örgüt, bir sivil / yurttaş hareketi olarak değerlendiriliyor.
*
Son dönemlerde, Almanya’daki muhalefet partilerinin güçsüz kalması, ortaya AfD (Alternative für Deutschland / Almanya için alternatif çözüm) gibi siyasî yapılanmaları bir anda ortaya çıkarmış ve bu hareket, son seçimlerde yüzde 7’leri bulan bir başarı göstermiş ve bir çok sosyo-politik çevreyi şaşırtmıştı.
Bu hareketin geliştirdiği söylem, göçmenlerin Almanya’nın zenginliğine haksız olarak ortak oldukları iddiasıydı.
Halbuki önceleri, ‘Göçmen işçiler olmasaydı ne yapardık?’ söylemi vardı.
Çünkü, iki dünya savaşında da ağır yenilgilere uğrayan ve onmilyonlarca genç (ve özellikle de erkek) insan gücünü yitirmiş olan Almanya’nın yeniden yapılması- inşaı için yabancı iş gücüne kesin bir ihtiyacı vardı. Ve çeşitli ülkelerden milyonlar Almanya’ya akmış ve onların pek çoğu ülkelerine geri döndükleri halde, özellikle Türkiye’den ve Kuzey Afrika ülkelerinden milyonlar halinde gelenler geri dönmemişler ve bu müslüman halklar, sosyal bünyede bazı sosyal gözlemci ve siyasetçilerin değerlendirmeleriyle, yabancı nesneler olarak görülmeye başlanmışlardı.
Yani, ‘iş gücüne ihtiyacımız var dedik, insanlar geldi!..’ diyen bir ünlü siyasetçinin ifadesine uygun bir tablo ortaya çıkmış ve tarihinde sömürgecilik ve dolayısiyle başka toplumlarla çok yaygın bir sosyal irtibatı olmamış olan Almanya, yabancı işçi kitlelerinin akımıyla, savaştaki ağır yenilgisinin ağır sosyo-psikolojik traumasından sonra, yeni bir trauma ile daha karşılaşmıştı.
Bu travmayı hisseden bir grup, AfD ismi altında bir araya gelmiş ve, artık, kitlevî göçleri değil, tek bir yabancının bulunmasını bile kendi toplumlarının huzuru için tehlike olarak görmeye başlamıştı. Nitekim, AfD’nin iki numaralı ismi Konrad Adam, 16 Aralık 2014 tarihli medyaya da yansıyan konuşmasında 'İnsanları tehlikeye atmak için kitlevî göçe gerek yok. Bir kişi bile fazladır!' diyordu. Bunu söylerken de, bir kaç şiddet eylemcisinin İslam adına yaptıklarını iddia ettikleri bazı saldırıları gerekçe olarak gösteriyordu.