Pavlusizm’e karşı durmak

Şükrü Hüseyinoğlu

Tam bir yıl önce “Ilımlı İslam’ın Kurucusu: Pavlus” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Belki hatırlayan kardeşlerimiz olacaktır. Söz konusu yazıda, Hz. İsa’nın davetçisi olduğu arı-duru Rabbanî çizginin, onun ardından insiyatifi ele geçiren Pavlus’un ilkelerde sebatkâr olmak yerine sonuç almaya endeksli bir anlayışa yönelmesi ile başlayan süreçte nasıl yatağından saptırıldığını ve bu sürecin muharref Hıristiyanlığın teşekkülüyle neticelendiğini anlatmaya çalışmıştım. Pavlus’un, yeni dahil olduğu dini daha çok insanla buluşturmak adına, Allah’ın ölçülerini kitlelerin ve siyasî otoritelerin rızasını gözeten bir yaklaşımla yorumladığını ve böylece tevhid dininin, belirleyicilikten uzaklaştırılmış, sevgi, hoşgörü gibi soyut kavramlara indirgenmiş paganist bir kültüre dönüşmesinde rol oynadığını, bugüne dair dersler içeren bir ibret vesikası olarak anlatmayı amaçlayan bir yazıydı, kısacası.

 

Söz konusu yazıya kaynaklık eden günümüzdeki benzer yaklaşımların giderek daha fazla belirginleştiğini, her geçen gün daha güçlü insiyatif sahibi olarak kitlelerin din algısına yön veren bir konuma geldiğini görmek, endişelerimizi artırmaktadır. Son olarak, etkili bir cemaatin önde gelen bir ismi tarafından dile getirilen ve bir önceki yazıda başörtüsüyle ilgili olan kısmını gündeme getirdiğimiz görüşler, Pavlusizmin geçmişte kalan bir sapmadan ibaret olmadığını göstermesi açısından dikkat çekicidir:

 

İslam’ın şartı 5, imanın şartı 6. Burada başörtüsü var mı, yok. Asıl olan kelime-i şahadettir. Müminsiniz, günahlara dalıp çıktıktan sonra vefat etmeden önce tövbe etmiş olsa o kimse, kim diyebilir ki cennete gidemez diye. Sayın Gülen bu minval üzere konuşunca toplumdaki tansiyon düşüverdi.

 

…Fakat ağzınızla kuş tutsanız, Türkiye’de dine düşman insanlar var fakat dürüst davranmıyorlar. Kur’an’a karşıyız diye yürüyüş yapmıyorlar, şeriat istemeyiz diyorlar. İyi de Türkiye’de şeriat isteriz diyen mi var? Cami avlusunda şeriat isteriz hilafet isteriz diyenler Ergenekoncu çıktı. Provokasyon var yani. Sayın Gülen 1994’te dedi ki: ‘Türkiye’de ve dünyada demokrasiden dönüş yok!’ 15 sene önce. Demokratik laiklikten, hukukun üstünlüğünden insan haklarından özgürlüklerden yana bir hareketin manevi büyüğü, diyalog ve uzlaşma yoluyla buluşmak istiyoruz diyen bir insanın laiklik karşıtlığıyla karşılanmasını anlamam mümkün mü?

 

Başörtüsünü öncelikli mesele görmeyen, “Onsuz da olur, ölmeden önce tevbe edersin olur biter!” mantığını savunan, şeriat istemediklerini, demokratik laiklikten yana olduklarını söyleyip, “Türkiye’de şeriat isteriz diyen mi var? Cami avlusunda şeriat isteriz hilafet isteriz diyenler Ergenekoncu çıktı!” şeklinde, Allah’ın ölçülerinin hakim kılınması talebini toptan mahkûm eden bir anlayış…

 

Pavlus da farklı bir yaklaşım sergilememişti yaşadığı dönemde. O da Allah’ın ölçülerini bu şekilde gevşetmiş, bir hayat nizamı olan, zulme karşı adalet talebini yükselten dini, o günün “Büyük Şeytan”ı Roma İmparatorluğu’nun rahatsız olmayacağı bir sevgi ve hoşgörü dinine indirgeme misyonu üstlenmişti.

 

Günümüzde, zorba ve zalimlere boyun eğmemeyi ve yeryüzünde hak ve adaletin tesisi için mücadeleyi en temel ilke olarak vazeden bir dini, zalimleri hoş gören bir Pavlus ideolojisine dönüştürme yolunda yürüyenlerin, şayet Allah’a hesap verme bilincinden uzaklaşmamışlarsa dönüp tarihte olanları iyice değerlendirmeleri gerekir. Özellikle de Pavlus, ders ve ibret almak isteyenler için çok büyük bir ibret vesikası olarak tarihteki yerini almış bulunmaktadır.

 

Peki, Pavlus ne yapmıştı? Bu sorunun cevabını muharref Hıristiyanlığın teşekkülü ile ilgili kaynaklarda uzunca metinler halinde bulmak mümkün. Biz güncel bir yazının hacmine uygun olacak şekilde, başta sözünü ettiğimiz “Ilımlı İslam’ın Kurucusu: Pavlus” başlıklı yazımızın ilgili bölümleriyle bir girizgâh yapmış olalım:

 

Biliyorsunuz, insanlık tarihinde belli tutum ve anlayışlar, o tutum ve anlayışta zirve olmuş, ismi onunla özdeşleşmiş insanlarla birlikte anılır. Hanif kavramını duyunca aklımıza ilk olarak Hz. İbrahim gelir. Emin sıfatı ise bize ilk olarak Hz. Peygamber’i hatırlatır. Adalet denince Hz. Ömer, yiğitlik denince Hz. Ali gelir aklımıza ilk elde. Hatta belli tutum ve anlayışlar o tutum ve anlayışı savunup sistematize eden kimselerle birlikte anılır. Mesela “hedefe giden yolda her şey mubahtır” anlayışı, “Prens” adlı eserinde bu yaklaşımı savunup sistematize eden Makyavelli’den mülhem “Makyavelizm” adını almıştır. Bu açıdan muharref Hıristiyanlığın kurucusu Pavlus’un Hıristiyanlığın oluşum sürecini belirleyen tutum ve yaklaşımını da “Pavlusizm” olarak nitelendirmek yanlış olmayacaktır.

 

Pavlusizm’in ne olduğunu, nasıl bir din anlayışı öngördüğünü, bir peygamberin tebliğ ettiği tevhid dinini başta Roma ve Helen kültürleri olmak üzere paganist ve sofist etkilere açıp giderek tevhidi kimliğinden ve Rabbani ölçülerden uzaklaşmasına yol açan ve neticede sevgi, hoşgörü, merhamet gibi soyut kavramlara indirgenmiş şeriatsız bir din peydah eden bu yaklaşımın temel vasıflarını göz önüne aldığımızda, “Ilımlı İslam” saptırmasıyla Pavlusizm arasındaki paralelliği çok kolay tesbit edebiliriz.

 

Evet, bugün İslam’ın yükselişi karşısında paniğe kapılan emperyalizmin buna karşı “Ilımlı İslam” adı altında yürüttüğü ve ne yazık ki Müslümanlar arasından “köprüyü geçene kadar” düşüncesiyle olsa gerek, bu saptırmaya karşı duracak yerde onun öngördüğü şekilde zulme ve işgallere sessiz bir dindarlık yaklaşımı içerisine giren müttefikler bulmakta da zorlanmadığı bir projeyle karşı karşıyayız. Bu projede Müslümanlar için öngörülen din anlayışı ve bu din anlayışının hangi süreçlerle kitlelere benimsetilmeye çalışıldığını gözlemledikçe, Pavlus’un yapıp ettiklerini akla getirmemek mümkün değil. Kısacası “Ilımlı İslam”ın Pavlusizm’in izinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Tabii Pavlusizm’in izinde olmak demek, Rabbani ölçülerden ve Nebevi çizgiden adım adım yaşanan sapmaların, bir süre sonra, tıpkı “İsa’nın öğretisini daha geniş kitlelere yaymak” gibi bir iddiayla yola çıkan Pavlusizm’in Hz. İsa’nın çizgisinden fersah fersah uzağa düşmesi gibi, İslam’dan başkalaşmış, hatta İslam’a alternatif olacak farklı dini yaklaşımların kurumsallaşması demek olduğunu da bilmek gerekir.

 

Hz. İsa zamanında yaşamış Tarsuslu bir Yahudi din adamı olan ve asıl adı Saul olan Pavlus, Hz. İsa’yı bizzat görmese de onun davetine karşı muhalefet ve mücadele edenlerden biriydi. Hz. İsa’nın ardından, Şam’a gitmek için çıktığı yolda başından geçtiği söylenen bir olağanüstü hadise sonucu hayattayken muhalifi olduğu Hz. İsa’nın davetine tabi olduğunu ilan edecek ve kısa süre içinde de havarileri ikna ederek “On üçüncü havari” ünvanı alacaktı. Ona göre kendisine bu unvan ilham yoluyla verilmişti.  

 

Dine girişini bile “bir olağan üstü hadise”ye bağlayan, sonra havari sayılmak için “Allah’tan ilham aldığını” iddia eden Pavlus’un ilk yaptığı iş, Hz. İsa’nın davetini kitlelere ulaştırmak adına Hz. Musa’nın tebliğ ettiği şeriatın bu yeni dinin müntesipleri için bağlayıcı olmadığını ilan etmek, Helenlerin bu yeni dine kolaylıkla girişini sağlamak için sünnet şartını ortadan kaldırmak ve sır, ilham, mucize gibi mefhumları gündeme getirip bir “sırlar ve olağanüstülükler dini” oluşturmak ve Hz. İsa’nın davetini sevgi, hoşgörü merhamet gibi soyut kavramlara indirgemek oldu.

 

Prof. Dr. Suat Yıldırım’ın “Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık” kitabından yapacağımız şu alıntı Pavlus’un Hz. İsa’nın tebliğ ettiği Rabbani öğretiyi nasıl tahrif ettiğini ve onun yerine muharref Hıristiyanlığı nasıl ikame ettiğini iyi özetlemektedir:

 

…Ecnebilere de dinin tebliğ edilmesi için fetva çıkınca, bu uygulamayı kolaylaştırma gerektiği düşünüldü. Pavlus, Yunanlıların sünnet olmak istemediklerini, keza dünya hayatı hakkında Musevi şeriatın birçok ahkamının, Yunan düşünce ve adetleriyle bağdaşmadığını biliyordu. Derken, Mesih dininin, o hükümleri neshettiği fikrini öne sürdü ve zaten Mesih’in de, Eski Ahid’i yeni Ahid’e dönüştürmek için geldiğini söyledi. On iki havari, bir defa daha Pavlus’a boyun eğip, şirk diyarındaki yeni müntesiplerin, Yahudi ahkamından muaf oldukları fikrini kabul ettiler. Bu tatbikat, adı konulmaksızın, zımnen, Hıristiyanlığın Yahudilikten ayrılışı oluyordu.” (Prof. Dr. Suat Yıldırım, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Işık Yayınları, sf. 72-73)

 

Yani Pavlus böylece şeriatsız bir dinin temellerini atmıştı ve bu temeller üzerine bugünkü muharref Hıristiyanlık tesis olunmuştur.

 

İşte günümüzde “Ilımlı İslam” adı altında yapılmak istenen de budur. Cihadsız, şeriatsız, zalimle sorunu olmayan, müstekbirleri devirme gibi bir hedef ve çabası bulunmayan, sırf ferdi ibadet ve sevgi, merhamet, yardımlaşma, hoşgörü gibi kavramlara indirgenmiş emperyalizmin rahatsızlık duymayacağı bir “İslam” peydahlanmak isteniyor. Üstelik yukarıda da söylediğimiz gibi, yanlış hesaplar içerisine girip konjonktürel fayda umarak bu büyük saptırma girişimini işlevsel kılan yaklaşım ve yöntemlere tevessül eden bazı kesimlerin varlığı bu şeytani projeye hayatiyet veriyor.

 

Kısacası, Hz. İsa’nın tevhid eksenli davetini “içeriden” yıkan Pavlusizm’in, Hz. Peygamber’in getirdiği son Rabbani mesajı da üstad Ali Şeriati’nin “dine karşı din” olarak nitelendirdiği benzer yol ve yöntemlerle yatağından saptırmasına müsaade etmemek gibi tarihî bir yükümlülüğümüz bulunuyor.