‘Partimizin halk’a güveni kalmamıştır; yeni bir halk bulmalıyız!’

SELAHADDİN E. ÇAKIRGİL

KK Bey’in son konuşmasını duyunca, yazının başlığını da o hediye etmiş oldu..

Maksadım, siyasî polemik yazısı yazmak değil.. Ama, ‘Bu halk, ısrarla Erdoğan’a oy veriyorsa, sorun, bu halktadır, halkta  bir sorun var demektir..’ diyen bir parti liderinin sözlerine değinilecek bir yazı için  başka nasıl bir başlık kullanabilirdim ki?

Hele devleti veya toplumu idare etmeye ‘halkın iradesi esastır..’ şeklindeki ‘demokrat’lık  iddiasıyla talip olanların  bu gibi sözleri karşısında, onların halktan ümid kestiklerini ve yeni bir halk arayışı peşinde olduklarından başka ne denilebilir?

Seçimlerde bazen beklediğinin altında sonuçlar  alan Tayyib Bey’in, öyle bir durumda, KK Bey’in şu son sözleri gibi bir söz sarfettiğini duydunuz mu hiç?

O, o gibi durumlarda, ‘Arkadaşlar, millete küsülmez, kendi noksanlarımızı gidermekle meşgul olalım..’ gibi sözler söylemiştir daima.. 

Dahası, Antakya- Defne’de depremde yıkılan Devlet Hastanesi’nin yerine, depremden henüz 2 ay geçmeden, çelik konstrüksiyon üzerinde yine 300 yataklı mükemmel bir hastâne yaptıran Erdoğan için, o bölgede, son seçimde verilen oy,  sadece yüzde 6 iken, KK Bey’e (ve sırf mezhebî tarafgirlikle izah edilen şekilde) yüzde 92 olduğu görülmüş ve  bu durum Tayyib Bey’e sorulduğunda, o,  vatandaştan hiçbir şikayette bulunmadan,  ekranlarda,  Biz, ‘İyilik yap, denize at; balık bilmezse, Haaliq  bilir..’ anlayışıyla hareket eden insanlarız  demiştir.

Halbuki öyle bir tabloyla KK Bey karşılaşsaydı, bu yazının başlığına aldığımız sözün mantığına uygun bir tepki sergilemez miydi?

*

KK Bey’in bu sözü sarfettiği atmosfer de önemli..

O sosyo-politik atmosferi anlamak için bazı bilgilerimizi tekrarlayalım:

Hindistan- Bombay’lı bir Müslüman ailenin çocuğu olan Selman Rüşdî tarafından yazılan ve hemen bütün Müslüman coğrafyalarında şiddetli protestolarla tel’în olunan ‘Şeytan Âyetleri’ isimli ve, İslâm ve Müslümanlara bir hakaretnâme olmanın ötesinde hiç bir özelliği olmayan -sözde-bir romanı,protestolara aldırmayarak Türkçeye tercüme ettirip yayınlatan Aziz Nesin isimli bir mizah yazarının 3 Temmuz 1993 günü Sivas’a gitmesi üzerine,  Sivas’ta büyük halk kitlelerinin onu saatlerce protesto etmesi ve sonrasında, sözkonusu kişi ve etrafındakilerin aynı akşam kaldıkları  Sivas- Madımak Oteli’nde meydana gelen yangın sırasında 33 kişinin ölmesiyle  noktalanan facianın ‘failleri oldukları gerekçesiyle’ -mahkemelerin kesinleşmiş kararlarına göre- TCK'nın 146. maddesinin 1. fıkrası gereği suçlu sayılıp cezalandırılanlardan Hayreddin Gül’ün, hakkında verilen ‘ileri derecede ve sürekli hastalık’  ve bakımı için başkasına muhtaç durumda olması gibi ‘Adlî Tıb raporları’ üzerine, Başkan Erdoğan tarafından, -kendisine kanunla verilen yetkiye dayanarak- bu kişinin mahkûmiyetini kaldırması üzerine..  KK Bey ve kendi ideolojik cenahının saldırı okları yeniden  30 sene önce meydana gelen o facia üzerine yöneltildi.  Ki, o yangın faciasının  öncesindeki protesto gösterilerinde bulunmaktan öteye, o yangınla hiç bir objektif hukukî delil  bulunamadığı halde,  kamuoyu baskısına göre karar verilen yargılamalar sonunda , nice protestocu, ağır hapis cezasına çarptırıldı. 30 yıldır hapiste yatmakta olan Hayreddin Gül de onlardan biriydi.  Şimdi bu ‘hükümlü’nün cezasının Cumhurbaşkanı’nca,  kanunî yetkisi dahilinde kaldırılması o cenahı yeniden küplere bindirdi.

Bu hassasiyet, sırf adâlet isteği üzerine oturtulsa, sessizlikle ve hattâ saygıyla da karşılanabilirdi. Ama o cenah, Sivas Faciası’ndan iki gün sonra, o facianın rövanşı mahiyetinde, Erzincan- Kemaliye’nin Başbağlar köyündeki  ve dindarlığıyla meşhur köyden 35 kişinin katledilmesi için hiçbir hassasiyet  göstermezken; ileri derecede ve sürekli hastalığı gerekçesiyle  bir hükümlünün  cezasının kaldırılmasına, mâlûm taifenin  tam cephe saldırıya geçmeleri ve KK Bey’in kızgınlığından konuşma insicamını bile yitirerek dile getirdiği şu sözlerine bakar mısınız:

"Ahlâkî meşruiyeti olmayan Erdoğan, bu ülkeye ömrünü vakfetmiş, 80 yaşının üstüne gelmiş emekli generallerimizi hapiste tutarken; suçu sabit bir katilin serbest bırakılmasını emretmiş. Şimdi söyler misiniz, ahlâk bunun neresinde?"

Biz de KK Bey’e soralım; milletin silâhlarını ve ordusunu, kendi halkına çevirmek ve kendi ülkesini işgal etmek için darbelere kalkışmış generallerin savunulmasının neresinde ahlâk? 

*

Kılıçdaroğlu, "Bütün yaşananlara rağmen AKP'ye oy veren kitlenin sorgulanması" gerektiğine yönelik sözlerinin çarpıtıldığını belirtmek gereğini duymuş..

Halbuki, 'Kitleler Sayın Erdoğan'a oy veriyorsa, o kitlenin sorgulanması gerek. Toplumsal sorunumuz vardır' sözünün neresinde bir çarpıtma sözkonusu? Kaldı ki, Tayyib Bey, rakibi KK Bey’den 2,5 milyon fazla oy alarak, net bir seçim kazanmıştır.. Burada sorgulanacak olan, KK Bey’in kendi mantığı değil midir? Bir aynaya baksa, bunu belki fark edebilir..

Nitekim, Tayyib Bey de bunu söylüyor: "Bu sorunun muhatabı aslında Kılıçdaroğlu’nun kendisidir. Bu açıklamaları anlamak mümkün değil. Burada gerçekten aklî bir sıkıntı var. Sen kalkıyorsun 11- 12 yenilgi alıyorsun ve yenilgiden sonra hâlâ faturayı millete kesiyorsun. Girdiği her seçim hezimetine farklı bahaneler bulan, kendinden başka herkesi suçlu ilan eden Kılıçdaroğlu, bu açıklamalarıyla siyaseti bilmediğini bir kez daha kanıtladı.

Ancak, millet iradesine saygı duymayan, varlığını vesâyet odaklarına endekslemiş bir muhalefeti ülkemiz de, vatandaşlarımız da hak etmiyor.’

Evet, Tayyib Bey’in bu sözleri; yanlış ve haksız mı?

*

‘COMANECHİ’ DİYE BİRİSİNİ HATIRLAYAN VAR MI?

Günlerdir, bir haber filminden önce, 90 yıl öncelerden mâlum bir ses, ‘Yurttaşlarım, dünyanın medenî milletleri seviyesine ulaşmak için çalışacağız!’ gibi lâflar, devamlı tekrarlanıp duruyor.. Ve arkasından da, ‘Kız Voleybol Takımı’nın, Avrupa şampiyonu olduğu’na dair, ekranlardan günlerdir tekrar ve tekrar gösterilen bir haber filmi.. O sesin sahibinin ‘Medenî milletler’ dediği dünya, voleybol veya başka bir sportif başarıyla mı ölçülüyordu,  sahi? 

 Bir toplumu ‘Medenî Milletler’ denilen dünyadan ‘geride görmek’ şeklindeki bir aşağılık duygusunun,  o topluma haksız şekilde şırınga edilmesi değil midir?

*

Böyleyken.. Üstelik de, Müslüman kimliğini bildiğimiz bir kalem erbabının da,  ‘Türkiye olarak “Bu başarıya çok ihtiyacımız vardı” demesi, bu görüntülerden gurur payı çıkarıp bunu toplumla paylaşmak ihtiyacını duyması, esef vericidir..  ‘Sevinç ekrandan taşıp evlere doldu. Nasıl sevinmezsiniz!’ diyor bu isim ve sonra da, ‘o voleybolcuların kıyafetlerinden ya da yaşayış tarzlarından bazı çevrelerin rahatsız olmasından son derece rahatsız olmuş birisi olarak’, rahatsızlık duyduklarını ileri sürdüğü hayalî kesimlere ‘ortak değer’ dersi veriyor.

Halbuki, toplumda rahatsız olan kesimler varsa; metrolarda, meydanlarda sergilenen, neredeyse deniz kıyılarını meydanlara caddelere taşıyanlarla o voleybolcuların kıyafeti arasında ne fark var?

Kaldı ki, o konuyu, medyada onun dediği gibi açıkça sözkonusu eden pek kimse de olmamışken..  

Bu arkadaş, sonra da, ‘Ülkeyi yönetenler’e de; ‘Ülkenin ortak başarılarını birlikte kutlayabilecek, ortak değerlerine birlikte sahip çıkılacak bir iklim inşa edin!’ diye ferman sâdır eyliyor. Hangi ‘ortak değer’leri inşa etmek için, daha ne gibi taşlar getiriyorsa..

Bu arkadaş , Çin’de geçen hafta yapılan Dünya Kungfu Şampiyonası’nd a 2 altın madalya alan Elif Akyüz  ile 1 altın,  1 gümüş ve 1 de bronz madalya kazanan Zeyneb Makbule Akyüz isimli kızlarımızın başarılarından da topluma sunulacak bir ‘ortak değer’ bulmuş mudur ve onlar hakkında da bir şey yazmış mıdır?

Ve laik medya, günlerdir ‘voleybolun sultanları’ vs. yakıştırmalarıyla  meşgulken, Kungfu  Şampiyonası’nda altın madalya getiren bu kızlarımızın, tesettürlü olmasından dolayı görmezlikten gelindiklerini söyleyenler haksız mıdırlar?

*

Bu vesileyle belirtelim ki, sportif faaliyetlerde şampiyonluk elde etmek, o sporcuların ve o sporları sevenlerin  elde edilen başarılarını bütün ülkenin kalkınmasına delil olarak göstermeleri, yeni değildir. Eskiden Sovyet Rusya ve Doğu Bloku ülkelerinde , komunist rejimlerin ideolojik üstünlük iddialarında bu propaganda taktiği çok kullanılırdı..

Hatrlayanımız var mı, Nadia  Comanechi adında 14-15 yaşında bir Romen kız jimnastikçi, ‘âdetâ çelikten yapılmış bir lastik’ gibi diye övülürdü. O, 1976 Olimpiyadları’nda 8-10 kadar altın madalya almıştı ve Çavuşesku diktatörlüğündeki  Romanya komunist rejimi döneminde yaşanan o jimnastik zaferi, bizdeki marksist çevrelerce de, ‘Komunizm işte böyledir, her alanda müthiş ilerlemeler gerçekleştirir’ diye yaldızlanarak anlatılıyordu.

Sonrası mı?

Çavuşesku, Comanechi ve o komunist rejimler ve de tarafdarları nerede şimdi?

Yeller eser şimdi her birisinin yerinde..

*

Star