Modern hayat tarzının belirgin vasfı, insanı sayısız küçük meseleyle meşgul etmesidir. Gündelik hayatımız ayrıntılar ve ayrıntıların başka ayrıntılara bölünmesi üzerinde kurulmuş bulunuyor.
Elimizdeki bir iş bitmeden bir yenisi başlıyor, bir işten diğer bir işe, zincirleme bir 'düzen/sistem' içinde ve bir daha geri gelmeyecek şekilde yıllarımız heba olup gidiyor. Bir gün geriye dönüp şöyle bir baktığımızda koca bir ömrü tükettiğimizin farkına varıyoruz. Bir işten öbür işe koşarken, iş işten geçiyor.
Kur'an'ın, insana kendini büsbütün unutturan bu olay için kullandığı kelime "tekasür"dür. Tekasür kelimesi daha çok "artırma ve çokluk" anlamına geldiği gibi "ayrıntı" anlamına da gelir. "Çokluk veya ayrıntılar sizleri öylesine oyaladı ki!" (102/Tekasür, 1.) Bizi bir yerlere alıp götüren, peşinde sürükleyen şeyler var; bir akıntıya kendimizi kaptırmışız. "Nereden geldik, nereye gidiyoruz"; bu soruları düşünecek vaktimiz yok. Çünkü önümüzde hemen bitirmemiz gereken işler var; bunlar bitmeden yenileri sıraya giriyor.
Gel gör ki hiç beklemediğimiz bir anda ölüm gelir, yakamıza yapışır. Ölüm, modern insanın hiç aklına getirmek istemediği, aklına gelince hemen kovduğu korkulu bir şey. Ama herkes biliyor ki, ölüm insanın en büyük ve kaçınılmaz gerçeğidir. Çünkü, "Her nefis ölümü tadıcıdır." (3/Al-i İmran, 185) İçinde yaşadığımız hakim sistem bize kendimizi ve hayati sorunlarımızı adeta tümden unutturmak için önümüze bitmez tükenmez "gündelik işler" çıkarıp yığıyor. Eskiden mezarlıklar insanların yerleşim merkezlerine, kasaba ve şehirlere çok yakındı. Her gün mezarlığın içinden geçilir, ölülere dualar okunurdu; hatta mezarda yatanlarla konuşulurdu. Şimdi mezarlar yerleşim merkezlerinden uzak yerlerde tutulmaya çalışılıyor. Belli ki, mezarlık da insanı rahatsız eder olmuş. Hele Avrupa'da büsbütün ölümü çağrıştıran bir unsur olmasın diye artık ölüler yakılıyor.
Gündelik işlerden başını kaldıramayan ve hiçbir şekilde ölümü aklına getirip nihai kaderi üzerinde düşünme fırsatı bulamayan bir insan, sonunda dünyaya tapar bir varlık halini alır, dünya görüşü ve hayat telakkisinde öte dünya (ahiret) fikri yer almadığı için bütün zevklerini bu kısacık dünya hayatına sığdırmanın yollarını arar durur. Bu, öyle sonu gelmez bir hay-huy ki, galiba Kur'an'ın, "Onların kalpleri tutkulu bir oyalanma içindedir." (21/Enbiya, 3) diye buyurduğu durum bu olsa gerek. Halbuki kalbimizi sonu gelmez duygular kaplamışsa, elimize oyuncak mesabesinde tutuşturulan bir şey ve iş, bizi ömrümüz boyunca oyalayıp duruyor demektir. Başka ve ebedi hayatın en büyük delili olan içimizdeki sonsuzluk duygusu bazen bizi hiç ölmeyecekmiş gibi yanıltıyor. Hz. Peygamber (sas) buyurur ki: "Bir mü'minin dünya hayatı çölde yolculuk yapan birinin bir vahada azıcık dinlenmesine benzer." Yolcu vahada bir süre dinlenir, sonra yoluna devam eder. Yolcu yolunda gerek. Ama yolcu, asıl gideceği yeri unutur, vahada uzun zaman oyalanır durursa, bir de bakar ki iş işten geçmiş. Şu halde kısa bir bekleme yeri olan vahada lüzumsuz ve oyalayıcı şeylerle vakit kaybetmemeli, insan nereye gitmek üzere yola koyulmuşsa onu aklından çıkarmamalı.
İşte böyle, gündelik işler gerekli, ama hak etmedikleri önemde algılandıkları zaman her biri bizim için kurulmuş tuzaklardır. Bu bitmez tükenmez işler, bize her şeyi unutturuyor, her gün biraz daha çok yoğunlaştırarak yaşamamız gereken zamanımızı kemirip duruyor. Ev bark, çoluk-çocuk, mevki, makam, para, şöhret, servet, iktidar vb. daha yüzlerce hedef ve meşgale bir noktadan sonra aldatıcı şeyler, büyük tuzaklar olabiliyor. Her şey meşru zemininde ve hak ettiği kadarıyla güzeldir. İnsanoğlu, kendini yalnızca bu dünya hayatının nimetlerine ve aldatıcı zevklerine çağıran bu sistem içinde bir hiç, boş ve yabancıdır: "Onlar Allah'ı unuttu, Allah da onlara kendi nefislerini unutturdu." (59/Haşr, 19)
Allah'ı unutmak, bütün buhran ve hastalıkların sebebidir. İşin trajik yanı, bir buhran hali yaşadığımızı kabul etmiyoruz. Çünkü bilincimiz parçalanmış bulunuyor.
ZAMAN