Parçalanmış bilinç (1)

Ali Bulaç

"Manevi gelenek doktrini"nin önde gelen temsilcilerinden Frithjof Schuon, "Bilginin özü, Öz'ün bilgisidir" der. "İçinde bulunduğumuz dünyada eksik olan şey, eşyanın tabiatıyla ilgili temel bilgidir."

Rahmetli Schuon'dan hareketle şöyle denebilir: Bütün zenginliklere ve sahip olduğumuz araçsal imkânlara rağmen, muhtaç olduğumuz şey, Bilgi'nin nihai amacı olan amacın bilgisidir. Tamamen dünyaya tahsis edilmiş, sıradan ve çok aşağı (edna, deni ve dünyevi) düzeyde olmayan Bilgi (el-İlm) Ezeli Hakikat'in tarih içinde ve birçok formda bize telkin ettiği Birlik'te saklıdır. Bu, İslam inancında "Tevhid" olarak ifade edilmiştir.

Birlik kendini bize çıplak ifşa etmez; onu arayıp bulmamızı, bir tür keşif yoluyla ona ulaşmamızı ister. Hakikat'in peşinde süren arayış onun bir parçasıdır. Bu "keşif" sadece sezgisel veya doğrudan ani iç aydınlanma (işrak) değil, sonsuzluk içinde her biri kendi varoluşunu sürdüren maddi tabiat dolayımında da tahakkuk edebilir. Tahakkuk ettiği anda hak ve Hakikat tecelli etmiş demektir. Varlığın namütenahi çeşitliliğine, birbirinden farklı ve çoğul bünyevi tezahürlerine rağmen, hakikatte her şey bu Birlik'ten neş'et eder ve onda meşru ifadesini bulur. O halde Tevhid/Birlik, zati ve asli; Kesret/çokluk arızi ve fer'idir. Bilincin parçalanma hali, Tevhid'ten yoksun ve onu unutmuş olarak kesrette kaybolması, her bir unsur adedince dağılması ve böylelikle trajik bir biçimde Birlik ve Bütünlük duygusunu kaybetmesidir.

Yine de kesret olmaksızın Vahdet'i bilemeyiz. Kesret olarak sıralanan her bir nesne, mertebe ve şey gerçekliktirler. Sadece kendi başlarına mutlak değildirler. İzafi olmak, sınır, acz ve sonluluk kesretin tabiatındandır. Vahdet birleştirir, aşkın Birliğe göndermede bulunur. Şu halde Hakikat'i arayış ne kadar önemli ve zaruri ise, kesret de Vahdet için gereklidir. Modern bilim ve bilgilenme sistemi, beşeri zekânın bu limitine takılıp kesretin gerçekliğinin "deruni/batıni", "öte/uhrevi" ve "aşkın/ilahi" düzeylerine ulaşmayı reddettiği için kusurlu ve eksiktir. Bundan dolayı sahip olunan bugünkü bilgi sisteminin genel karakteri sıradan ve aşağı dereceden, yani edna, deni ve salt dünyevidir (seküler). Bu özelliği kökü olmayan; kökü, arketipi olmadığı için sadece bir hayal, sanal bir kurgudur. Tek özelliği oyalayıcı olması, Hakikat'in bir taklidi olarak sahte vaadlerde bulunmasıdır.

Eğer maddi tabiatın Kitaba benzetilmesi açıklayıcı bir fikir veriyorsa, bu durumda tabiatın her bir mertebesi ve devinimi "belli ve özel bir okuma"ya tabi tutuluyor demektir. "Okuma" bir algılama çabası ve "yorumlama"dır. Bir şey sonsuz çeşitlilikte farklı okunabilir, ama okunan şey sabittir. Ömer Nesefi bundan hareketle "eşyanın hakikati sabittir" demiştir. Bu da tamamen bilinç konusudur. Modern bilgi, tabiatın özel bir okumasıdır ve bize varlık hakkında vermek istediği kendine özgü (yanlı ve öznel) perspektifi kesin, genel ve nesnel bilgi olarak empoze etmektedir. Bu okumanın bize sistematik bir biçimde unutturmak istediği, bilginin nihai amacı olan "amacın bilgisi"dir. Bu yüzden çoğulun tezahürlerini suistimal ve istismar eder; sorumsuzca tahrife uğratır; Tek olan Hakikatin çoğul tezahürünü çokluğa indirger ve araç bolluğunda amacı yok eder. Böylelikle modern hayatımızın "mezara kadar peşimizi bırakmayan sayısız ayrıntı ve önemsiz meşgale (tekasür)" ile doldurulduğunu ve aslında bu "çokluk dünyası"nda ruhumuzun merkezden koparak boğulduğunu anlamamız öylesine güçleşiyor ki, hastalığımızın tedavisini sebebinde aramaya başlıyoruz.

Pekiyi, bize hakiki ve doğru okumayı kim öğretecek? Ateist mi, şüpheci mi, mü'min mi? Ateist saldırgan, şüpheci huzursuz, mü'min sabırlı Hakikat arayıcısıdır. İslam'ın ilk emrinin "Oku!" olması, okumanın da aslında bir öğretme konusu olduğuna işaret eder. Belki de amacın bilgisini elde etmek için, vahyedilmiş tabiat olan kitap ile yaratılmış kitap olan Tabiat'ı ilk aslına uygun Cibril'in, yani Ruhul-kudus ve Ruhu'l-emin'in önünde okuyanın okuduğu gibi "yeni baştan okuma"ya başlamamız lazım.

ZAMAN